• –       51 –

Bu ayetlerde geçen şu hakikatlerle ilgili açıklama getiriyoruz:

Kâfirlerin Müslümanlara eziyet verici sözler kullanmaları

Kâfirlere karşı sabrederek fikri ve siyasi mücadele yapmak

Azmedilmesi gereken işler ve azimkâr olmak

Allah’ın kitabını gizlemeyip açıklamak ve onu sımsıkı tutup satmamak

Yaptıkları veya Yapmadıkları halde yaptıklarını gösterip övünmek

Allah her şeye malik ve kadirdir, insanların yaptıklarına muhtaç olmaması

لَـتُبۡلَوُنَّ فِىۡۤ اَمۡوَالِكُمۡ وَاَنۡفُسِكُمۡ وَلَـتَسۡمَعُنَّ مِنَ الَّذِيۡنَ اُوۡتُوا الۡكِتٰبَ مِنۡ قَبۡلِكُمۡ وَمِنَ الَّذِيۡنَ اَشۡرَكُوۡۤا اَذًى كَثِيۡـرًا‌ؕ وَاِنۡ تَصۡبِرُوۡا وَتَتَّقُوۡا فَاِنَّ ذٰلِكَ مِنۡ عَزۡمِ الۡاُمُوۡرِ‏ ﴿۱۸۶﴾  وَاِذۡ اَخَذَ اللّٰهُ مِيۡثَاقَ الَّذِيۡنَ اُوۡتُوۡا الۡكِتٰبَ لَتُبَيِّنُنَّهٗ لِلنَّاسِ وَلَا تَكۡتُمُوۡنَهٗ فَنَبَذُوۡهُ وَرَآءَ ظُهُوۡرِهِمۡ وَ اشۡتَرَوۡا بِهٖ ثَمَنًا قَلِيۡلًاؕ فَبِئۡسَ مَا يَشۡتَرُوۡنَ‏ ﴿۱۸۷﴾  لَا تَحۡسَبَنَّ الَّذِيۡنَ يَفۡرَحُوۡنَ بِمَاۤ اَتَوْا وَّيُحِبُّوۡنَ اَنۡ يُّحۡمَدُوۡا بِمَا لَمۡ يَفۡعَلُوۡا فَلَا تَحۡسَبَنَّهُمۡ بِمَفَازَةٍ مِّنَ الۡعَذَابِ‌ۚ وَلَهُمۡ عَذَابٌ اَ لِيۡمٌ‏ ﴿۱۸۸﴾ وَلِلّٰهِ مُلۡكُ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِ‌ؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرٌ﴿۱۸۹﴾  

Muhakkak ki mallarınız ve canlarınızla imtihan edileceksiniz, sizden önce kendilerine kitap verilen (ehl-i kitap) ve müşrik olanlardan çok eziyet veren sözler duyacaksınız. Eğer sabrederseniz ve takvalı olursanız azimkâr iş yapmış olursunuz (186)  Allah kendilerine kitap verilen kimselerden şu sözü aldı; muhakkak ki insanlardan kitabı hiç gizlemeden onlara tam açıklayacaksınız. Fakat onlar kitabı arkalarına atıp az fiyatla onu sattılar. Satışları ne kadar kötüdür! (187) Kendilerine verilmiş olan şeylerle sevinip yapmadıklarıyla diğerlerinin övgüsünü isteyenlerin azaptan kurtulacaklarını sanma! Onlar için pek acılı azap vardır (188) göklerin ve yeryüzünün mülkü Allaha aittir. Allah her şeye kadirdir (189)

