• 52 –

Bu ayetlerde geçen şu hakikatlerle ilgili açıklama getiriyoruz:

  • Allah’a iman etmenin esasının akli delille olması
  • İmanın neticesinin doğru ibadet yapmaya götürmesi
  • Allah’a iman indirdiği sisteme inanmayı gerektirir
  • Akli delille iman eden taviz vermeden mücadele eder
  • Duanın Kabulüyle ilgili önemli hususlar
  • Erkek ve kadının amellerinin kabulü

İnsan akıl ile Allaha nasıl inanır?

Düşünmek farz mıdır?

İman ve Dua neyi gerektirir?

Kimin duası kabul edilir?

Bu hususlarda erkek ile kadın arasında fark var mıdır?

Sonuna kadar mücadele edenin sıfatları nedir?

Bunların duası niçin kabul edilir?

اِنَّ فِىۡ خَلۡقِ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِ وَاخۡتِلَافِ الَّيۡلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيٰتٍ لِّاُولِى الۡاَلۡبَابِۖ‏ ﴿۱۹۰﴾  الَّذِيۡنَ يَذۡكُرُوۡنَ اللّٰهَ قِيَامًا وَّقُعُوۡدًا وَّعَلٰى جُنُوۡبِهِمۡ وَيَتَفَكَّرُوۡنَ فِىۡ خَلۡقِ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِ‌ۚ رَبَّنَا مَا خَلَقۡتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبۡحٰنَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ‏ ﴿۱۹۱﴾  رَبَّنَاۤ اِنَّكَ مَنۡ تُدۡخِلِ النَّارَ فَقَدۡ اَخۡزَيۡتَهٗ ‌ؕ وَمَا لِلظّٰلِمِيۡنَ مِنۡ اَنۡصَارٍ‏ ﴿۱۹۲﴾  رَبَّنَاۤ اِنَّنَا سَمِعۡنَا مُنَادِيًا يُّنَادِىۡ لِلۡاِيۡمَانِ اَنۡ اٰمِنُوۡا بِرَبِّكُمۡ فَاٰمَنَّاۖ رَبَّنَا فَاغۡفِرۡ لَنَا ذُنُوۡبَنَا وَكَفِّرۡ عَنَّا سَيِّاٰتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الۡاَبۡرَارِ‌ۚ‏ ﴿۱۹۳﴾  رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدۡتَّنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخۡزِنَا يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ ‌ؕ اِنَّكَ لَا تُخۡلِفُ الۡمِيۡعَادَ‏ ﴿۱۹۴﴾  فَاسۡتَجَابَ لَهُمۡ رَبُّهُمۡ اَنِّىۡ لَاۤ اُضِيۡعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنۡكُمۡ مِّنۡ ذَكَرٍ اَوۡ اُنۡثٰى‌‌ۚ بَعۡضُكُمۡ مِّنۡۢ بَعۡضٍ‌‌ۚ فَالَّذِيۡنَ هَاجَرُوۡا وَاُخۡرِجُوۡا مِنۡ دِيَارِهِمۡ وَاُوۡذُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِىۡ وَقٰتَلُوۡا وَقُتِلُوۡا لَاُكَفِّرَنَّ عَنۡهُمۡ سَيِّاٰتِهِمۡ وَلَاُدۡخِلَنَّهُمۡ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ‌ۚ ثَوَابًا مِّنۡ عِنۡدِ اللّٰهِ ‌ؕ وَاللّٰهُ عِنۡدَهٗ حُسۡنُ الثَّوَابِ‏ ﴿۱۹۵﴾ 

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için (Allah’ın varlığına dair) deliller vardır. (190) Onlar ki ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler, Rabbimiz! Bunu boşuna yaratmadın, seni tenzih ederiz, bizi cehennem azabından koru! (191) Rabbimiz! Kimi cehenneme sokarsan alçaltmış olursun, (kıyamet günü) zalimlerin yardımcıları yoktur. (192) Rabbimiz! İmana davet edenin şu çağrısını duyduk: Rabbinize iman edin! Buna icabet ederek iman ettik. Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve iyi kimselerle beraber bizi vefat ettir! (193) Rabbimiz! Bize Resullerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi alçaltma! Şüphesiz sen vadinden hiç caymazsın! (194) Bunun üzerine onların Rabbi, dualarını kabul etti. Onlara dedi ki: şüphesiz ben erkek olsun kadın olsun hiç birinizin salih amelini boşa çıkarmam. Nitekim siz birbirilerinizdensiniz. (Allah için) kim hicret ederse ve diyarlarından çıkarılmışsa, benim uğrumda eziyet çekti, savaştı ve öldürüldüyse muhakkak; onların kötülüklerini örteceğim ve altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu ise; Allahtan bir mükâfattır. Nitekim en güzel mükâfat Allah’ın katındadır (195)

Daha önceki ayette Allah (cc) göklerin ve yerin mülkünün kendisine ait olduğunu, her şeye malik ve kadir olduğunu, insanların yaptıklarına muhtaç olmadığını gösterdikten sonra insanlara kendisinin var olduğuna dair göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde deliller vardır dedi. Ama akıl sahipleri bunu düşünüp idrak ederler. Burada Allah bunu idrak etmeyenlerin sanki akıl sahibi olmadıklarını gösteriyor, çünkü akıllarını kullanmıyorlar. Düşünmediklerinden dolayı onları sert şekilde eleştirip yeriyor.

