-47-

  1. Musibetlerin sebepleri
  2. “Allah’ın izniyle”nin manası
  3. Münafıkların bahaneleri
  4. Cihada gitmemek ölümden kurtarmaz

أو لما أصابتكم مصيبة قد أصبتم مثليها قلتم أنى هذا قل هو من عند أنفسكم إن الله على كل شيء قدير (165) وما أصابكم يوم التقى الجمعان فبإذن الله وليعلم المؤمنين (166) وليعلم الذين نافقوا وقيل لهم تعالوا قاتلوا في سبيل الله أو ادفعوا قالوا لو نعلم قتالا لاتبعناكم هم للكفر يومئذ أقرب منهم للإيمان يقولون بأفواههم ما ليس في قلوبهم والله أعلم بما يكتمون (167) الذين قالوا لإخوانهم وقعدوا لو أطاعونا ما قتلوا هنا قل فادرءوا عن أنفسكم الموت إن كنتم صادقين (168)

(Bedir savaşında) iki katını (kâfir düşmanınıza) başına getirdiğiniz bir musibet (Uhud savaşında) kendi başınıza geldiği zaman; bu nereden geldi? Dediniz. Deki o musibet kendinizdendir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir. (165) iki topluluğun karşılaştığı gün sizin başınıza gelen musibet Allah’ın izniyle olmuştur ki müminleri bilsin (166) münafıkları da bilsinler, oysa kendilerine Allah’ın uğrunda savaşın veya savunun denilirse şöyle derler: eğer savaş olacağını bilseydik sizi izlerdik. Onlar o gün imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylerler.  Oysa Allah kalplerinde sakladıklarını iyi biliyor (167) onlar da oturup savaşa gitmedikleri halde savaşa giden kardeşlerine şöyle dediler: bize uysaydılar orada öldürülmezlerdi. Deki; dediğiniz doğru ise kendinizden ölümü uzaklaştır! (168)

Allah c.c Uhud savaşının neticelerinden meydana gelen tartışmalar ve durumları sergileyip cevap veriyor. Zira tabi olarak bir yenilgi veya bir musibet gelirse insanlar arasında tartışmalar meydana gelir. Bunun sebeplerini araştırmaya, suçluyu bulmaya veya birbirlerini itham etmeye ve suçlamaya, şöyle olsaydı böyle olmazdı ve benzerini demeye başlarlar. Müminler kendi aralarında bu tartışma meydana geldiği gibi münafıklarla da tartışma oldu. Allah onlara belli hakikatleri gösteriyor ki buna göre düşünsünler ve hareket etsinler.

Müminler Uhud savaşında yenilgiye uğrayınca nereden bu musibet başımıza geldi dediler. Yenilginin sebebini araştırdılar. Allah kendi elçisinin vasıtasıyla onlara cevap vererek o musibet kendinizdendir dedi. Çünkü siz liderinize isyan ettiniz. Müslümanların sırtını korumak için Uhud dağında yerleştirilen askerlerin çoğu liderleri olan Resululah Sallallahu Aleyhi Vesellem den ikinci emri beklemeden savaşın bittiğini zannederek yerlerini bıraktılar ve ganimetten paylarını almaya yöneldiler.

Buradan anlaşılan husus musibetin sebeplerinden biri insanın işlediği suçtan dolayıdır. Şura suresi 30. ayette “bir musibet başınıza gelirse sizin ellerinizin işlediği kötülükten dolaydır. Aynı anda Allah işlediğiniz birçok kötülüğü affeder”. Kehf suresi 58. Ayette “Allah insanların işledikleri kötülüklere aldırış etseydi hemen onlara azabı verirdi, fakat onu onlara tayin ettiği karşılaşma (kıyamet) gününe erteliyor”. Zira Fatr suresi 45. ayette söylediği gibi “Allah insanları bütün işledikleri kötülükten dolayı bu dünyada cezalandırsaydı yeryüzünde yürüyen bir kimseyi bırakmazdı. Fakat bu cezalandırmayı belli zamana erteliyor”. Onun için insan bir kötülük işleyip başına bir musibet gelmezse kurtulduğunu zannetmesin. Nitekim ceza ya hemen gelir ya da başka zaman da gelir veyahut ahirete bırakılır. Bu nedenle insan bir kötülük işlerse ve başına hemen bir musibet gelmezse hemen tövbe etsin, umulur ki Allah onu affedip ona bir musibetle ceza vermesin.  