Kaza ve Kader dairesinde, insanın iradesi dışında malda ve canda Müminlerin başlarına musibetler gelecektir. Bu musibetlerle imtihan edilirler. Nitekim Allah (cc) bu konuyu birçok ayette pekiştirdi. Özellikle Bakara suresi 155. Ayette bunu müminlere vurguladı, korku, açlık, mal, can ve meyvelerden noksanlıkla imtihan edilecekler. Onlardan kim Allah’a imanı ve bağlılığı gösterip sabrederse onu affedeceğine ve rahmetiyle kapsayacağına dikkati çekti, bunların hidayetli olduklarını gösterdi. Böylece müminlerin sabırlı olduklarını ve kendisine bağlı olduklarını ortaya çıkarttırır. Eğer sabırlı çıkar ve kendisine bağlılıklarını gösterirlerse günahlarını silecek ve bol sevap verecektir. Zira dünyayı imtihan yeri olarak kıldı, bu nedenle onu kısa tuttu, ahireti daimi olarak kıldı, dünyadaki imtihanı kazanan kimse ahireti kazanır ve ebediyen en güzel nimetleri elde ederek cennette yaşar.  Allah (cc) bunu yüzlerce ayeti kerimede bize gösterdi.

Başka bir imtihan da gösterdi; bu ise; kâfirlerin müminlere getirdikleri eziyetlerdir. İster ehl-i kitap olsun isterse müşrik olsun Kâfirler Müslümanlara eziyet etmeye ve eziyet veren sözler sarf etmeye çalışacaklar. Onlar bu hususta Müslümanlara karşı birleşirler. Zira kâfirler imana dayalı söz işitmeyi veya imana bağlılığı gösteren imanlı kişiyi görmeye tahammül etmezler. Çünkü kâfirlerin şu ortak noktaları vardır; hakkı reddetmek, haktan nefret etmek, hakkı kabul edenleri içlerine kabul etmemek, bu nedenle müminlere karşı kalpleri katı, kindar ve zalim olup Müslümanlara dilleriyle ve elleriyle de eziyet etmeye çalışırlar. Nitekim, bu surede (Al-i İmran) daha önce tefsirini yaptığımız 118- 120. Ayetlerde Allah (cc) onların durumlarını müminlere gösterdi “Size karşı besledikleri kin ve buğuz dillerinde belli olmaktadır. Göğüslerinde sakladıkları ise bundan daha büyüktür. Eğer düşünüyorsanız bu ayetleri size açıkladık.” (118) “İşte siz öyle kimselersiniz ki o insanlar sizi sevmedikleri halde siz onları seviyorsunuz ve bütün indirilen kitaplara inanıyorsunuz, (oysa onlar size indirilen Kitaba inanmazlar). Sizinle karşılaştıkları zaman inandık derler, fakat kendi başlarında kaldıkları zaman size karşı besledikleri kinden dolayı öfkelenerek parmaklarını ısırırlar. Onlara deki; öfkenizden çatlayın! Şüphesiz ki Allah göğüslerin içindekini tam bilir.” (119) “Eğer size bir iyilik dokunursa onları üzer, eğer size bir kötülük dokunursa onları sevindirir. Eğer sabredip Allahtan korkarsanız onların hileleri size zarar vermez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır.” (120)   

Mumtehine suresi 2. Ayette müşriklere değinerek “Eğer onlar (kâfirler) size üstün gelirlerse düşmanlıklarını gösterir, kötülükle elleri ve dillerini uzatırlar, sizin kâfir olmanızı da arzu ederler”. Bundan önceki 1. Ayette onlar “size gelen hakkı inkâr ettiler” zira “ siz rabbiniz olan Allaha inandınız” bu nedenle “ Allah’ın düşmanı oldukları gibi sizin düşmanınız oldular” öyleyse “onları dost edinmeyin ve sevgi beslemeyin”. Dost edinmenin manası; müttefik olmak, kâfirlerle aynı fikri, siyasi, iktisadi,  askeri paktta veya grupta beraber olmak veyahut bir koalisyon içinde bulunmaktır. Bu şekilde onlar dost edinilmiş olur.

Birçok ayette ehl-i kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem ve İslam’ın hak olduğunu kalplerinde bildikleri halde inkâr ettiklerini gösterdi. Bakara suresi 109. Ayette Ehli kitaptan çoğu, hak kendilerine apaçık beyan olduktan sonra, nefslerindeki hasetten dolayı, sizi îmânınızdan sonra küfre döndürebilmeyi (fıska düşürmeyi) isterler. diye bildirdi.  

