Soru Cevap

“Buna katılmamız mümkün değil. Esasen bilimin kendisi de izafi olup seküler olanı vardır, vahye şahitlik edeni vardır. Rum/30’dan yola çıkarsak gerçek bilim vahye şahitlik eden bilimdir. Psikolojiye de böyle yaklaşmak gerekir. Seküler zihniyete sahip olan insanlar psikolojiyi vahyin aleyhine kullandılar diye psikolojiyi itibarsızlaştırmanın Takiyyüddin Rasathanesini padişaha bombalattıran medrese kafasından farkı yoktur. İslâm bilim tarihinde bilimle felsefeciler ilgilenmiş. Onların İslâm akaidi ile bağdaşmayan veya bağdaşmadığı düşünülen bazı görüşlerinin faturası bilime kesilerek medreselerden fen bilimleri çıkarılmış. İslâm âleminin bilim ve teknolojideki gerilemesi ve İslâm’ın bilim karşıtı olarak suçlanmasının arkasında bu zihniyet yatıyor. Neyle açıklanırsa açıklansın matbaanın icadından ancak 200 yıl sonra Osmanlı’ya gelmesi hiç olacak şey midir? Onu da İbrahim Müteferrika diye bir Yahudi dönmesi getirmiş. Akıllara ziyan bir durum. Başörtüsünü aşağılayan bir densizin yüzünden psikolojiyi İslâm dışına itmek Müslümanların kendi ayağına sıkması demektir. Psikoloji esas itibarıyla Ra’d/28 ayetinin bilimini yapmak desek yeridir. Veya diğer bir ifadeyle Müslüman psikolojiye bu gözle bakmalıdır. Müslüman psikolojiye sahip çıkmaz ve vahiyle etle tırnak gibi bütünleştirmezse ortam başörtüsünü bilim adına aşağılayan bu gibi psikolog müsveddelerine kalır. Müslüman buna nasıl rıza gösterir. Her bilim dalından dini aşağılayan ateist, materyalist bilim insanları var. Şimdi onlara bakıp fiziği, kimyayı, biyolojiyi, astronomiyi vs. İslâm dışına itsek doğru olur mu?”

Cevap:

Bu konuyu yukarıda linkini verdiğimiz web sayfamızda 14 Ekim 2020’de yayınladık, bununla ilgili sorulara cevap vermiştik. İnternet sayfamıza bakabilirsiniz. Ama konuyu daha fazla genişletmek ve yukarıdaki sorulara cevap vermek üzere şu hakikatleri açıklamak istiyorum:

