-46-

  • Yönetici ve memurların emanete ihanet etmeleri
  • Kıymetler ve evla olanın ölçüsü
  • Kâfirlerin dereceleri ve azaplarının farklı olması
  • Kurtuluşun ve temiz olmanın tek yolu
  • Allah’ın Resulüne verdiği değer ve hikmet
  • Allah’ın müminler üzerine minneti

Yöneticiler ve memurlar devlet ve ümmet malından haksızca bir şey alırlarsa cezaları nedir?

Hangi amel daha değerli ve öncelikli ve Nasıl seçilir?

 Allah katında Müminlerin dereceleri nasıl farklı olur?

 Kâfirlerin dereceleri farklı mıdır ve kimin azabı daha fazla artar?  

Allah Resulünün masumiyetini nasıl pekiştirdi ve Ona öğrettiği hikmet nedir?

وَمَا كَانَ لِنَبِىٍّ اَنۡ يَّغُلَّ‌ؕ وَمَنۡ يَّغۡلُلۡ يَاۡتِ بِمَا غَلَّ يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ‌ۚ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفۡسٍ مَّا كَسَبَتۡ وَهُمۡ لَا يُظۡلَمُوۡنَ‏ اَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضۡوَانَ اللّٰهِ كَمَنۡۢ بَآءَ بِسَخَطٍ مِّنَ اللّٰهِ وَمَاۡوٰٮهُ جَهَنَّمُ‌ؕ وَ بِئۡسَ الۡمَصِيۡرُ‏ هُمۡ دَرَجٰتٌ عِنۡدَ اللّٰهِ ‌ؕ وَاللّٰهُ بَصِيۡرٌۢ بِمَا يَعۡمَلُوۡنَ‏ لَقَدۡ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الۡمُؤۡمِنِيۡنَ اِذۡ بَعَثَ فِيۡهِمۡ رَسُوۡلًا مِّنۡ اَنۡفُسِهِمۡ يَتۡلُوۡا عَلَيۡهِمۡ اٰيٰتِهٖ وَيُزَكِّيۡهِمۡ وَيُعَلِّمُهُمُ الۡكِتٰبَ وَالۡحِكۡمَةَ ۚ وَاِنۡ كَانُوۡا مِنۡ قَبۡلُ لَفِىۡ ضَلٰلٍ مُّبِيۡنٍ‏”

 “Bir peygamberin emanete hıyanet etmesi mümkün değildir. Kim emanete hıyanet ederse kıyamet günü hıyanetiyle beraber gelir. Ondan sonra herkes ne yaptıysa onun karşılığını tam şekilde görecektir ve hiç zulmedilmezler (161) Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve yeri cehennem olan kimse gibi midir?! Zira cehennem ne kötü bir varılacak yerdir! (162) Allah katında onların yerleri derece derecedir. Allah onların yaptıklarını görüyor (163) Allah’ın müminler üzerine şu minneti vardır; kendilerinden kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini temize çıkartan, kendilerine kuranı ve hikmeti öğreten bir Resul gönderdi. Oysa daha önce apaçık sapıklık içerisindeydiler (164)

Ayetlerin nüzul sebebi hakkında değişik rivayetler geçti, Tirmizi’de geçtiğine gmre Bedir savaşında bir kırmızı kadife kayıp oldu, bazıları belki Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onu aldı dediler. Bu söylenti yayılınca Allah bu ayeti indirdi. Taberani ise; ganimet taksim edilirken bir münafık Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’i bir şey almakla itham etti. Ve buna benzer rivayetler geçti.

Fakat bu ayet, Al-i İmran suresinde 139 uncu ayetten 160. Ayet kadar geçen ayetlerden sonra burada tefsirini yaptığımız 161. Ayete kadar Uhud savaşı ile ilgili geçen ayetlerden sonra geldi ve bunlara bağlıdır. Bu nedenle; Bedir’de bu olayın olmadığı tercih edilir. Taberi ise Uhud savaşında dağda Müslümanların sırtını korumak için ordunun komutanı Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem tarafından görevlendirilen Müslümanlar oradan inip ganimetlerin taksimine katılmak isteyince onlara şöyle dedi: Benden yeni emir gelinceye kadar oradan inmeyin demedim mi size? Dediler ki orada bazı kardeşlerimizi bıraktık, orada bekliyorlar. Onlara dedi ki: “Yoksa emanete ihanet edip bunları alacağımızı mı zannettiniz?”. Bu rivayet daha uygun. Çünkü Uhud ile ilgilidir.