Hatta Bakara 105. Ayette “İster ehl-i kitap olsun isterse müşrikler olsun Kâfirler Müslümanlara Allahtan bir hayrın gelmesini hiç istemedikleri” de beyan edildi. Bakara suresi 120. Ayette “Yahudiler ve Hristiyanlar’ın kendi dinlerine tabi olmadıkça müslümanlardan hiç razı olmayacaklarını” da açıkladı.

Allah cihad emri gelinceye kadar kâfirlere karşı sabredilmesi ve onlardan değil yalnız kendisinden korkulmasını müminlerden istedi. Bunun manası; onun emir ve nehiylerine uymaları gerekir. Bundan dolayı kâfirlerle fiili savaş durumu olmadıkça onlara karşı sabrederek fikri ve siyasi mücadele yapmak gerekir. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke’de bunu yapıyordu.

Eğer Mekke dönemi gibi kâfirlerin hükmü altında Müslümanlar yaşıyorlarsa hiç silah kullanmadan sadece fikri ve siyasi mücadele yaparlar. Yine İslam Hilafet devleti kurulduktan sonra kâfirlerle ateşkes anlaşması yapılırsa onlarla fikri ve siyasi mücadele yapılır. Eğer fiili savaş olursa onlara karşı fikri ve siyasi mücadeleye de devam ettirilir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kâfir devletlerle savaşırken onlara karşı fikri ve siyasi mücadele ediyordu. Onların aleyhine kamuoyu oluşturuyordu, onların haksız olduklarını ortaya çıkartıyordu, fikirlerinin batıl olduğunu göstererek çürütüyordu, zalim oldukları ve insanları ezdiklerini gösteriyordu.

Bu nedenle kâfirlere karşı silahlı mücadele ara sıra ateşkes anlaşmalarıyla dursa bile fikri ve siyasi mücadele hiç bir zaman durdurulmaz. Hatta kâfirler İslam Hilafet devletinin yönetimi altında zimmi olarak yaşamayı kabul etseler onlarla mücadeleyi yine de sürdürürüz, onları İslam’a çağırırız, ikna etmek üzere onlarla güzel üsluplarla tartışırız. Nitekim Allah c.c Nahl suresi 125. Ayette “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et, onlarla en güzel şekilde cedelleş, tartış” emrini verdi. Nitekim İslam Hilafet devleti dışarıdaki kâfirlere daveti yüklenirken içindeki yaşayan kâfirlere de daveti yüklenecektir.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem İslam devleti içinde yaşayan kâfirlerin her çeşidine daveti yükleniyordu. Onların yanlarına gittiği gibi yanına çağırıyordu. Daha önce tefsir ettiğimiz Al-i İmran suresi 64. Ayette ehl-i kitabı “şirk koşmamak, hakkı söylemek ve kabul etmek için çağırın, kaçarlarsa biz müslümanız diyerek müslünamlığnızı vurgulayın ve meydan okuyun”.  Ama onlar kaçtılar, tartışmaya yanaşmadılar. Çünkü fikri tartışmada mağlup olacaklarını ve İslam’ın hak olduğunu biliyorlar.

 Onlarla tartışmaların sahneleri Kuran’da birçok yerde gösterildi, küfür inançlarını savunurlardı ve küfür sözlerini de sarf ettiler. Bu nedenle daha önce tefsirini yaptığımız Al-i İmran suresi181. Ayette Ebu Bekir Yahudilerle tartışmak için onların dershanelerine gidip onların bir hahamı “Allah fakirdir ve biz zenginiz” deyince onun yüzüne tokat indirdi. Bu nedenle Allah (c.c) Müslümanların kâfirlerden çok eziyetli sözler duyacaklarını söyleyerek fiili savaş başlayıncaya kadar onlara karşı sabretmeyi istedi, aynı anda fikri ve siyasi mücadeleyi sürdürmeyi de istedi.

عَزۡمِ الۡاُمُوۡرِ “azim edilmesi gereken işlerdir” ifadesi Kuran’da bir kaç yerde geçmektedir.