  1. Müslümanlar İslâm’la müşerref olunca kalkındılar, dünyanın en ileri ümmeti oldular, onların İslâm Hilâfet Devleti 9 asır en büyük devlet olurken 3 asır da büyük devlet olarak kaldı. Zira kalkınma akli bir akideyle gerçekleşir. İslâm akidesi ise akli, ruhani siyasi bir akidedir. İnsan, kâinat ve hayat, bunların öncesi, bunların sonrası, bunlar ile öncesi ile sonrası arasındaki ilişkiler hakkında kapsamlı külli bir fikri var. Bununla birlikte toplumda ruhi, ahlaki ve insani değerler yayıldı ve maddi değer de ihmal edilmedi. Netice olarak İslâm, dengeli toplum ve insan meydana getirdi.
  2. Müslümanlar fikir ile ilmi birbirinden ayırdılar, bilimsel metodu keşfettiler, her alanda ilerlediler. O zamanlar Batı karanlıklar içerisinde yaşıyordu. Sonra Müslümanlardan ilmi aldılar, hatta Batı’da ilimlerin isimleri ve birçok ilmi kelime, terim ve teori Arapçadır. Bazılarını sonra değiştirdiler, bir kısmı hâlâ olduğu gibi duruyor. Fizik/physics, kimya/chemistry, algoritim/logaritma, cebir/algebra, alkol/alcohol, sayıların yazılışı vs. Bir misal olarak Fransa 2013’te resmi işlemlerde yabancı kelimeleri kullanmayı yasaklayınca aslı Arapça olan 7 bin kelimeyi müstesna kıldı. Çünkü bu kelimeler Fransızcada yerleşti ve onların yerine kelimeler bulmak pek zordur. (France24 Televizyonu)
  3. Batı fikir ile ilmi birbirinden ayırdı, bu nedenle İslâm fikri ve kültürünü almadılar, tamamen zihinlerinden uzaklaştırdılar, Müslümanlardan sadece ilmi aldılar. İslâm’dan tek bir fikir dahi almadılar. Hatta İslâm fikrinden veya kültüründen etkilenen kimselerle savaştılar.
  4. Biz ilmi kesinlikle reddetmiyoruz, nereden gelirse gelsin, alırız. İlim ise maddenin mahiyeti, hareketi, özellikleri ve bununla ilgili kanunlar ve benzerinden bahseder. İlmi metot tecrübelere, deneylere dayalıdır. Laboratuvara madde sokulur, gözlenir, deneyler yapılır, incelenir ve bir neticeye varılır. Tabiat hareketi ve kanunları incelenir bir neticeye varılır. Bu şekilde bilgi edinilir. Buna tecrübi veya deneysel ilim denir.
  5. Fikirle ilgili ilim de vardır, bir şeyin varlığını ispatlamak ve ona karşı davranmayı tespit eder. Tevhit ilmi Allah’ın varlığını, sıfatlarını, resul ve nebilerin varlığı ve masum olmalarını, melekler, cennet, cehennem ve benzeri konuları içerir. Fıkıh şer’î delilerden çıkarılmış ameli, pratik meseleler hakkında şer’î hükümlerin ilmidir. Usul-üfıkıh ise şer’î hükümleri çıkarmak için kullanılan kurallarla ilgili ilimdir. Hadis ilmi, sahih hadislerin tespiti, çeşitleri, hadisler arasında tercih, kabulü ve reddinden bahseder. Tefsir ilmi, Kur’an tefsirinin metodundan bahseder. Arapça ilmi de vardır vs. Bunlar bilgi açısından ilim denilirse de bir ümmetin fikri, kültürü ve hadaratını oluşturur. Bu ise akideye dayalıdır, bakış açısı, fikri kaide ve fikri liderlik olur. Bu nedenle Batınınki buna taban tabana zıttır.
  6. İslâm’ı derin şekilde anlamak için Arapça şarttır. Yeni şeyler hakkında şer’î hükümleri bilmek için içtihat da şarttır. İlk asırlardan, ta hicri altıncı asra kadar içtihat yaygın idi. Fakat ondan sonra Arapça ve içtihat ihmal edildi. Bundan dolayı Müslümanlarda düşüş başladı, düşünce durdu, fikir dondu, bunun neticesinde ilmi araştırma durakladı ve gerileme başladı. O sırada Batı düşünceyi ve ilmi yasaklayan kiliseyi hayattan ve devletten ayırıp Müslümanlardan aldığı ilimler ve ilmi metotla kalkındı.