Yine de bir grup insanlar arasında bir veya bir kaç kişi yaparsa bir suç işlerse bunun akıbeti sadece suç işleyenlere değil, bütün bu grup insanlara dokunacaktır. Resulullah’a isyan eden Müslümanlar aslında belli kişilerin olmasına rağmen musibet bütün Müslümanların başına geldi. Bu nedenle Allah (cc) bununla alakalı Enfal suresi 25. Ayette müminleri şöyle uyardı; “Yalnız kendilerinizden zulüm yapanlara değil hepinizi kapsayacağı bir fitne ve musibetten sakının” .  Bu uyarı ise; bu ayetten önceki ayete binaen geldi. O ayette; Allah ve Resulü müminlere hayat verecek şeye icabet etmelerini talep etti. Bunun manası Allah’ın ve Resulünün emirlerine uymayı ve nehiylerinden vazgeçmelerini istedi. Allah’ın dinini uygulamaya davet etti, uygulamasalar veya Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen zalim yöneticileri olursa ve onları değiştirmeye çalışmasalar, sadece Allah’ın hükümlerini uygulamayan zalimlere değil bütün Müslümanlara o musibetin dokunacağı konusunda uyardı. Maide suresi 49. Ayette Allah “Kendisinin indirdiğiyle hüküm etmeyi emrederek farz kılıyor, insanların heva ve hevesine uymayı yasaklıyor, indirdiğinin bir kısımdan dahi yüz çevirmekten sakındırıyor. Eğer bir kısmı olsa da Allah’ın indirdiğinden yüz çevirirlerse kesinlikle Allah işledikleri günahlarının bir kısmına karşı onların başına bir takım musibetleri getirecektir”.

İşte Müslümanların başına gelen musibetlerin sebebi belli oldu; Kendi yöneticileri Allah’ın indirdiğiyle memleketlerini yönetmiyorlar, küfür olan demokrasi, laiklik ve cumhuriyet sistemini koruyup uyguluyorlar. Hürriyetlerin sistemini savunuyorlar, herkes hür, serbest, isteyen namaz kılar istemeyen kılmaz, kadın isterse başörtüyü takar istemezse takmaz, isteyen dine uyar, istemeyen dine uymaz, hiç bir kimse diğerine karışmasın, namaz kılmayana niye kılmıyorsun deme ve buna benzer sözleri söylemeye başladılar. Yöneticiler küfrü uyguladıkları ve hatta Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyi isteyenlerle savaştıkları halde onlara karşı gelmezler ve daha kötüsü onları savunup desteklerler ve karşı gelenlere karşı gelirler. Nitekim Emr-i bil maruf veya marufu emretmek (insanlara ve yöneticilere Allah’ın emirlerini göstermek) ve nehy-i anil münkeri veya münkeri nehyetmek (Allah’ın yasakladıklarından onları vazgeçirmeye çalışmak) mevcut olan sistem ve yöneticiler tarafından yasaklandı ve kötü göstermeye başlandı. Oysa Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Canımı elinde tutan Allaha yemin ederim ki; muhakkak marufu emretmelisiniz, münkeri nehyetmelisiniz, yoksa Allah size öyle bir azap indirir ki sonra ona dua edeceksiniz, ama duanızı kabul etmeyecektir”. (Tirmizi ve Taberani)

 Şu tehlikeli ve İslam’a aykırı sözü de bazı şüpheli veya korkak kimseler yaymaya başladılar: “Hak veya doğru her yerde söylenmez”.  Bu sözü özellikle zalimlere karşı çıkanlara telkin etmeye çalıştılar ve susturmaya çalıştılar. Oysa bu yanlış söz muhkem ayetlerle kesin delaletle sabit olan bu marufu emretmek ve münkeri nehyetme farzına aykırıdır. Maide suresinde 54.ayet, Kehf suresi 29. Ayet, Al-i İmran suresi104. Ve 110. ayet Muhkem ayetlerle sabit olan kimseden korkmadan hakkı söylemenin, marufu emretmek ve münkeri nehyetmenin farzına aykırıdır. Müslümanlar en zor durumdayken hakkı söylediler ve çekinmediler. Habeşistan’a kaçınca ve Kureyş’in temsilcisi onları tekrar iade etmek için oranın kralı olan Necaşi’yi ikna etmeye çalışırken bunlar Hz. İsa hakkında başka şey söylüyorlar dedi. Müslümanlar bunu duyunca ne olursa olsun hakkı söyleyeceğiz dediler. Necaşi Müslümanları çağırdı ve sordu. Müslümanların temsilcisi Cafer gerçeği söyledi. Ayrıca,  Bakara suresinde 159. Ayet ve 174. Ayetleri gibi muhkem ayetlere aykırıydı; Allah’ın ayetlerini gizleyenler veya açıklamayanlar lanetlendi ve cehennem azabıyla tehdit edildi. Küfre ve zulme karşı malla ve canla savaşmayı emreden pek çok muhkem ayetler geçti. Birçok sahih hadisler de vardır.  