Oysa daha önceki ayette 159. ayette Allah kendi Resulünü övdü; “Allah’ın rahmetiyle ne güzel şekilde onlara karşı yumuşak oldun! Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın elbette senin etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet ve onlar için Allahtan mağfiret iste. İşler hususunda onlarla şura yap. Eğer karar alırsan Allaha tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever”.

Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emanete ihanet etmesi tasavvur edilemez ve mümkün değildir. Çünkü o bir Resuldür, günah işlemekten uzaktır, masumdur. Allah bu ayette bunu pekiştirmektedir. Onu itham etmek bir mümin tarafından sadır olamaz. Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem basit bir hayat yaşadı, hasır üzerinde yatıyordu, uykudan kalkınca hasır izleri yüzünde gözüküyordu, hatta ganimetten aldığı payı dağıtıyordu, çok zaman sabahleyin kalkınca zevcesi olan Hz. Aişe’ye soruyordu; Yiyecek bir şeyimiz var mıdır? Zevcesi hayır derse; bu gün oruç tutuyoruz derdi. Hanımları diğer hanımlar gibi dünyadan nasiplerini alıp yaşamak isteyerek Resululah Sallallahu Aleyhi Vesellem den nafaka isteyince Resulullah  Sallallahu Aleyhi Vesellem onlara  seçme hakkı verdi: ya benimle beraber bu basit ve sade hayatı paylaşıp yaşayacaksınız Ya da sizi boşayım dünyadan istediğiniz kadar alırsınız. Allah c.c bununla ilgili ayetler indirdi; Ahzab suresi 28-29 ayetlerinde “ Ey Nebi! Eşlerine şunu de: eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin bu dünyalığı size vererek güzel şekilde boşayım. Eğer Allah, Resulü ve ahiret hayatını istiyorsanız Allah sizden iyilik yapan hanımlara büyük sevap ve mükâfat hazırladı”. Bunun üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in hanımları Allah’ı, Resulünü ve ahiret hayatını dünya hayatına ve süsüne tercih ettiler.

Bir Resulün hali bu ise, böyle bir durumda ve böyle bir davranışta bulunuyorsa emanete ihanet eder mi? Zimmetine bir şey geçirir mi? İhtilas yapar mı? Bu mümkün değildir. O böyle şeyden kat kat üstündür.

Ondan sonra Allahu teala genel bir hüküm indirdi: “kim emanete hıyanet ederse kıyamet günü hıyanetiyle beraber gelir”. Özellikle devlette çalışanlar maaşından başka bir şey alamaz; rüşvet veya hediye alamaz, ihtilas etmez ve zimmetine her hangi bir şey geçiremezler. Hepsi haramdır, böyle şey alırlarsa ondan alınır ve devletin bütçesine konulur ve cezalandırılırlar.

İslam Devletinin Başkanı Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem zekatı toplamak için İbni El lutbiye adlı bir kişiyi görevlendirdi. Bu memur bunları toplayıp getirince Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e şöyle dedi: size (devlete) ait olanlar şunlardır, bana hediye edilen bunlardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem minbere çıkıp şöyle hutbe verdi: “Bazı görevlilere ne oluyor ki? Bazı işlerimiz üzerine tayin edilince sonra bize döner ve şöyle derler: “size ait olanlar şunlardır, bana hediye edilen bunlardır”! bakalım; annesinin veya babasının evinde otursaydı bu hediyeler kendisine gelir miydi?! Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; kim böyle şeylerden (devlete veya ümmete ait olanlardan) bir şey alırsa kıyamet gününde onu boynunda taşıyarak getirecek…” (Buhari ve Müslim)

Yönetici ve memur gizlenip haksızca aldığı şeyi ortaya çıkmazsa veya dünyada cezasını görmezse ahirette cezasını görecektir.  Nitekim Allah cc. ayetin sonunda şunu bildirdi: “Ondan sonra herkes ne yaptıysa onun karşılığını tam şekilde görecektir ve hiç zulmedilmezler”. Allah kendi cezasını sürekli insanlara hatırlatıyor ki korksun ve kötülük yapmasınlar. Şiddetli azabıyla korkutuyor, aynı anda iyilik yapanları müjdeliyor. Bu şekilde de İslam Hilafet devleti kolaylıkla Allah’ın ahkâmını uygular ve toplum huzurlu olur.