  7. Müslümanlarda içtihat durduğundan dolayı Batı’dan gelen her şeyi reddetmeye başladılar. Artık fikir ile ilim, hadarat ile medeniyet arasındaki farkı bilmez oldular. Bu nedenle matbaa gibi medeniyet ve ilimle ilgili birtakım meseleleri reddettiler. Müçtehitleri olsaydı, bu farkı görüp ilmi şeyleri alırlardı ve hiç geri kalmazlardı.
  8. Tıpkı bugünkü gibi. Bazıları bugün ilmi olmayıp fikirden ve kültürden bir parça olan psikoloji, sosyoloji ve pedagojiyi ilimden sayarlar. Oysa bunların ilimle hiç alakası yoktur, tamamen fikirle ve kültürle ilgilidir. Zira insanın davranışı ve duyguları belli bir akideye veya birtakım inançlara dayalıdır.
  9. Fikir akli bir husustur, bir şey hakkında hüküm vermektir. Vakıayı duyu organlarıyla hissederek ve bunun hakkında önbilgi edinerek beyne nakletmenin neticesiyle meydana gelir. Laboratuvarda ispatlanmaya veya araştırılmaya müsait değildir. Ama ilim veya bilim laboratuvarda araştırılan şeylerden meydana gelir. Kimya, fizik, biyoloji, teknoloji, sanayi ve benzerleri ilimlerdir.
  10. İnsanın davranışı, karakteri ve duygusunu anlamakla ilgili husus aklidir. Fakat Batı buna psikoloji der. Çünkü onu ilim olarak saydı, Arapçaya da “nefis ilmi” olarak tercüme edildi. Onlar şöyle tarif ettiler: “Bir bireyi, bir topluluğu belirleyen, yönlendiren düşünme, duygulanma, davranış biçiminin tümüdür.” Oysa insan inançlarına, mefhumlarına, edinip kavradığı fikirlere göre davranır, bir karakter sahibi olur. İnsanı ve davranışını anlamak istiyorsak onun fikir ve mefhumlarını araştırmalıyız. Onun davranışını ve karakterini düzeltmek, onun sıkıntılarını gidermek ve nefsî hastalıklarını tedavi etmek istiyorsak onun bakış açısını ve mefhumlarını değiştirmeliyiz. Bu nedenle Kur’an akideye ehemmiyet verdi. İnsan, kâinat ve hayat hakkında, bunların öncesi ve sonrası, bunların öncesi ve sonrasıyla ilişkisi hakkında külli fikir verdi. Her bir mesele ve sorun hakkında hüküm verdi. Bu şekilde insanı diriltti, karanlıktan kurtardı, ışık verdi. Enam Suresi 122. ayette geçtiği gibi imandan önce insan ölüye benzetildi, İslâm’la onu diriltti, bu din onun için ışık oldu, bu şekilde gerçeği görür ve yürür. Ama kâfirler karanlıktadır, ondan çıkamazlar, gerçeği göremiyorlar, kötü amellerini güzel görürler.
  11. İşte insanın davranışını, karakterini ve duygusunu anlamaya çalışırken İslâm akidesi açısından bakarız. Kur’an, nefsî hastalıklar için bir şifadır, insanın bütün sorunlarına çözüm getirir, rahat ve huzur verir. Yunus Suresi 57. ayette insanlara hitap ederek onların Rabbi olan Allah’tan gelen vaaz veya fikir göğüslerdeki, kalplerdeki sorunlara ve hastalıklara bir şifa olarak gösterildi. Aynı anda müminlere bir hidayet ve rahmettir. İsra Suresi 82. ayette Kur’an müminlere bir şifa ve rahmet olduğunu bildirdi. Ama zalimler inanmadıklarından dolayı hüsranlarını artırır. Fussilet Suresi 44. ayette belirtildiği üzere Kur’an, müminlere bir hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulakları tıkalı ve gözleri kördür. 