Bu Al-i İmran suresi 186. Ayette  “Sabretmek ve takvalı azim edilmesi gereken işlerdir”, Lokman suresi 17. Ayette “namaz kıl, marufu emret, münkeri nehyet ve sana dokunan musibetlere karşı sabret. Bunlar azmedilmesi gereken işlerdir”. Şura suresi 43. Ayette “kim sabrederse ve affederse, işte bu, azmedilmesi gereken işlerdir”. Başka bir ifadeyle ancak azimkâr kimseler bu işleri yapar. Zira insanlarla fikren mücadele eden ve zalim rejimlere karşı siyasi mücadele yapan kimseler, bu zalim insanların ve rejimlerinin sözlü ve maddi eziyetleriyle karşı karşıya kalırlar. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve sahabeleri bu nedenle eziyet gördüler. Buna rağmen sebatlılık göstererek sabrettiler ve Allah’ın emrine uydular, böylece takvalı oldular. Bu nedenle azimkâr kimseler sayıldılar.

Nitekim Allah kendi Resulüne Ahkaf suresi 35. Ayette “Azimkâr Resullerin sabrettikleri gibi sabret” şeklinde hitap etti. Onlar sözlü ve maddi eziyetlere maruz kaldıkları halde sabrettiler, karşılık vermediler, hatta kavimleri için hidayetle Allah’a dua ettiler, yollarından sapmadılar, davalarında taviz göstermediler, tam sebatlılık ve metanet göstererek davetlerini sürdürdüler.

Ayrıca kâfirlerin sarf ettikleri sözlere ve eziyetlerine karşı sabretmekle ilgili birçok ayet vardır: Taha suresi 130. ayette “Söylediklerine karşı sabret, güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabbini hamd ederek tesbih et”, Hicr suresi 97-98. ayette “Söylediklerinden dolayı sıkıntı duyduğunu biliyoruz. Rabbini hamd ederek tesbih et ve secde edenlerden ol”, Müzzemmil suresi 10. Ayette “Söylediklerine karşı sabret, onlardan güzel şekilde (karşılık vermeden) uzak dur”. Rum suresi 60. Ayette “Sabret, Allah’ın vaadi (verdiği söz) haktır, iman etmeyenler kendilerine uyarak seni hafife almasınlar”.

İşte, daveti fikirle yüklenirken kâfirlerin sözlü ve maddi eziyetlerine karşı sabretmek gerkir, hiç silah kullanılmaz ve şiddete başvurulmaz. Bu Allah’ın Resulüne vahyettiği yoldur. Sabrın sevabı büyüktür, dünyada hedefe götürür. Sabetmiyenler azimkâr ve ciddi olmayanlardan olup yolda düşer, mücadeleden vazgeçer ve meydanı kâfirlere terk eder. Oysa azimkarlık ciddiyetin ta kendisidir.

Ciddiyet şu üç şeyi gerktirir; hedefi tayin etmek, buna ulaşmak için gerekli olan yolu tespit etmek, hedefi gerçekleştirebilen her meşru üslüp ve vesileyi kullanmak, gerçekleştirinceye kadar sabretmektir. 

Bu asırda dava adamı böyle olmalıdır, sadece sözle yetinir, kaba kuvvete başvurmaz ve şiddet kullanmaz. Zira insanları kazanmak istiyorsa sabırlı olmalıdır.  Çünkü her yerde rejim ve adamları bu daveti kendi çıkarlarına ve saltanatlarına bir tehdit olarak görürler. Bu nedenle fikirle karşılık veremeyince daveti yüklenenlere eziyet edecekler. Yine onları kandırmaya çalışacaklar, gelin sistemlerimize katılın, görev alın, istediklerinizi elde edersiniz diyecekler. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e bu teklifte bulundular, ama kanmadı ve Allah onu bundan sakındırdı. İsra suresi 73- 75. ayetlerinde buna değindi.

Allah’ın kitabını gizlemeyip açıklamak ve ona sarılıp onu satmamak:

Allah kendilerine kitap verilen kimselerden şu sözü aldı; muhakkak ki insanlara kitabı hiç gizlemeden tam açıklayacaksınız. Fakat onlar kitabı arkalarına atıp az fiyatla sattılar. Satışları ne kadar kötüdür!