Aklıselim sahibi olan kimse göklerin ve yerin nasıl yaratıldığını düşünürse Allah’ın varlığını idrak eder, göklerde hayli yıldız ve gezegen vardır, her biri bir yörüngede yürüyor; kim bunları yarattı? Kim onları bir düzene göre yürüttü? Her biri sınırlıdır; belli hacmi vardır, başlangıcı ve sonu da vardır, acizdir; yoktan bir şey meydana getiremiyor. Ayrıca bir düzene bağlıdır, onun dışına çıkamaz. Akıl sahibi bunları idrak eder ve Allah’ın varlığına kesin şekilde inanır.

İnsan kendi varlığını düşünürse Allah’ın varlığına kesin olarak inanır. Kendisi su damlası idi, sonra kan pıhtısı oldu, sonra et parçası oldu, kemik oldu, ondan sonra etle kaplandı, beyin, gözler, kulaklar, burun, dudaklar, dil, mide, kalp, ak ve karaciğer, böbrek, tenasül organları, eller, ayakları ve bunların sistemlerini kim yarattı? Nasıl böyle şeyler yaratıcısız olabilir ki? Asla mümkün değildir. İnsan bunu, hayvanları, ağaçları, bitkileri ve sair hissettiği şey Allah’ın varlığını kesin olarak idrak eder, düşündükçe imanı artar. Bu nedenle düşünmek farzdır ve çok sevaplıdır.

Bazı insanlar bunları tabiat, doğa yarattı diye iddia ederler. Oysa kendileri tabiatın birer parçalarıdır. Tabiat ise; kâinat, insan ve hayattır. Teker teker aciz, muhtaç, eksik ve sınırlıdır. Toplamı da böyledir. Her biri bir düzene veya bir takım kanunlara bağlı olup zorunlu şekilde yürütülüyor. Düzen onların iradesi dışındadır, kendileri koymadılar, zorla ona bağlandılar. Hiç bir yıldız onun dışına çıkamaz. Yine insan birçok kanuna ve düzene bağlıdır, onları değiştiremez. Onun yaratılışı, doğuşu, ölümü, şekli, kendi vücuduyla normal şekilde uçamaması, su üzerinde dik olarak yürüyememesi, kendi vücudundaki sistemler ve bunların çalışması vs. hepsi insanların iradesi dışında birer kanun ve sistemlerdir. Bunları akıl sahibi düşünürse Allah’ın varlığını idrak eder.

 Yine gece ve gündüzün nasıl değiştiklerini düşünseler Allah’ın hakikatini keşfederler. Güneş her sabah doğar ve her akşamda batar, böylece gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişi olur. Bu da dünyanın veya yerin güneşin etrafına dönmesiyle gerçekleştirir. Allah bunun kanununu koydu ki gece ve gündüz meydana gelsin. Kasas suresi 71 ve 72. Ayetlerinde Allah (cc) insanlara hitap ederek Gece daimi kılarsa kim size gündüzü getirir veya gündüz daimi kılarsa kim size geceyi getirir? Kendisinin var olduğuna dair delilleri insanlara gösteriyor ki; varlığına ve yaratıcı olmasına inansınlar. Hem de akli delilleri gösteriyor ki imanın akli delille olmasını istediğinden dolayıdır. Böylece iman sağlam ve sarsılmaz olur.

Bakara suresinde 164. Ayette “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanların faydasına denizde yüzen gemilerde – nasıl bu gemiler tonlarca taşırken su üzerine yürüyor, insanlara büyük fayda sağlıyor- Allah’ın gökten indirdiği suda, arazi ölüyken indirdiği suyla ihya ettiğinde, bu arazide her tür canlı varlığı yaymasında, rüzgârı istediği tarafa sevk edişinde, gökyüzü ile yeryüzü arasında emre tabi olan bulutlarda, aklını kullanan insanlara Allah’ın varlığına dair deliller vardır”.