  12. Batı ise dini hayattan ayırma bakışıyla insanı, davranışı, karakteri ve duygusunu anlamaya çalışır. Ondan sonra buna ilim der! Hayvanlar üzerine deneyler yapıp insana uygulamaya çalışır, birkaç bin insana bazı meseleler hakkında sorular sorarak anketler yapıp çoğunluğa veyahut istatistiklere göre hüküm verirler, bunu bütün insanlara uygulamaya çalışırlar. Kendi insanları üzerinde yaptıkları araştırmayı bütün insanlara uygularlar. Beyni de böldüler, oysa beyin bölünemez, sadece teori olarak beyin bölünür. Her içgüdüsel görünüşü bağımsız bir içgüdü olarak saydılar. Bu da yanlıştır.  Sadece üç içgüdü vardır, diğerleri bu üç içgüdünün görünüşleridir. 14 Ekim 2020 tarihli soru cevapta şöyle dedik: “Zira insanda üç içgüdü vardır, birincisi dindarlık içgüdüsü, bunun görünüşleri vardır; ibadet yapmak, takdis etmek, yüceltmek, huşu göstermek, boyun eğmek vb. İkincisi beka içgüdüsüdür. Bunun görünüşleri sayılıdır, mülk edinmek, övünmek, egemen olmak, savunmak vb. Üçüncüsü ise nevi içgüdüsüdür, bunun görünüşleri de vardır, cinsel meyil (erkeğin kadına ve kadının erkeğe meyletmesi), baba olma sevgisi, anne olma sevgisi vb. Ayrıca insan ve hayvanda uzvi ihtiyaçlar vardır, mide ihtiyacı; yemek ve içmeye ihtiyaç, tuvalet yapma ihtiyacı gibi.”
  13. Biz insanın davranışını, karakterini, duygusunu incelemeyi reddetmiyoruz. Fakat onu bir ilim olarak telakki etmiyoruz, fikri bir mesele olarak sayıyoruz, ilmi araştırmayla değil akli araştırmayla ve sahih bakışla isabetli neticelere varılacağını görüyoruz. Aynı anda Batı’nın bakışını ve tedavisini de reddediyoruz. Çünkü Batılılar dini hayattan ayıran laik ve seküler zihniyetle bakıyor, değerlendiriyor ve tedavi sunuyor. Biz Müslüman olarak doğru olan İslâm akidesi açısından değerlendirip bakıyoruz ve tedavi ediyoruz.
  14. İslâm insanın şahsiyetini değiştirmek, insana İslâmî şahsiyeti kazandırmak, zihniyeti ve nefsiyeti değiştirmek, meselelere nasıl bakacağını, sorunları nasıl çözeceğini, uzvi ihtiyaçları nasıl doyuracağı, içgüdüleri nasıl tatmin edeceği, musibetler başına geldiğinde veya iyilik elde ettiğinde nasıl davranacağını, diğer insanlarla nasıl ilişki kuracağını ve benzeri konuları açıklar. Kısaca; insanın yaratıcısıyla, kendi nefsi ve zatıyla, diğer insanlarla arasındaki ilişkileri düzenler.  
  15. Allah insanı ve onun nefsini yarattı. Onun sorunlarını ve tedavisini gösterdi. İnsanın içgüdülerini tatmin etmek ve uzvi ihtiyaçlarını doyurmak için davrandığını ve bütün sorunlarının bunlarla ilgili olduğunu belirledi. Her konu hakkında bir fikir ve hüküm gösterdi. İnsanı anlamak ve sorunları çözmek için Kur’an’ı düşünerek okumak gerekir. O, insanların her hâldeki duygusunu ve davranışlarını anlatır.
  16. Allah insanı fıtrat üzerinde yarattı, bütün insanların yaratılışı birdir, aynı içgüdülere ve aynı uzvi ihtiyaçlara sahiptir. Bunları doğru şekilde tatmin ve doyurmak için dini indirdi. Bu din fıtrata uygun bir dindir. Beşerî demokratik laik veya komünist sosyalist sistemlerle hiçbir benzerliği yoktur. Nitekim bu sistemler fıtrata aykırıdır, insanı hasta eder, sıkıntılı yapar ve bedbaht eder.
  17. Fıtrat ise dindarlık içgüdüsüdür. İslâm dini, fıtrata uygundur, dindarlığı ikrar etmemektedir, bu ise yaratıcı olan Allah’ı tanımak ve ona kulluk etmektir. İnsan bu hâl üzerinde yaratıldı, ondan sonra sapabilir. Buhari ve Müslim’in Ebu Hureyre RadiyAllahuAnh yoluyla rivayet ettikleri sahih hadise binaen Resulullah SallAllahu Aleyh ve Sellem “Her doğan insan fıtrat üzere doğar, ondan sonra babaları onu ya Yahudileştirir veya Hristiyanlaştırır veyahut Mecusileştirir!” buyurdu. Ondan sonra Ebu Hureyre RadiyAllahu Anh Rum Suresi 30. ayeti okudu: 