Yukarıda geçen ayetlerde Allah müminlere bir şeyi de hatırlatıyor; eğer bir musibet başınıza geldi ise bunun benzerinin iki katını kâfir düşmanlarınıza getirdiniz. Bunun manası siz hala karlısınız. Bundan anlaşılan husus; insanın başına bir musibet gelirse Allah ona kaç iyiliği verdiğini hatırlasın. İnsan ne kadar kötülük ve günah işlediğini, Allah’ın emirlerinde ne kadar kusur gösterdiğini hatırlasın, bunun karşılığı ne kadar musibet geldi, onları dengelesin. İnsan görür ki her işlediği kötülüğe ve gösterdiği kusura karşı musibet gelmedi, bunların cezası ahirete ertelendi, ancak pişmanlık duyup tövbe ederse salih amel yaparsa müstesnadır.

Aalah (cc) başka bir şeyi de müminlere öğretiyor; düşman kafirlerin elleriyle başınıza gelen musibetler Allah’ın izniyle oldu, bunun manası onun iradesiyle oldu: isteseydi bunun gelmesini engellerdi, zira kendisine rağmen olmadı. Onun iradesiyle gerçekleşmesinin manası; onun otoritesi ve egemenliği altında gerçekleşti, onun egemenliği dışında hiç bir şey gerçekleşmez. İşte müminler buna inanmalılar. Zira bu akideden bir parçadır. Evet; kâfirler kendi iradeleriyle kalkıp Müslümanlarla savaştılar ve onlardan bir kısmını öldürdüler, ama Allah izin vermeseydi olmazdı, yani; Allah bunu engellemek isteseydi olmazdı. Fakat engellemedi ve bu musibet onun otoritesinin ve egemenliğinin altında oldu. Müslümanlar da kendi iradeleriyle İslam devletinin Başkanı olan Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emirlerine muhalefet ettiler. Allah kâfirlerin elleriyle onların başına böyle bir musibetin gelmesine müsaade ederken, Müslümanların düşünmesini, bundan ders almalarını ve böyle muhalefet yapmamalarını istedi. Yoksa nefret ettikleri düşmanın elleriyle bile cezalandırılabilirler.

Ayrıca Allah bu musibetle müminler ile münafıkları birbirinden ayırmak istiyor. “..müminleri bilsin, munafıkları da bilsin” derken Onun ilmi veya bildiği ortaya çıksın; oysa Allah müminlerin ve münafıkların kim olduklarını biliyor, insanlar ise bilmiyorlar. Musibetle imtihan ederek herkesin ne olduğunu ortaya çıkartır. Bu açıdan musibet şer olmuyor, Allah (cc) bunların olmasına izin veriyor ki münafıklar belli olsun ve samimi müminler belli olsunlar.

İnsan günah işlemese de başına musibet gelir, onu imtihan etmek için Allah onun başına ufak büyük bir musibet dokunduruyor. Müslüman sabrederse ve Allah’a isyan etmezse günahlarına kefaret olur veya kıyamet gününde terazide sevaplarının kefesine sevap eklenir. Nitekim günahsız masum olan Peygamberlerin başına musibetler geldi; hastalandılar, daveti yüklenirken eziyet gördüler, yaralandılar, bir kısmı da öldürüldü. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve onunla olan müminler üç sene kadar kafirler tarafından hapsedildi, aç bırakıldı, taşlandı, üzerine pislik atıldı, Uhud savaşında yaralandı ve vefat etmeden önce hastalandı. Allah Bakara suresi 155. Ve 157. ayette müminleri korku, açlık, malların, canların ve meyvelerin eksiltilmesiyle imtihan edeceğine dair yemin etti. Böylece sabırlıları belli edecektir, ayrıca onun mağfiret ve rahmetiyle onları ödüllendirecektir.  