Hemen arkasından  gelen ayetlerde kendisinden korkup kendi rızasına tabi olan ile kendisinden korkmayıp tabi olmayanlar arasında Allah c.c mukayese yapıp farkı gösteriyor; “Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve yeri cehennem olan kimse gibi midir?! Zira cehennem ne kötü bir varılacak yerdir! Allah katında onların yerleri derece derecedir. Allah onların yaptıklarını görüyor”.

Allah’ın rızasına uyan kimselerin derece derece oldukları gibi Allah’ın gazabına uğrayanlarında derece derece oldukları gösterilmektedir. Allah’ın rızasına uyan kimseler ne kadar salih amel yaparlarsa dereceleri artar. Allah c.c Nisa suresinde 95-96. Ayetlerde mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin güçlü olduğu halde cihad etmeyenlerden daha üstün derece de olduklarını gösterdi. Bunun gibi Tövbe suresi 19-20. ayetlerinde “Hacılara yemek ve su vermek veya cami imar etmek ile  Allah ve kıyamet gününe iman etmek, namaz kılmak, zekat vermek ve cihad edenler bir midir?! İman edip hicret eden, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin derecesi daha üstündür” denildi. Yine Hadid suresi 10.ayette “ Fetih’ten önce Allah uğrunda infak edip savaşanlar ile fetih’ten sonra infak edip savaşanlar eşit değildir. Onlar (birinci grup) ın derecesi ötekilerden (ikinci gruptan) daha üstündür” diye buyurdu. Bu günkü gibi Hilafet kurulmadan bunun kurulması için çalışıp harcayanlar ile sonra çalışıp harcayanlar bir değildir. Çünkü şu anda çalışmak daha zor ve daha meşakkatlidir. Devletler ve insanların çoğu çalışanlara karşı durmaktadır. Ama Hilafet kurulduktan sonra durum farklı olacaktır. Yine Mücadele suresi 11. Ayette “Allah iman edip ilmi elde edenlerin derecelerini yükseltir”.  Zümer suresi 9.  Ayette “Deki bilenler ile bilmeyenler bir midir” diye buyurdu. İmanla beraber ilmi elde etmenin üstünlüğünü gösteriyor. Haşr suresi 20.ayette cehennemlikler ile cennetliklerin bir olmadığı ve ancak cennetliklerin kazananlar olduğunu beyan etti. Secde suresi 18. Ayette müminler ile fasıkların bir olmadığını beyan etti. Müminlerin cennetlik ve fasıkların cehennemlikler olduğunu beyan etti. Kalem suresi 35. Ayette “Müslümanları kâfirler gibi mi göstereceğiz”.

Buna benzer birçok ayette Allah c.c insanlar arasındaki farkı ve amellerinin farkını ve derecelerini göstermektedir. İman küfürden, takva fasıklıktan, cihad etmek etmemekten, fetihten ve hilafeti kurmadan önce çalışmak ve harcamak ile sonra bunu yapmak, bilmek ile bilmemek, cami imar etmek veya hacılara yemek ve su vermek ile namaz kılmak, zekât vermek ve Allah uğrunda cihad edenler bir olmazlar.

Bundan şu hakikat ortaya çıkar; kıymetlerin ölçüsü ve evlalık ölçüsü de meselesi vardır ve de önemlidir. Hangi amel daha kıymetlidir veya hangisinin önce yapılması gerekir? Sorusu hep önce ortaya atılmalıdır. Müslüman hangi iş daha sevaplı ise daha önce onu yapmalıdır. Bunun manası o amel daha üstündür, onu önce yapmak gerekir ve ona daha ehemmiyet vermek gerekir.