Burada Yahudiler ve Hristiyanlar kast edildiği halde Allah’ın indirdiği kitabı olan Kuran’ı veya ondan bir ayeti dahi gizleyip açıklamamak onların durumuna düşmektir. Zira usülde şer’i kaide şöyledir, “önemli olan münasebet (esbab-ı nüzul) değil, lafzın umumiliğidir”. Birçok ayet belli bir münasebetlerde indirildi, ama manası ayetin içeriğine göre kim yaparsa onu kapsar. Biri hırsızlık yapınca onunla ilgili hırsızsın cezasını içeren ayet indi. Zina, içki, kumar, faiz ve sair yasaklar belli kişiler yaptıktan veya sorduktan sonra ayet nazil olur. Ama o kişilerle de sınırlı kalmaz, kim bu yasağı işlerse ona bu ceza uygulanır. Yine bir takım farzlar ve diğer hükümler belli kişilerin sorularına veya yaptıklarına dair hüküm nazil oldu. Ama o hükümler onlara has olmaz, umumi olur, herkesi ilgilendirir.

Bu nedenle Allah-u Teala ehl-i kitap’tan bu sözü aldığını bize açıklarken sadece bilgi olarak vermiyor, hem de bu bir haberdir. Usul-u Fıkıhta haber ise bir taleptir. Talep ise bir emirdir. Bununla ilgili kesin karine varsa kesin emir olur, değilse ya sünnet yâda mubah olur. Nehiyle ilgili talep ise kesin karine geçerse haram olur, değilse mekruh olur. Bu nedenle Allah (cc) bizi uyarıyor, ehl-i kitap gibi olmayın, siz Allah’ın sözüne vefakâr olun, kitabın bütün ayetlerini gizlemeden insanlara açıklayın.

Ayrıca; Allah Bakara suresi 159. Ayette kendi kitabında indirdiği ayetler ve hidayeti gizleyip açıklamayanları lanetledi. Yine Bakara suresi 174. Ayette;  Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

 Bunun manası Müslümanlar Yahudiler ve Hristiyanlar gibi olmayacaklar, onlar Allah’ın indirdiği kitapları gizli gizliye değiştirdiler, gerçekleri örttüler. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in gerçeğini örttüler. Böylece ehl-i kitap kâfir oldular ve cehennem azabına müstahak oldular.

Bu nedenle Müslüman Allah’ın ayetlerini hiç bir kimsenin kınamasından çekinmeden açıklamalıdır, bu kendisine farzdır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” بلّغِوا عني ولو آية”

“Bir ayet dahi bilirseniz onu tebliğ edin” (Buhari)

Ayetleri tebliğ etmek ayetleri açıklayan Hadis-i şerifi tebliğ etmek ve onun açıklamasını açıklamak gerekir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem:

” نضّر الله عبدا سمع مقالتي فحفظها ووعاها وأداها، فربّ حامل فقه غير فقيه، وربّ حامل فقه إلى من هو أفقه منه”

“Benim sözümü işitip ezberleyen, kavrayan ve diğerlere açıklayan kulun yüzünü Allah parlatsın. Belki fıkhı taşıyan kendisi bir fakih değil, fakat bir fakih kimseye fıkhı taşır,  belki biri fakih değil ama kendisinden daha fıkhı bilen kimseye fıkhı götürür” ( İbni Hanbel, Tirmizi, Darmi, İbni Maceh)

Bunun manası Müslüman kendi dininden ne öğrenmişse açıklamalıdır. Belki bir kimse fakih olduğu halde, ama fakih olmayan bir kimseden önemli şeyleri öğrenebilir. İkinci raşidi Halife Hz. Ömer r.a mihirleri sınırlandırmak isteyince bir kadın itiraz edip bununla ilgili Nisa suresindeki 20. Ayeti okudu. Halife büyük âlim olmasına rağmen şöyle dedi: “kadın doğru söyledi ömer hata etti”. Minberden inerken büyük tevazu ile şöyle dedi: “Bütün insanlar Ömer’den daha fakihtirler”. Oysa Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Ömer hakkında şöyle dedi: “Benden sonra bir nebi (peygamber) gelecek olsaydı Ömer olurdu”. (İbni Hanbel, Tirmizi, El hakim)

 Zira hiç bir âlim her şeyi bilmez. Bu asırda daveti yüklenen birçok genç fakih olmadıkları halde İslam’la ilgili çok önemli fıkhı şeyler öğrendiler, o fakih kimselere götürürler. Özellikle bu gençler birçok fakihin öğrenmedikleri; İslam Hilafet devletinin anayasasıyla, İslam nizamlarıyla ve dünya siyasetiyle ilgili fikirleri öğrendiler, fakih veya âlimlere götürüyorlar açıklıyorlar.