İnsan beş duyu organıyla hissettiği her şeyi düşünsün ve düşünsün defalarca düşünsün, tam emin olduktan sonra inansın, hiç şüphesi kalmasın ki yakini ve kesin imana sahip olsun. Zira kâfirlerin inançları şüphelidir veya zanni ve onlarda hiç kesinlik yoktur. Bu nedenle inançlarıyla oynuyor, değiştiriyor ve ekleyip eksiltiyor. Aklını kullanırsa batıl inançları ve dinlerini bırakırlar. Bu nedenle Allah (cc) iman etmek için akli delillerin kullanılmasını gerekli kıldı. İmanın da şüphesiz yakini ve kesin iman olmasını farz kıldı. Böylece imanın tarifi buradan çıktı: “vakıaya mutabık delille kesin tasdik etmektir”. İşte gösterilen deliller tam vakıaya ve var olan eşyalara uygun olmalıdır. İşte ondan sonra kesin şekilde tasdik olur.

Şu var ki; şartlı olmadan aklını kullanan ve tam hakkani şekilde düşünen kimse elbet gerçeği idrak eder ve Allah’ın varlığına şirksiz inanır. Eğer kişi anormal veya aklı çelinmişse bu hakikatleri inkâr eder ve inatçılık gösterir. Bile bile inanmak istemiyor. O nedenle Allah “Akıl sahiplerine delil vardır” dedi. Bunu düşünmeyende aklı yoktur manasında gelmişse de aklını kullanmayan veya düşünmeyen kimse olarak gösterip ona sert bir şekilde çatar. Yoksa bu kişi mükelleftir, o nedenle cehennem azabını hak etmiş olur. Aklı olmasaydı mükellef olmazdı ve azabı hak etmezdi.  

Başka ayetlerde; Araf suresi 179. Ayette kâfirlerin kalpleri (akılları) var, fakat hakkı idrak etmek için onu kullanmıyorlar, böylece hiç bir şey anlamıyorlar, gözleri var fakat hakkı görmüyorlar, kulakları var, fakat hakkı işitmek istemiyorlar, onlar hayvanlar gibidirler, daha doğrusu hayvanlardan daha aşağıdırlar, daha fazla şaşkındırlar. Zira hayvanlar özürlü olup akledemiyor, düşünemiyor, bilgi edinemiyor ve bilgiyi olaylara bağlayamıyor, bu nedenle düşünemiyorlar. Kâfirler bunlara benziyor, beyinleri varken hakla ilgili bilgi edinmek veya işitmek istemiyor veyahut bilgiyi reddederek kendi heva ve heveslerine göre bilgi istiyorlar. Gerçek kendi gözleri önünde varken, onu kabul etmeyip sapık filozof veya bilginlerin teorilerine ve hayallerine,  fantezi gibi düşüncelerine inanırlar. Doğru bilgiyi kabul etmiyor veya işitmek istemiyorlar. Bu şekilde hayvanlardan daha şaşkın oldular ve tam gaflette kaldılar.

Bakara suresi 258. ayette İbrahim (as) zamanındaki hükümdarla tartışmanın nasıl geçtiğini gösteriyor, hükümdara Allah güneşi doğu tarafından ortaya çıkartıyor, sen batıdan onu ortaya çıkart deyince o yönetici şaşırıp kaldı. Burada İbrahim (as) akıl yoluyla o yöneticiyi ikna etmeye çalıştı. Buna rağmen hükümdar inanmak istemediğinden dolayı Hz. İbrahim’i zalimce cezalandırmak üzere ateşe attı. Ama Allah onu kurtardı. Şimdiki Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen yöneticiler gibidir; ne kadar İslam hakikatlerini göstersek de kabul etmek istemedikleri gibi daveti taşıyanları cezalandırıyorlar. Bu yöneticiler Allah’a inanıyoruz diye iddia ederken onun dinini ve şeriatını inkâr ediyor veya reddediyorlar veyahut inkâr etmiyoruz ama uygulayamayız şeklinde yalan iddiada bulunuyorlar. Küfür olan Laikliği kabul ederek dini devletten ayırarak beşerin hâkimiyeti olan demokrasiye inanırlar veya rıza gösterirler veyahut maslahat için katılıyoruz şeklinde iddia ediyorlar.

Oysa Allah’a iman onun dinine ve şeriatına iman etmeyi gerektirir. Ayrıca buna iman etmek için bir sürü ayetler geçti. Hatta Maide suresi 44. Ayette gösterildiği gibi Allah’a inansa bile ama indirdiği hükümleri inkâr ederse ve bu hükümlerle hükmetmezse ve insanları bunlarla yönetmezse kâfir olduğunu ilan etti.