İslam hâkimiyetini ve devletini tesis etmek için çalışmak ve bunun uğrunda harcamak cami yapmak veya fakirlere harcamaktan daha üstündür. Enam suresinde 160. Ayetten anlaşıldığı gibi bir fakire sadaka vermenin sevabı veya normal salih amelin sevabı on defa katlanabilir, fakat Bakara 261. Ayetten anlaşıldığı gibi cihad etmek ve Allah’ın sözünü yükseltmek için harcamanın sevabı 700 defa katlanır ve daha fazla da katlanabilir.

Resullah (sav)’in dediği gibi “senin elinle Allah’ın bir insanı hidayete getirmesi senin için güneşin üzerine doğduğu ve battığı şeylerden (dünyadan) daha hayırlıdır”. (Taberani) o zaman İslam davetini yüklenmek ve İnsanları hidayete getirmek çok sevaplıdır ve her şeyden üstündür.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in de şu dediğinden İslam’ı uygulamanın ne kadar önemli ve üstün bir iş olduğu anlaşılır: “Yeryüzünde bir haddi uygulamak bu yeryüzünde yaşayanlar için bir ayın yağmurundan daha hayırlıdır”. Ve başka rivayetlerde ise şöyle geçti  “ … Kırk sabah veya kırk gece veyahut kırk senenin yağmurundan daha hayırlıdır”. (taberani, Nesai, İbni Hanbel, darekuntni). Eğer Allah’ın bir hükmünü uygulamanın o kadar değeri varsa, Allah’ın hükümlerinin bütünü uygulamak ne kadar değerlidir?! Bunun değeri hiç ölçülemez, pek üstündür. Bunun manası bunları uygulayacak İslam Hilafet devletini kurmak için çalışmanın değeri biçilemez ve pek çok sevaplıdır. Çünkü Allah’ın hadleri ve hükümlerini uygulamak ancak İslam devletinin kurulmasıyla olur. Nitekim Allah c.c birçok ayette hükümlerini ve hadlerini uygulamaya çağırdı ve uygulamayanların ya kâfir, ya zalim ya fasık olduklarını ve hatta bir kısmını uygulamak ve bir kısmı uygulamamanın cezasının cehennem olduğunu duyurdu. (Maide 44, 45, 47 ve Bakara 85)

Nitekim Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem İslam’ın bütün hükümlerini uygulayacak devletin kurulmasını ölüm kalım meselesi haline getirdi. Hayatını, malını ve her şeyini buna verdi, ta onu kuruncaya kadar böylece mücadele etti. Onu kurduktan sonra onu korumak ve devam ettirmek için her fedakârlığı gösterdi ve bunu Müslümanlardan da istedi.

Böylece; Müslüman öncelikli ve kıymetli amelleri önce yapmalıdır. Uzun vadeli ise buna önem vererek diğer amelleri yapmaya çalışmalıdır. Fakat eksen öncelikli ve değerli amel olmalıdır. İslam Hilafet devletini kurma işi uzun vadelidir, bu amel eksen olarak gösterilmelidir, diğer ameller bu eksen etrafında dönmelidir. Müslüman kendi zamanını ve işlerini buna göre ayarlamalıdır. Herhangi bir iş davetiyle çelişecekse veya onu meşgul edecekse veya kendisine onu unutturacaksa o işi yapmaz. Daima davetin işini her işten önce yapar, tercih eder ve daha fazla onunla meşgul olur. Zira Allah yanında yüksek derece elde edip cennete girmek için çalışır. Dünyanın kıymeti nedir buna karşı?!  Nitekim Allah dünyanın değerini ahirete göre hiç mesabesinde saydı.

Kâfirlerin dereceleri de farklıdır, bunlar günah işledikçe ve İslam’la savaştıkça küfrün karşılığında görecekleri azaplar üzerine azapları artacaktır; “Küfrünü gizleyip Müslüman olduğunu gösteren kimseler, onlar Münafıktırlar, cehennemin en alt katındadırlar”. (Nisa 145) “ “Kalpleri hasta olanların azapları üzerine azabı artırdık” (tevbe 125) “Kâfir olup Allah’ın yolundan insanları saptıranların küfürlerinin karşısında azapları üzerine azaplarını arttıracağız”. (Nahl 88)

“Allah’ın mucizelerini gördükten sonra kâfir olanların azabı insanların hiç görmedikleri azabı göreceklerdir”. (Maide 115)

“Firavun gibi yöneticilerin azapları pek şiddetlidir.” (Gafir/Mümin 46)

 “Kim Allah’la birlikte ortak kılarsa, şirk koşarsa  nefsi haksızca öldürürse ve zina ederse …..  Kıyamet gününde azapları artar ve azap içinde ebediyen kalır” (Furkan 68-69) ve buna benzer çok ayetler ve hadisler de vardır.  