Bu nedenle; her Müslüman âlim veya fakih olsun olmasın Allah’ın vahyettiği Kuran olsun hadis-i şerif olsun başkalarına açıklamalıdır. Bu her Müslümana farzdır, öğrendiğinden hiç bir şey gizleyemez, yoksa ayetlerde geçtiği gibi Allah’ın şiddetli azabını karşılar. Hiç bir kimse cahilim, bilmiyorum demesin, öğrendiğini söylesin, en az Halifeyi düzelten kadın gibi olsun. Zira Allah’ın dinini öğrenmek ona farzdır. Herkes İslam’dan öğrendiğini açıklarsa ilim yayılır, bu şekilde Müslümanlar ilimde birbirlerini tamamlarlar. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle açıkladı: “kim bir ilim hakkında sorulduğu halde gizlerse Allah kıyamet gününde onun ağzını ateşten bir gemle gemleyecektir”. ( Tirmizi, İbni Maceh)

Kendilerine verilmiş olan şeylerle sevinip yapmadıklarıyla diğerlerinin övgüsünü isteyenlerin azaptan kurtulacaklarını sanma! Onlar için pek acılı azap vardır (188)

Yahudiler Musa (as) vasıtasıyla Allahtan kendilerine kitap verildği için sevindiler ve övündüler. Fakat bu kitabı uygulamadılar, bir kısmını sakladılar bir kısmını da değiştirdiler. Aynı anda uygulamadılar, emrolundukları şeyleri yapmadılar ve yerine getirmediler. Sadece kitapsız olan müşrik Araplar karşısında övünüyorlar ve bunların kendilerine övgüsünü bekliyorlardı. Bu nedenle müşrik Araplar bazı konuları bilmek ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem karşısında durabilmek için Yahudilere başvuruyorlardı. Allah (cc) onların azaptan kurtulacaklarını sanmasınlar, ama Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e söylüyor, o Yahudiler dinlemiyorlardı, çok mağrur oldular. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onlara azap göreceklerini deyince bir kaç gün görürüz sonra kurtuluruz dediler. Allah (cc) Daha önce tefsirini yaptığımız Al-i İmran suresi 24. ayette buna değinerek onları yalanladı, mağrur olduklarını da gösterdi. Tersine onlar için pek elim azap vardır. Kitaplarıyla övünüyorlar ve kitap sahibi oldukları için diğerlerinin övgüsünü bekliyorlar. Boşuna!

Bu asırda bazı Müslümanalar Kuran’la övünüyorlar, hatta “Kura’n rehberdir” diye söylerler, ama hiç Kuran’ı uygulamıyorlar, onu uygulamak için de davet etmiyorlar. Yahudiler gibi sadece Araplıklarıyla veya Türklükleriyle Ve Turancılıklarıyla övünüyorlar.

Münafıklar cihada gidip savaştıklarıyla övünüyorlardı. Oysa cihada riyakârlık ve gösteriş için gidiyorlardı ve pek savaşmıyorlardı. Tersine kaçmaya ve Müslümanların morallerini bozmaya çalışıyorlardı. Müslümanlar zafer elde edince biz sizinle beraberdik ve sizi arkadan koruyorduk diyerek övünüyorlardı. Müslümanların övgüsünü bekliyorlardı, kendilerine mücahit ve cesur desinler diye bekliyorlardı. Aynı anda ganimetten pay almak için kavga ediyorlardı. Bunlar için elim azap hazırlandı.

Zira Allah niyetleri biliyor, ona göre hesaba çekiyor. Dünyada ne kadar müminleri aldatmaya çalışırlarsa da Allah’ın azabından kurtulamazlar. Allah onların açıkladıkları ve gizlediklerini kesin olarak biliyor. O insanı yarattı ve bu insanın kalbinden ne geçiyorsa bilir. Bunu birçok ayette pekiştirdi. Buna rağmen insanların çoğu Allah’ın en gizli şeyleri bildiğini unuturlar. Riyakârlık ve gösteriş olarak birçok iş yaparlar. Hem de insanların övgüsünü beklerler ve arzu ederler.