Bu şekilde Allah kendisine iman etmenin düşünmekle ve akli delille olmasını elzem kıldı.  İnsan akli delilleri görerek aklını kullanırsa elbet Allah’ın varlığına inanır ve emrine boyun eğip uyar. Böylece imanı sağlam olur, sırf vicdani ve taklidi olursa hiç sağlam olmaz. Yalnız vicdani olursa hissi ve duygusal olur ki şirke maruz kalır, zira vicdan inandığı şeyleri mücessem olarak göstermeye çalışır. Yaratıcıyı yaratılmış olanlarda görmeye çalışır. Bundan dolayı insanlar taşlara, ağaçlara, hayvanlara, kendileri gibi insanlara, güneşe, aya ve başka yıldızlara taptılar. Bunun sebebi vicdanın hep götüreceği neticelerdir. Bu nedenle vicdanla beraber akli delilleri göstererek düşünce olmazsa iman sağlam olmaz.

Yine taklidi iman sağlam olmaz, insan sebatlılık göstermez, çünkü düşünmeden ve tam idrakle imanı telakki etmedi. Onu her an terk edebilir veya ona başka şeyleri katabilir, bu da şirke götürür. Bu sebeple birçok ayette Allah (cc) kâfirlere babalarının dinlerine uyduklarından dolayı çattı. Bakara 170, Maide 104, Lokman 21, Zuhruf 22-24 ayetler gibi. Bunun manası Müslümanlar da taklidi imandan nehyediliyor demektir. Çünkü diğerlerine çatılırsa Müslümanları da kapsar. Ayrıca insan dinini tam uygulamaz ve onun uğrunda mücadele etmez veya eziyet görünce hemen cayar, mücadeleyi terk eder. Akli delillerle Allah’a iman eden kimse dinini uygular, onun uğrunda taviz vermeden mücadele eder.

İşte Kuran yüzlerce ayette imanın akli olmasını kesin şekilde talep etti, insanı her şeyi düşünmeye çağırdı, böylece imanın akli olmasını gerektirdi.  

Ayrıca akide de zanni delilleri yasakladı, akide delillerin kesin olmasını şart koştu ki iman sağlam ve sarsılmaz olsun. Bakara 111, Araf 71, Yunus 68, Yusuf 40, Kehf 15, Müminun 117, Enbiya 24, Neml 64, Kasas 75, Saffat 156. ayetlerde kesin delil manasında geçen burhan ve sultan akide için delil olarak istedi. Nisa 157, Enam 116, Araf 71,Yunus 36, Yusuf 40, Necm 23 ve 28. ayetlerde akide de zanna tabi olmayı reddedip tabi olanları zemmetti. Akidenin kesin delille olmasını gerektirip farz kıldı. Bu nedenle Müslümanın akidesini ancak kesin delille alması gerekir ki imanı sağlam ve yakini olsun, imanı uğrunda yaşasın ve ölsün, tereddütsüz Allah’ın emrine uysun, dışında hiç bir emir kabul etmesin.

Zira kesin delille imanın neticesi Allah’a şirksiz kulluk etmektir. Böylece müminler Allah’a aklen inandıkları ve Allah’ın azametini ve büyüklüğünü ve kudretini kavradıklarından dolayı ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken hep Allah’ı anarlar, her harekette ve her işte O’nu hatırlar, hiç unutmazlar, yoksa Haşr suresi 19. Ayette olduğu gibi fasık olurlar. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler ve şöyle dua ederler:  

Rabbimiz! Bunu boşuna yaratmadın, seni tenzih ederiz, bizi cehennem azabından koru.  Rabbimiz! Kimi cehenneme sokarsan alçaltmış olursun, zalimlerin yardımcıları yoktur. Rabbimiz! İmana davet edenin şu çağrısını duyduk: Rabbinize iman edin! Buna icabet ederek iman ettik. Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve salih kimselerle beraber bizi vefat ettir. Rabbimiz! Bize Resullerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi alçaltma! Şüphesiz sen vadinden hiç caymazsın!

Burada Allah (cc) imana davet edenlere dikkati çekti; davet edenlerin ehemmiyetini vurgulamak istedi. Çünkü bunlar olmazsa insanlar hakkı ve hakikati bilmezler. İlk davet eden nebidir, ama bu ayet yalnız nebi davet eder demedi, imana davet edenden söz etti. Her asırda imana davet eden kimseyi kapsar. Bu nedenle her Müslüman imana davet eden olmalıdır. Ayrıca bu imana davet etmek bir devlet yoluyla olunca daha tesirli olur. Bu sebeple imana çağıracak İslam Hilafet devletinin kurulması farz oldu.

Bu duada müminler sırf ahireti kazanmak isterler, çünkü önemli olan ahireti kazanmaktır, zira ahiret ebedi hayattır, mümin kimse onu hedef ediyor, daha doğrusu yaptığı amelden gayesi odur. Baş gaye ise Allah’ın rızasını elde etmektir. Ama dünya tabii olarak kazanılır, çünkü herkes nasibini alacaktır.