Ama bir kâfir İslam’la savaşmazsa ve fazla kötülük yapmazsa ebediyen cehennemde kalır, fakat diğer kâfirler gibi azabı artmaz, İslam’a hizmet ederse yine de cehennemde kalır, fakat azabı diğerlerinkinden hafif olur. Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisini korumaya çalışan amcası Ebu Talip hakkında şöyle dedi: “cehennemin sahipleri arasında en hafif azaplı olan Ebu Taliptir”. (Müslim) bu sebeple dünyada kâfirlere karşı muamelemiz, davranışımız farklı olur; eğer bizimle savaşıyorlarsa onlarla savaşırız, eğer bize teslim olurlarsa İslam hükmü altında yaşamayı kabul ederlerse onlara Müslümanlar gibi muamele gösteririz. Ahitli olurlarsa ahitlerine saygı gösteririz. Yine “Eğer kâfirler dinde Müslümanlarla savaşmazsa ve onları diyarlarından çıkartmazlarsa onlara iyilik yapmakta sakınca yoktur. Ama Müslümanlarla dinde savaşırlarsa, onları diyarlarından çıkartırlarsa veya onları çıkartanlara yardımcı olurlarsa onları dost edinmek caiz olmaz. Kim bu kâfirleri dost edinirse zalimlerden olur” (Mümtehine 18-19)

İşte dünyada ve ahirette insanlar imanlarına ve salih amellerine göre derece derecedirler. Onlarla muamele buna göre olur.  Irk, renk, milliyet, kavim, kabile, aşiret ve buna benzer farkların hiç biri ölçü değildir. Nitekim Allah c.c Hucurat suresi 13.ayette

“Ey insanlar sizi erkek ve kadın olarak yarattık, ondan sonra halk halk ve kabile kabile haline getirdik ki; birbirinizi tanıyasınız. Şüphesiz ki Allah katında en üstün olanınız en takvalı olanınızdır. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır”.

İşte insanlara karşı kullanılan yegâne ölçü; insanın imanı ve takvası olan salih amellerin yapılmasıdır. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve onun nehiylerinden vazgeçmektir. Takva sahibi kimse; Allah neyi emrettiyse yapar ve neyi yasakladıysa ondan vazgeçer. Dünyada ve ahirette değeri buna göredir. Daha değerli olmak için müminler yarışsınlar. Daha önce bu surede, 133. Ayette bunu gösterdik.

Nitekim Allah bütün insanların ne yaptıklarını görür. Budan dolayı derecelerini tayin eder; ya ödüllendirir ve ödüllerini artırır ya da cezalandırır ve cezayı ağırlaştırır.      

Allah kendi Resulünün masumluğunu, her kötülük ve hainlikten uzak olduğunu gösterdikten sonra müminler kendilerinden kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, kendilerini temize çıkartan, kendilerine kuranı ve hikmeti öğreten bu Resulün göndermesiyle onların üzerine minnetini gösteriyor. Oysa daha önce apaçık sapıklık içerisindeydiler. Allah’ın resulü böyle ise hainlik yapar mı?! Elbette hayır. Müminler sabah akşam Allah’a teşekkür etmeli ve minnettarlığını göstermeliler. Çünkü kendilerine kuranı ve hikmeti öğreten bir resul gönderdi. Hem de bu resul kendilerindendir. Asil ve şerefli bir ailedendir, doğduğu günden beri onu tanıyorlar, onların arasında yetişti ve büyüdü. Ahlakını, karakterini ve üstün meziyetlerini iyice biliyorlar. Hatta ona emin, güvenilir ve sadık lakaplarını kendileri verdiler. Onun hakkında hiç bir kötülük görmediler ve duymadılar. Kendilerinden üstün olduğunu biliyorlar.