[فَاَقِمۡ وَجۡهَكَ لِلدِّيۡنِ حَنِيۡفًا ‌ؕ فِطۡرَتَ اللّٰهِ الَّتِىۡ فَطَرَ النَّاسَ عَلَيۡهَا ‌ؕ لَا تَبۡدِيۡلَ لِخَـلۡقِ اللّٰهِ‌ ؕ ذٰ لِكَ الدِّيۡنُ الۡقَيِّمُ ۙ وَلٰـكِنَّ اَكۡثَرَ النَّاسِ لَا يَعۡلَمُوۡنَ ۙ ‏]

“O hâlde sen hanif olarak, bütün varlığınla dosdoğru bu dine yönel.  Bu ise Allah’ın insanları fıtrat üzere yarattığı dindir. Allah’ın yaratışında bir değiştirme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu düşünmezler.”[Rum Suresi 30]

  1. İnsanın üç çeşit ameli vardır:
  2. Kalbî ameller: İman etmek, kâfir olmak, inkâr etmek, münafık olmak, kıskanmak, haset etmek, sevmek, nefret etmek, sıkıntı duymak, kızmak, kin beslemek, sevinmek, ferahlanmak, huzurlu olmak, niyet etmek, kastetmek gibi. İnsan buna göre hesaba çekilir.
  3. Kavli ameller: İyi veya kötü, doğru veya yanlış konuşmasına göre hesaba çekilir.
  4. Azaların (organ) amelleri: El, ayak, baş, göz gibi organlarını kullanarak amel yapmasıdır. Cinsel organları da bu konuya dâhildir. Yaptığı amellere göre hesaba çekilir.

Zira, İslâm bunlarla ilgili hükümler getirdi, bu hükümlere uyulursa insan mutlu olur. Ayrıca insanı caydırmak, eğitmek ve toplumu korumak için cezaları gösterdi.

  1. İnsanlar inançlarına ve mefhumlarına göre düşünüp davranırlar. Buna göre insanların çeşitleri şöyle sıralanabilir:
  2. Bir kısmı takvalıdır, Allah’tan korkar. O’nun emrine ve nehyine riayet etmeye çalışır. Bu tip insanlar samimi, sadık, düzgün, dürüst, cesur, fedakâr ve sair güzel sıfatlara sahip olmaya da çalışır.
  3. Bir kısmı pek Allah’tan korkmaz, sırf nefsini ve çıkarını düşünür. Bunların kalpleri veya nefisleri hasta olup münafıklığa alışmış, iki yüzlü, çıkarcı ve fırsatçıdırlar.
  4. Bir kısmı zengin ve güçlü olunca kendini üstün görür, kibirlenir, mağrur olur, azgın olur, diğerlerini ezmeye çalışır.
  5. Bir kısmı nankör, karşılık vermez, bencildir. Bir kısmı kendisine yapılan iyiliği unutmaz, karşılık verir, teşekkür eder.
  6. Bir kısmı insanlardan çok korkar, bunlar tereddütlüdür, sebatlı değildir her an kayabilir, galip gelenlere ve çoğunluğa uyarlar.
  7. Bir kısım insanlar düşünmeden duygusal olarak hareket ederler. Tepkisel harekette bulunurlar, hemen sinirlenirler, hiç sabırlı değildirler ve bir sorunun altından kalkamazlar.
  8. Bir kısmı sakin, derin düşünür hatta aydın şekilde düşünür, etraflıca araştırır, iş yapmadan önce her şey için hesap yapar, planlar çizer, ciddiyet gösterir, hedefini gerçekleştirmek için sabırlı ve azimkâr olur.
  9. Bir kısmı gevşek, tembel, fazla aldırış etmez, hazırcı, iş yapmadan her şeyin kendisine hazır olmasını ister, diğerlerine yük olur, zorluk olunca işi bırakır, yolun ortasında kalır.
  10. Bir kısmı hemen hemen her işe karşı acziyet gösterir, bir sıkıntı olunca altından çıkamaz, dert çekmeye başlar, içine kapanır.
  11. Az bir kısmı üstün zeki, çoğu normal zeki ve az kısım aptaldır. Zira meseleleri anlamak ve çözmek için insanların zekâsı bir rol oynar.
  12. İnsanların içgüdülerinin görünüşlerine ve uzvi ihtiyaçlara meyilleri farklıdır; onların bir kısmı çok mal ve mülk edinmeye yönelir, bir kısmı lider olmayı çok sever, bir kısmı cinsi tatmine çok heveslidir, bir kısmı çok çocuk sahibi olmayı sever, bir kısmı midesine çok düşkündür vs. Bu hususlar insanın davranışını etkiler.