Duanın başka ehemmiyeti de vardır, onun içeriğini uygulamaktır. Allah bize duaları öğretiyor, ne dua edeceğimizi gösteriyor. Bunun manası duanın içeriğini uygulamaktır. Ne dua edersek onun amelini yapmalıyız.  “bizi cehennem azabından koru” diye dua ettiğimiz zaman cehennemden bizi kurtaran salih amel yapmalıyız, cehenneme sokan kötü amellerden uzak durmalıyız. Yoksa böyle dua ederken her haramı işliyorsak ve salih amel yapmıyorsak nasıl Allah “bizi cehennem azabından koruyacaktır”. Bu halde bizi korumaz. “zalimlerin yardımcıları yoktur” duasını söylerken nasıl küfrü uygulayan zalimlerin yardımcısı olur?! Onu seçer ve destekler! Allah bu duayı kabul etmez, zalimler ve onları destekleyene azap verir.

“Rabbinize iman edin! Buna icabet ederek iman ettik”. Eğer Allah’a iman etmişsek onun emri dışında bir emir kabul eteyiz. O Rab tır: her şeyin sahibi olduğu gibi her şey için kanun koydu, ona göre yürür. Bize Resulü vasıtasıyla bir takım kanunlar vahyetmiştir. Gerçek Allah’ı rab edinsek onun emirlerine uyarız ve nehiylerinden vazgeçeriz. Kâfirlerden ithal edilen laikliği ve demokrasiyi reddederiz. Bu şekilde iman edenin çağrısına icabet etmiş oluruz.

 “Rabbimiz bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve iyi kimselerle beraber bizi vefat ettir” diye dua ederken günah işlemekten vazgeçmeliyiz, kötülüklerimizi açığa vurmamalıyız, gizleyip tövbe etmeliyiz. Aynı anda salih kimselerle beraber olmak için çalışmalıyız. Salih kimseler ise iman edip Allah’ın emirleri yerine getiren ve haramlardan kaçınanlardır. Öyleyse Müslüman laikliğe, demokrasiye, sair batı fikirlerine, milliyetçiliğe ve vatancılığa davet eden insanlarla beraber olmaz, onların partilerine katılmaz, yoksa salih olmayan kişilerle beraber olur ve duası kabul edilmez. Sadece salih kimselerin hiziplerine katılır.

Dünyanın geçici olduğunu tam idrak ederek ahirete yöneliyorlar. Ayrıca mümin ahireti ve Allah’ın rızasını kazanmak için dünyada Allah’ın emrine göre amel yapacaktır. Bu şekilde dünya işlerini ihmal etmez, fakat bu işleri Allah’ın emrini ve nehyini gözetleyerek yürütür. Sırf dua etmez. Ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Bunun manası da; Allah’ın emrini ve nehyini her hâlükârda hatırlar, Allah’la bağı kurarlar demektir.

Yoksa ayakta veya oturarak çalışırken dua ederse ve aynı anda Allah’ın emrine muhalefet ederse o duasın manası yoktur ve Allah onu kabul etmez. İçki satarken, faizi kazanırken, alışverişte milleti kandırırken, demokratik mücadele verirken veya devletin işlerini laikliğe göre yürütürken, Amerika ile işbirliği yaparken, Televizyonda kötü filmleri, programları ve İslam’a aykırı fikirleri yayınlarken veya açık seçik kadınları gösterirken, milliyetçiliğe veya laikliğe veya sosyalizme ve benzeri batıl fikirlere davet ederken dua ederse ondan kabul edilmez.  

Müslüman “Bize Resullerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi alçaltma! Şüphesiz sen vadinden hiç caymazsın!” diye dua ederken Allah’ın Resulüne vahyettiğine uymalıdır. Bu halde Allah onun duasını kabul eder. Vahyettiğine muhalefet ederken dua ederse Allah nasıl onun duasını kabul eder?! Duanın içerdiğine muhalefet ederken dua eder! Ancak imanla ve duanın içerdiğine uyarak duası kabul edilir.

Böyle sağlam imanla Allah’a dua etmelerinin akabinde Allah onların dualarını kabul ettiğini şöyle ilan ediyor: “Bunun üzerine onların rabbi, dualarını kabul etti. Onlara dedi ki: şüphesiz ben erkek olsun kadın olsun hiç birinizin salih amelini boşa çıkarmam. Nitekim siz birbirilerinizdensiniz. (Allah için) kim hicret ederse ve diyarlarından çıkarılmışsa, benim uğrumda eziyet çekti, savaştı ve öldürüldüyse muhakkak; onların kötülüklerini örteceğim ve altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu ise; Allahtan bir mükâfattır. Nitekim en güzel mükâfat Allah’ın katındadır”.