Onlar apaçık sapıklık ve karanlık içerisindeyken onları kurtarmaya geldi; kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyor, kendilerine kuranı ve hikmeti öğretiyor, böylece onları temize çıkartıyor. Bu kuran ve onun açıklaması olan sünnetle onları kurtarıyor ve temize çıkartıyor. Bu nedenle kurtuluşun ve temiz olmanın tek yolu kuran ve sünneti uygulamaktır.  

Ayette kitap ve hikmet geçti; kitap malumdur, o Kurandır. Resul kitap dışında neyi öğretiyordu? Sünnetten başka bir şey var mıydı? Hayır. Öyleyse hikmetin manası sünnettir. Sünnet ise, hadis-i şeriftir, Kuranın açıklamasıdır. Zira kuran-ı kerimdeki insanın ameliyle ilgili geçen ayetlerin çoğu ya mücmel (detaysız) umum (genel) ya mutlak (kayıtsız) ifadelerden ibarettir. Hadis-i şerif mücmelin detaylarını açıklar. Namazla ilgili ayetler mücmel olarak geçti. Hadis-i şerif detaylarını açıkladı: rekâtlarının sayısı, şart, mani, sebep, azimet, ruhsat, sıhhat, butlan ve fesat detaylıca ahkâmını gösterdi. Zina edenlerin cezası 100 değnektir. Bu genel hükümdür. Hadis evliler için bir tahsis, özel hüküm gösterdi, o recm edilir. Ayette geçtiği gibi; hırsızın eli kesilir; bu mutlak bir hükümdür. Hadis buna kayıt gösterdi; el bilekten kesilir. Ayrıca hırsızlığın miktarını ve diğer şartlarını gösterdi. Hadis te Kurandaki bir asıl olan hükme fer’i ilhak eder. İki kız kardeşiyle aynı anda evlenmek yasaktır. Hadis buna bir fer’i ilhak etti: Bir kızın halası veya teyzesi veyahut yeğeni ile aynı anda evlenmesini yasakladı. Buna benzer pek çok misal vardır. Bazen de kuranda gümrük yasaklığı ile ilgili hükümler gibi meselelerin hükmünü gösterir.  

(Sünnet Kur’an Gibi Tefekkür Siyaset Ve Teşri İçin Kaynaktır kitabımızda bu hususları geniş bir şekilde açıkladık. Oraya bakabilirsiniz).

Böylece hikmetin manası sünnettir, hadis-i şeriftir. Resulullah  Sallallahu Aleyhi Vesellem bunları Kuran gibi Müslümanlara  öğretti.

Oysa insanlar Müslüman olmadan daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. Allah onları bu Resulün sayesinde kurtardı, aydınlığa ulaştırdı ve saadete kavuşturdu. Kalkındılar ve on asırdan fazla dünyanın yegâne büyük devlet sahibi oldular. Her alanda ilerlediler. Bu asırda tekrar Kuran’a ve hikmete sarılırlarsa Allah’ın izniyle dünyanın en büyük devletine tekrar sahip olacaklardır.

Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Veda hutbesinde şöyle buyurdu:

” فاحذروا أيها الناس! إني تركت فيكم ما إن اعتصمتم به فلن تضلوا أبدا: كتاب الله وسنة نبيه صلى الله عليه وسلم. إن كل مسلم أخ مسلم، المسلمون إخوة، ولا يحل لإمرئ من مال أخيه إلا أعطاه عن طيب نفس، ولا تظلموا، ولا ترجعوا من بعدي كفارا يضرب بعضكم رقاب بعض”

 “Ey İnsanlar dikkat edin! Size iki şey bıraktım, onlara tabi olursanız hiç şaşmazsınız; Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir. Her Müslüman diğer Müslümanın kardeşidir. Müslümanlar kardeştirler. Gönül hoşnutluğu ile olmazsa birisinin kardeşinin malından bir şey alması helal olmaz. Birbirlerine zulmetmeyin. Benden sonra (milliyetçi naralar yüzünden) birbirilerinizin kellerini vurarak kafir olmayın’’. (Malik ve Elhakem)