İşte İslâm bunlara ve benzerlerine dair fikir verdi, çözüm ve tedavi gösterdi. Birçok ayet ve hadis; insanın durumlarını anlatır, tedavisini de gösterir. Ne sevip sevmediğini, nasıl bir şeyi beğenir veya beğenmez, ne zaman memnun kalır veya memnun kalmaz, kalben veya nefis olarak nasıl hasta olur ve nasıl tedavi edilir, insanlarla ilişkiler nasıl düzenlenir ve nasıl geçinirler tüm bunların tedavisini gösterdi. 

  • Allah insanı hayırla ve şerle deniyor. Zira insanın sevdiği veya iyi olarak saydığı şeye hayır denilir. Sevmediği ve kötü gördüğü şeye şer der. Allah şöyle buyurdu:

[كُلُّ نَفۡسٍ ذَآٮِٕقَةُ الۡمَوۡتِ‌ؕ وَنَبۡلُوۡكُمۡ بِالشَّرِّ وَالۡخَيۡرِ فِتۡنَةً‌ ؕ وَاِلَيۡنَا تُرۡجَعُوۡنَ]

“Her nefis ölümü tadacaktır. Şerle ve hayırla birer fitne olarak sizi imtihan ediyoruz. Ondan sonra bize döneceksiniz.”[Enbiya Suresi 35]

İnsan tabiatı gereği bir şerle karşılaştığında, başına bir musibet geldiğinde feryat eder, bu musibet devam ederse sabretmez, içi hastalanır, sıkıntılı ve ıstıraplı olur. Hayır olarak saydığı iyi bir şey elde ederse sevinir, ferahlanır, bazen aşırı ferahlanır ve sevinir, kibirlenir ve azgın olur. Bununla ilgili ayetler ve hadisler vardır.

İşte insanın tabiatı böyledir ama mümin olup Allah’a ve ahirete, kaza ve kadere inandığı zaman değişik olur. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

[عجبا لأمر المؤمن إن أمره كله خير وليس ذلك لأحد إلا للمؤمن إن أصابته سراء شكر فكان خيرا له، وإن أصابته ضراء صبر فكان خيرا له]

“Müminin hayranlık verici bir hâli vardır: Onun her işi hayırdır, bu hâl, müminden başka hiç kimsede bulunmaz. Eğer kendisine sevindirecek bir şey dokunursa Allah’a teşekkür eder. Bu ise onun için bir hayır olur. Eğer onu üzecek, bir zarar dokunursa sabreder ve bu da onun için hayırdır.”[Müslim]

Gerçek mümin daima hayırlı hâlde olur, bu nedenle sevap kazanır. Sevdiği şey kendisine dokunursa Allah’a teşekkür eder, nankör olup kibirlenmez, azgın olmaz, normal kalır. Bunu bir imtihan sayar, böylece imtihanı geçer.

Bir musibet başına gelirse, kendisine bir zarar dokunursa feryat etmez, isyan etmez, içine kapanmaz, intihara teşebbüs etmez, hayata küsmez. Normal kalıp sabreder. Böylece imtihanı geçmiş olur ve felaha kavuşur.