Burada Allah kendi yarattığı erkek ve kadın arasında herhangi bir fark bulunmadığını vurgulamak istedi. Zira ikisini birbirlerinden yarattı. Hava Âdemden ve çocukları da ikisinden geldi, böylece nesiler erkek ve kadınların birleşmesinden meydana gelirler. Mükellefiyette veya sorumlulukta eşittirler. Ancak her biri kendi gücü ve tabiatına göre mükellef oldu. Erkekler de güçleri yoksa yapamadıkları işlerde mükellef olmazlar. Misal olarak; kör, hasta veya topal ise cihat farzı ondan düşer. Bunlardan salih amel yaparken kim dua ederse Allah ondan kabul eder. Salih amelin yapılması şarttır. Bunun manası Allah’ın emrini yerine getirmek ve yasakladığı şeyden vazgeçmek ve uzak durmaktır.

Kadınlara cihad ve cuma namazı farz kılınmadı. İbin hanbel, İbin Hibban, İbni Maceh, Taberani’nin değişik rivayetlerde; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in dediği gibi kadın ibadetini yaparsa, iffetini korursa ve kocasına itaat ederse, kendisi için cihad yerine geçer, cennete girer. Fakat haram işlemeyecektir. Cuma yerine öğlen namazı kılarsa kendisi için yeter. Hayız ve doğum yaparken üzerinden namaz sakıt olur, oruç tutmaz ama kaza eder. Ev geçimini temin etmek için çalışmak onun üzerine farz değildir, erkek üzerinde farzdır. İşte herkes üzerine düşen mükellefiyeti yaparsa cennetlik olur. Zira Allah salih kulları arasında ayrım yapmadan duaları ve mükellef oldukları salih amellerini kabul edeceğine kesin söz verdi.

Nitekim Bakara suresi 186. Ayette Allah kendisine dua eden kullara yakın olduğunu ve dua eden kimsenin duasına icabet edeceğini bildirdi. Fakat dua eden kimse ona icabet etmeli ve iman etmelidir. İnanarak ve emrine uyarak dua etmelidir ancak bu şekilde doğru yolda olur. Allah’a iman edip itaat ederlerse doğru yolda yürümüş olurlar. Bu halde Allah’a dua ederlerse onlara icabet eder, karşılığını verir.

Allah’a icabet edenler, onun uğrunda mücadele ettiler ve çarpıştılar. Dinlerini korumak ve uğrunda mücadele etmek için hicret ettiler. Mekke’deki Müslümanların misali gösterildi. Onlar kendi dinlerini muhafaza etmek veya Dar-ul İslam’da İslam hükümlerinin gölgesinde yaşamak ve onun için çalışmak, Allah ve Resulüne yardım ederek devletini güçlendirmek, davetini taşımak ve onun yayılması için savaşmak maksadıyla hicret ettiler.

Onlar diyarlarından çıkarıldı veya çıkmaya mecbur bırakıldılar, Allah’ın uğrunda eziyet çekti, savaştı ve öldürüldüler. Yalnız o asırda değil bunlar gibi her asırda olur. Bu asırda İslam hâkimiyeti ve devleti için mücadele edip eziyet gören ve diyarlarından çıkartılanlar onlar gibidirler. Özellikle ayetlerde geçen ifadeler genel idi, her mümin erkek ve kadını kapsar. İman edip salih amel yaparken Allah’a dua ederse, bilhassa Allah için mücadele ederken ve eziyet görürken veya savaşırken veyahut hicret ederken Allah duasını kabul eder. Daha doğrusu en fazla duası kabul edilen kimseler bunlardır. Çünkü sırf Allah ve dini için eziyet görüyor ve yurtlarından çıkartılıyor veyahut savaşıyor ve öldürülüyorlar. İmandan sonra bundan daha yüksek bir husus yoktur.

Allah (cc) dualarını kabul ettiğini söylerken belli bir mesaj veriyor, bu ise; kendi uğrunda mücadele etmenin ehemmiyetini vurguluyor. Zira en yüksek amel Allah uğrunda mücadele etmek ve savaşmaktır. Müslüman onun uğrunda eziyet görürse veya diyarından çıkartılırsa veyahut göç etmeye mecbur edilirse ve dayanırsa duası kabul edilir. Dayanmak ve hak üzerinde sebatlık göstermek farzdır, duanın kabulüne bir şarttır. Nitekim onun sevabı çok yüksektir.

Allah’ın onların kötülüklerini örtmesi ise silmesidir ve yerine sevap verir. Üstelik altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Bu ise; Allahtan bir mükâfattır. Nitekim en güzel mükâfat budur. Allah’ın katındaki ödül en yüksek ödüldür.