Samimi müminler yapmadıkları güzel işi yaptık demezler, yaptıkları güzel işleriyle övünmeye çalışmazlar ve diğerlerin övgüsünü hiç beklemezler. Sadece Allah’ın övgüsünü veya rızasını beklerler. Allah hesap gününde onları yaptıkları işleri nedeniyle övecek ve sevap verecektir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve melekler onları övecekler. Sair müminler onlara gıpta edecekler.   

Allah o kâfilerin, münafıkların ve onlara benzeyen kişilerin işlerine muhtaç olmadığını ve kendilerine azabı verebileceğini pekiştirmek için şu ayeti indirerek bildirdi: Gökler ve yeryüzünün mülkü Allaha aittir. Allah her şeye kadirdir (189)

Allah onlara gökler ve yeryüzü benimdir, size hiç ihtiyacım yoktur, övünmekle kendilerinize bir fayda sağlayamazsınız, bana da fayda veremezsiniz. Zaten bunu istemiyorum. Eğer Allah için sadık niyetle ve samimi şekilde bir iş yaparsanız kendilerinize fayda sağlarsınız, karşılığını veririm. Ama öyle değilse sırf övünmek için çalışıyorsanız veya ne şekilde olursa olsun sırf insanların övgüsünü bekleyip duruyorsanız ben size azap vermeye kadirim. Her şeye gücüm yeter.

Şu varki; bazı insanlar yaptıkları veya yapmadıkları güzel işleri yapmakla övünmeyi çok seviyorlar ve başkalarının övgüsünü arzu ediyorlar. Filan işi yaptım, şöyle yaptım, şöyle ettim deyip övünürler. Hatta yaptıkları işi büyütürler, bir şey diyerek eklerler. Bunların tedavisinin yolu onların dikkatini şu hususlara çekmekten geçer: Bu hareketten hiç bir şey kazanmayacaklarını, insanların onların bu hareketini fark ettikleri ve içlerinde onlardan nefret ettikleri,  zaten insanlar onların güzel iş yapıp yapmadıklarını bilirler, bu nedenle onlar bunu göstermeye çalışmasınlar, göstermeye çalışırlarsa insanlar onlara değer vermezler, bunların gösteriş için yaptıklarını düşünürler ve başlarına getirmezler veya yükseltmezler. Onların samimi olmadıklarını ve hasta olduklarını içlerinde derler. Ayrıca işin bereketini yok ederler, sonucu güzel olmaz veya devam etmez. Bu dünyada böyledir. Ahirette ise sevap alamazlar, tersine sevaplarını yok ederler ve günah işlemiş sayılırlar. Bundan dolayı yukarıdaki ayette geçtiği gibi acılı azabı tadarlar.

İnsanlar bu dünyaya ehmiyet verdikleri için hep ondan söz ederler, mallarıyla, kazandıklarıyla, evlatlarıyla, eğlendikleriyle ve dünyada ne varsa onu konuşmaktan bıkmazlar, zira hisetikleri hayat ve gördükleri şey bu dünyadır. Böylece hedefleri dünyayı kazanmak oldu. Bu dünyadan ne kadar mal kazanırlarsa, ne kadar lezzet tadar ve şehvet elde ederlerse o kadar mutlu olduklarını söylerler. Fakat Allah hep ahiret üzerinde durdu, salih iş yapan müminlere ne kadar güzel şeyler hazırladığını anlatımıştır. Dünyayı insanlara tattırırken ahiretteki hayatı ve güzelliğini gösterir. İnsanlar dünyada bunu görmeseler ahireti tasavvur edemezler. Dünyayı yaratan O’dur, tekrar bunun benzerini ve daha güzelini yaratamaz mı?! Elbette bunu yaratır. Öyleyse hep ahireti düşünmeliyiz. Dünyayı Allahın emrine göre kazanmaya çalışsak ahireti kazanırız.