Zaten insan gerçek hayrı ve şerri bilmez. Tersi olabilir. Bakara Suresi 216. ayette geçtiği gibi bir şeyden nefret edip şer sayarsınız, belki sizin için hayırdır. Bir şeyi sevip hayır sayarsınız, belki sizin için şerdir. Siz bilmesiniz, ancak Allah bilir. O zaman müminler Allah’ın emrine uysunlar, daima onun emrinde hayır vardır ve nehyinde daima şer vardır. Kehf Suresi 71-82 ayetlerinde Hızır gemiyi delince, çocuğu öldürünce ve karşılıksız bir duvar yapınca Musa Aleyh’s Selam itiraz edip bu işleri şer veya uygun olmadığını gördü. Oysa bunlarda hayır vardı. Hızır nedenleri açıklayınca, ancak Allah emrettiği için bunları yaptığını bildirince Musa Aleyh’s Selam anladı, bu da bizim için bir eğitim oldu.

  • İnsan imansız olunca veya kalplerine imanı yerleştirmeyince, bu meseleleri kavrayamaz. Kendisine bir iyilik dokunursa çok mal kazanırsa istediğini elde ederse Allah’ı unutur aşırı şekilde ferahlanır, bu iyiliğe karşı Allah’ın istediğini yapmaz. Kehf Suresi 32-44 ayetlerde biri kâfir diğeri mümin arasında geçen tartışma bunun misalidir. Kasas Suresi 78-83 ayetlerde geçtiği gibi Karun gibi der: “Ben çok zekiyim, ben zeki ve becerikli olduğum için bunu kazandım! ”Kibirlenip böbürlenir. Aynı anda başına bir musibet gelirse hiç sabretmez, feryat eder, isyan eder, aşırı şekilde üzülür, içine kapanıp hastalanır, belki intihara teşebbüs eder.
  • Allah’ın zikriyle kalpler huzurlu olur. Allah’ın zikri ise Allah’ı, emrini, nehyini, vadettiği cenneti, korkuttuğu azabını hatırlamaktır. Muhakkak bizi hayırla ve şerle imtihan edeceğine inanmaktır, ondan yardım dilemek, hem dünyada hem ahirette sabırlıları ödüllendireceğine inanmak, kaza ve kader dairesine dahil olanın kendi iradesi dışında olduğuna inanıp neticeyi kabul eder, üzülmez ama bunu telefi etmek üzere gelecek için çalışır. Çünkü Al-i İmran Suresi 140. ayette geçtiği gibi Allah günleri değiştirir, bir gün senin lehine bir gün senin aleyhine olacağını bilir. İnşirah Suresi’nde geçtiği gibi sıkıntıdan sonra kolaylık olacağına inanır. Talak Şuresi 4. ayette dendiği gibi kim Allah’tan korkarsa ona çıkış yolu gösterilir, yardım edilir, ummadığı yerden rızk gelir diye inanır. Böylece Allah’ın söylediğini hatırladıkça Allah’ı zikretmiş olur.  

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

[اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَتَطۡمَٮِٕنُّ قُلُوۡبُهُمۡ بِذِكۡرِاللّٰهِ‌ؕ اَلَا بِذِكۡرِاللّٰهِ تَطۡمَٮِٕنُّ الۡقُلُوۡبُ ؕ‏  اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ طُوۡبٰى لَهُمۡ وَحُسۡنُ مَاٰبٍ‏]

“Onlar ki iman edip kalpleri Allah’ın zikriyle huzurlu olur. Oysa kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain, huzurlu olur. Onlar ki iman edip salih amel yapanlardır. Onlara ne mutlu, onların geleceği ne güzel.”[RadSuresi 28-29]

İşte insanın sorunlarını Allah’ın zikriyle tedavi ederiz, insan hep Allah’a sığınsın, ona dua etsin, ondan yardım dilesin, onun için sabretsin, onun imtihanını geçmeye çalışsın, kaza ve kadere inansın, hep ahireti düşünsün, onun için salih amel yapsın, Allah’ın emirlerini yerine getirsin, yasaklarından vazgeçsin, sabrederse dünyada elde edemediği şeyi ahirette elde edeceğine inansın, hep ahireti aklında tutsun, Allah’ın rızasını gaye edinsin, kesinlikle hiç bir zaman sıkıntılı olmaz, hep mutlu olur. İşte insanın ilacı budur.