Şu var ki imanla beraber Allah’ın emrine göre iş yapılırken ve işi başarmak için sebepleri ittihaz ederken, yol, vesile ve üslupları kullanırken Allah’ın izniyle dua kabul edilip netice elde edilir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem daveti yüklenirken dua ediyordu, savaşa hazırlanırken, plan çizerken, düşmanı korkutacak gücü elde etmeye çalışırken ve savaşırken dua ediyordu. Her tedbiri alıyor, vesile, araç ve gereç hazırlıyor, plan ve üslubu çiziyordu. Nitekim bunları yapmak Allah’ın emridir. Bunlarla ilgili hayli ayetler Kuran’da geçti ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hadis söyledi ve bizzat uyguladı.

Bedir savaşında konaklayacak yer ararken harp stratejilerini bilen Hubab bin Münzir Bedir suyunu ordunun arkasında bırakıp düşmanın oradan içmesini engellemek için fikir ortaya atınca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu kabul etti ve uyguladı. Uhud’ta düşmanın arkadan gelmemesi için sırtını dağa verdi ve dağ üzerinde kendilerini korumak için elli kişilik bir birlik yerleştirdi. Ahzab savaşında hendek kazıdı vs. ayrıca düşmanı şaşırtmak ve tuzağa düşürmek için siyasi oyunları kullandı. Bu savaşta müttefik Kureyş ile Hayber arasını bozmak için bir Müslümanın gitmesine müsaade etti. Aynı anda çok çok dua ediyordu, hatta Ebu Bekir ra. Resululah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in bu kadar dua etmesi ve Allah’a yalvarmasını görünce ona kafi ya Resululah, Allah senin duanı kabul edecek dedi, ama Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hiç durmuyordu, hem orduyu imanla coşturuyor hem de dua ediyordu.

Ayrıca Resululah Sallallahu Aleyhi Vesellem duanın kabulüyle ilgili şu hadisi söyledi:

ثَلَاثَةٌ لَا تُرَدُّ دَعْوَتُهُمْ الْإِمَامُ الْعَادِلُ وَالصَّائِمُ حَتَّى يُفْطِرَ وَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ يَرْفَعُهَا اللَّهُ دُونَ الْغَمَامِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَتُفْتَحُ لَهَا أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَيَقُولُ بِعِزَّتِي لَأَنْصُرَنَّكِ وَلَوْ بَعْدَ حِينٍ

“Üç sınıf insan vardır ki duası Allah katında reddolunmaz: Adil devlet reisi, iftar edinceye kadar oruçlu ve mazlumun duası. Allah mazlumun duasını kıyamet günkü bulutun üstüne yükseltir, gök ka­pıları ona açılır ve Allahu Teâlâ: İzzetime yemin ederim ki bir süre sonra bile olsa elbette sana yardım edeceğim, buyurur.” (Tirmizi, İbin Hanbel)

İşte Müslüman salih amel yaparken duası kabul edilir. İmam, halife veya vali İslam’ı adaletle uygularken dua ederse duası kabul edilir. İnsanlara zulmederse Allah onun duasını kabul etmediği gibi ona azap çektirir. Eğer yönetici küfrü uyguluyorsa veya Allah’ın indirdikleriyle hükmetmiyorsa en büyük zalim olur, ona cehennem hazırlandı. Zira küfrü uyguladığı için insanları saptırır, günah işlemeye sevk eder. Memleketinde günah işleyenlerin günahlarını üstlenir ve günah işleyenlerin günahları üzerlerinden düşmez.

Allah şöyle buyurdu:

قَالَ ادۡخُلُوۡا فِىۡۤ اُمَمٍ قَدۡ خَلَتۡ مِنۡ قَبۡلِكُمۡ مِّنَ الۡجِنِّ وَالۡاِنۡسِ فِى النَّارِ‌ ؕ كُلَّمَا دَخَلَتۡ اُمَّةٌ لَّعَنَتۡ اُخۡتَهَا‌ ؕ حَتّٰۤى اِذَا ادَّارَكُوۡا فِيۡهَا جَمِيۡعًا ۙ قَالَتۡ اُخۡرٰٮهُمۡ لِاُوۡلٰٮهُمۡ رَبَّنَا هٰٓؤُلَۤاءِ اَضَلُّوۡنَا فَاٰتِهِمۡ عَذَابًا ضِعۡفًا مِّنَ النَّارِ‌قَالَ لِكُلٍّ ضِعۡفٌ وَّلٰـكِنۡ لَّا تَعۡلَمُوۡنَ‏ ﴿۳۸﴾ 