Allah Tövbe suresi 127. Ayette münafıkların düşünmelerine ve tövbe etmelerine fırsat vererek her senede bir veya iki kere onları bir takım musibetlerle imtihan ettiğini bildiriyor. Buna rağmen tövbe etmek istemiyorlar. Kâfirlerin başına musibet geliyor, onlar için azap olur. Allah (cc) Tövbe suresi 14. Ayette kâfirlere azap vermek ve alçaltmak için onlarla Müslümanların savaşmalarına emir veriyor. Birçok ayette kâfirlerin hem dünyada hem ahirette azap göreceklerini bildiriyor. Bakara suresi 114, Maide suresi 33, Ra’d suresi 34. Ayetlerinde geçtiği gibidir.

Münafıklar daima bahane bulmaya veya bir şeyler uydurmaya çalışırlar; Uhud savaşına gidilirken Münafık Abdullah bin Ubey ve onunla beraber bir kısım kişiler yoldan dönüce bazı Müslümanlar onları dönmemeleri için ikna etmeye çalıştılar. Bu ayetlerde geçtiği gibidir :“kendilerine Allah’ın uğrunda savaşın veya savunun denilirse şöyle derler: eğer savaş olacağını bilseydik sizi izlerdik. Onlar o gün imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylerler.  Oysa Allah kalplerinde sakladıklarını iyi biliyor”. Bir şey uydurmaya çalıştılar, oysa yoldan dönüyorlar, bazı Müslümanlar onları ikna etmeye çalıştılar, ama kalplerindekini söylemiyorlar ve başka şey söylemeye çalışıyorlar. Bu ise Münafıkların adetlerindendir. Daima bir gerçeği örtmek için başka şeyler söylerler, ağızlarıyla müminleri kandırmaya çalışırlar ve yalan söylemekten geri kalmazlar. Bu nedenle samimi kimse bahane aramaya veya uydurmaya çalışmaz, gerçek mazeret varsa bile bunu geçmeye çalışır ve işini veya kendisinden talep edilen hususu yerine getirmeye gayret sarf eder.

Yine münafıklar diğerlerini etkilemeye çalışırlar, savaş olduktan sonra akrabalarından savaşıp şehitliğe nail olanlar için ayette geçtiği gibi şöyle dediler: “onlar da oturup savaşa gitmedikleri halde savaşa giden kardeşlerine şöyle dediler: bize uysalardı orada öldürülmezlerdi. Deki; dediğiniz doğru ise kendinizden ölümü uzaklaştırın” .

Bu ayette Allah (cc) ölümün sebebinin savaşa katılma olmadığını gösteriyor. Savaşa gitmedikleri halde ölmeyecekler mi? Kendilerine soruyor. Zira böyle veya şöyle er-geç öleceklerini onlara hatırlatıyor. Bu nedenle Allah onlara meydan okuyarak ve kesin hüccetle doğru söylüyorsanız kendinizden ölümü uzaklaştırın dedi.

Buna göre filan savaşa gitmeseydi ölmezdi, zalimlere karşı mücadele etmeseydi onların tarafından öldürülmezdi, şu yere gitmeseydi veya şu uçağa binmeseydi veyahut bu arabayı sürmeseydi ölmezdi denilmez. Daha önce tefsirini yaptığımız Al-i İmran suresi 154. Ayette “ bu işten bize bir şey olsaydı burada öldürülmezdik. Onlara şöyle de: evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi takdir edilmiş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendilerinden çıkıp giderlerdi”. Öldürülecek kimseler evlerinde olsaydılar hangi yerde öldürülecekse ölümleriyle karşılaşmak üzere o yere gideceklerdi. Uhut’ta öldürüleceklerinden dolayı oraya gittiler. Çünkü evlerinde öldürülmeyeceklerdi. Kim onları öldürecekse o kişiler onlara gelecek ve onları öldürecekler. Öldürülecek kimse öldürüleceği yere gidecek ve onu öldürecek kimse onu öldürecektir. Allah (cc) bu hakikati insanlara öğretiyor. Bu da insanın iradesi dışında ve mahkûm olduğu kaza ve kader konusuna dâhildir.

Bu asırda birçok kişi bu konuyu düşünmeden bu hataya düşerler. Daveti yüklenenler dikkatli olup özellikle akrabalarına bu hususu düşündürmelidir. Zira bazıları filan kişi daveti yüklenmeseydi hapse düşmezdi veya orada zalimler tarafından işkence altında öldürülmezdi derler. Ölüm kendilerine gelinceye kadar sabredip davaları üzerinde ısrarlı kalacaklar. Ya Allah onlara zaferi verir böylece hem dünyayı hem ahireti kazanmış olurlar, ya da zaferi görmeden ölürler, böylece ahireti kazanırlar, ama dünyadan da nasiplerini elde ettiler ve mutlu yaşadılar.