  • Çocuklar nasıl eğitilir, insan nasıl yetiştirilir, eşler arasındaki ilişkiler nasıl düzgün şekilde kurulur ve aralarında bulunan sorunlar nasıl tedavi edilir, nasıl güzel şekilde geçinilir ve nasıl mutlu olurlar diye Allah ve Resulü açıkladılar. Bu hususta ve sair hususlarda Resulullah SallAllahu aleyhi ve Sellem örnektir.  
  • Bundan dolayı Batı teorilerine ve fikirlerine hiç muhtaç değiliz, daha doğrusu onlar sorunlarını tedavi etmek için bize muhtaçtırlar. Onların teori ve fikirleri insanı daha fazla hasta eder, kompleksleştirir, bedbaht eder. Zira büyük düğümü doğru şekilde çözemedikleri gibi İslâm’ın gösterdiği doğru çözümden nefret ederler. Batı sistemi de aynıdır, insanları ve toplumu bozar, herkesi hasta yapar, mutsuz sıkıntılı yapar, aileyi dağıtır, insanları birbirlerinden uzaklaştır, bencilleştirir, ahlaksızlaştırır, anormal hale getirir, her kötülüğü yayar. Huzuru kaçırır, ruhi, ahlaki ve insanı değerleri ayaklar altına koyar, sırf maddiyata önem verir, fıtrata aykırı davranışta bulunmaya ve ilişki kurmaya sevk eder. Onlar için önemli olan maddi kazancı sağlamak, çok para elde etmek, eğlenmek, oynamak, güzel yemek yemek ve içmek, her tür şekilde şehvetleri tatmin etmek, lüks eşyaları elde etmek vs. Zira onlara göre saadet veya mutluluk maddiyatı kazanmak, dünya lezzeti ve şehvetleri ile tatmin etmektir.
  • Allah’ın, devlet ve toplumla ilgili gösterdiği hükümler insanı mutlu eder. Bu nedenle İslâm sistemi uygulanırsa insanlar için hayat olur, saadet, huzur ve itminan gerçekleşir. Zira saadet veya mutluluk Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu nedenle insanları mutlu etmek, bütün sorunlarını çözmek gerekirse İslâm sistemini kurmak gerekir, bizde pek bir hasta kalmaz. Allah şöyle buyurdu:

[يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوا اسۡتَجِيۡبُوۡا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُوۡلِ اِذَا دَعَاكُمۡ لِمَا يُحۡيِيۡكُمۡ‌ۚ وَاعۡلَمُوۡۤا اَنَّ اللّٰهَ يَحُوۡلُ بَيۡنَ الۡمَرۡءِ وَقَلۡبِهٖ وَاَنَّهٗۤ اِلَيۡهِ تُحۡشَرُوۡنَ‏]

“Ey iman edenler! Sizi diriltip hayat verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah ve Resule icabet edin, (hükümlerine uyun). Bilin ki Allah kişiyle kabinin arasına girer, bilin ki O’nun huzurunda haşrolup toplanacaksınız.”[EnfalSuresi 24]

İnsanın kalbi Allah’ın elindedir, insan mümin olmak isterse Allah kalbi hidayete doğru yönlendirir, mümin olmak istemiyorsa onun kalbini dar yapar, sıkıntılı hâle getirir. İşte böylece insan iradesiyle hidayetli veya sapık olur. Allah ve Resulü’ne icabet ederse hidayetli ve mutlu olur, icabet etmezse sapık ve bedbaht olur.

Esad Mansur