 “dedi ki, sizden önce gelip geçmiş cinlerden ve insanlardan oluşan ümmet ve grupların arasına girin, hepiniz cehenneme girin. Cehenneme bir ümmet veya grup grup girdikçe kardeş (benzeri) ümmet ve grubu lanetler. Ta hepsi cehennemde toplanınca son grup öncekilerine şöyle der: ey rabbimiz! İşte bunlar bizi saptırdılar, onlara iki kat ateşten azap ver. Allah dedi ki (derki): her biriniz için iki kat ateşten azap vardır. Fakat (bu azabı nasıl tadacağınızı) bilmiyorsunuz”  (Araf 38) 

Müslüman sadık niyetle ve günah işlemeden oruç tutuyorsa duası kabul edilir. Allah zulme uğrayan kimsenin duasını da kabul eder ve zalimden intikam alır. İslam davetini taşıyan kimselere müjde! Zalimler sizi cezaevine atarlar, onlara beddua edin, Allah onlardan intikam alsın, devletlerini yıksın, size zafer versin ve İslam Hilafet devleti kurmaya imkân versin. Ama davalarınızda hiç taviz göstermemek ve tam metanet ve şecaat göstermek şartıyla!   

Dua kabulüyle ilgili Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’ın şu hadisi vardır:

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَدْعُو بِدَعْوَةٍ لَيْسَ فِيهَا إثْمٌ وَلَا قَطِيعَةُ رَحِمٍ إلَّا أَعْطَاهُ اللَّهُ بِهَا إحْدَى ثَلَاثٍ إمَّا أَنْ يُعَجِّلَ لَهُ دَعْوَتَهُ وَإِمَّا يَدَّخِرَهَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ وَإِمَّا أَنْ يَكْشِفَ عَنْهُ السُّوءَ بِمِثْلِهَا قَالُوا إذًا نُكْثِرُ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ اللَّهُ أَكْثَرُ

“Her hangi bir Müslüman günah içerikli olmayan veya sılai rahmi kesmek (akrabalarla ilişkiyi kesmek) le ilgili olmayan bir duada bulunursa Allah şu üç husustan birini ona verir: ya ona bu duanın içeriğini acilen gerçekleştirir, ya ahirette ona verir, ya da onun miktarı kadar ondan kötülüğü uzaklaştırır”. Müslümanlar dediler ki: çokça dua edelim. Resulullah: “Allah daha çok verir” dedi”. (İbni Hanbel)

Allah (cc) Neml suresi 62. Ayetinde şöyle buyurdu:

اَمَّنۡ يُّجِيۡبُ الۡمُضۡطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكۡشِفُ السُّوۡٓءَ وَيَجۡعَلُكُمۡ خُلَفَآءَ الۡاَرۡضِ‌ؕ ءَاِلٰـهٌ مَّعَ اللّٰهِ ‌ؕ قَلِيۡلًا مَّا تَذَكَّرُوۡنَ ؕ‏

 “Dua ettiğinizde, zor duruma düşen kimsenin duasını kabul eden, sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün halifesi kılan kendisinden başka ilah var mıdır? Allah ile beraber bir ilah olur mu? Ne kadar az düşünüyorsunuz”.

Eğer Müslüman darda ise günahtan uzak kalarak sırf Allah’a başvurup dua ederse Allah onun duasını kabul eder. Allah İslam davetini yüklenen samimi Müslümanların duasını kabul eder, onları sıkıntıdan kurtarır ve yeryüzünde halife kılar, kendi dinini uygulamak için onları halife kılar, otorite verir. Zira Allah insanı yeryüzünde kendi dinini uygulaması için halife kıldı. Kâfirler otorite sahibi olursa bunlara karşı mücadele edip onların ellerinden otoriteyi almayı ve İslam’ı uygulamayı Müslümanlara emir verdi ve kendilerine otoriteyi ve onların vasıtasıyla dinini yükselteceğini bildir. Nur suresi 55. Ayette Allah iman edip salih amel yapanlara şu söz verdi: Yeryüzünde onları halife kılacaktır, kendilerine razı ettiği dini onların vasıtasıyla egemen kılacak, korkularını emniyete çevirecektir. Bu şekilde Allah’a şirksiz kulluk edecekler, Allah’ın hükümleriyle beraber başka hüküm katmaz ve uygulamazlar. Demokratik veya laik hüküm ve kanunları uygulamazlar ve Allah’ın hükümleriyle beraber karıştırmazlar.

“Bu ise; Allahtan bir mükâfattır. Nitekim en güzel mükâfat Allah’ın katındadır”. Cennetin ödülünden daha güzel ödül var mıdır?! Elbette hayır. İnsanlar dünya cennetini elde etmek, güzelliklerini ve nimetleri için gece gündüz çalışır ve mücadele ederler. Oysa bunu elde ederse de geçicidir. Ama ahiretteki cennet, güzellikler ve nimetler ebedidir. Bunun için müminler mücadele etsinler, hem dünyayı hem ahireti kazanırlar.