– 10 –

Bu ayetlerde şu meselelerin hakikatlerini açıklarız:

  • Ticaretin ana şartları
  • Sadık ve facir tüccarlar
  • İç ve dış ticaret
  • Büyük ve küçük günahlar
  • Kendi kendini öldürmek
  • Kendini tehlikeye atmak
  • Azimeti ruhsata tercih etmek
  • Günaha ceza almak ve tövbe etmek
  • Ayıbı ve kötülüğü örtmek

Ticaretin şartları nedir? Sadık ile facir tüccar arasında fark nedir? İç ve dış ticarette devlet nasıl siyaset güder? Büyük ile küçük günah birbirinden nasıl ayrılır?  Müslüman kendi kendini mahvedebilir mi? Helaka veya zarara uğratabilir mi? Ne zaman canını feda edebilir? Düşmanlar üzerine kendini atabilir mi? Ne zaman azimet ruhsata tercih edilir? Ceza görmek mi iyi yoksa ayıbı gizlemek mi iyi? Kimin ayıbı gizlenir ve kiminki ifşa edilir?

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَاۡكُلُوۡۤا اَمۡوَالَـكُمۡ بَيۡنَكُمۡ بِالۡبَاطِلِ اِلَّاۤ اَنۡ تَكُوۡنَ تِجَارَةً عَنۡ تَرَاضٍ مِّنۡكُمۡ‌ وَلَا تَقۡتُلُوۡۤا اَنۡـفُسَكُمۡ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمۡ رَحِيۡمًا‏ ﴿۲۹﴾  وَمَنۡ يَّفۡعَلۡ ذٰ لِكَ عُدۡوَانًا وَّظُلۡمًا فَسَوۡفَ نُصۡلِيۡهِ نَارًا‌ ؕ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَسِيۡرًا‏ ﴿۳۰﴾  اِنۡ تَجۡتَنِبُوۡا كَبٰٓٮِٕرَ مَا تُنۡهَوۡنَ عَنۡهُ نُكَفِّرۡ عَنۡكُمۡ سَيِّاٰتِكُمۡ وَنُدۡخِلۡـكُمۡ مُّدۡخَلًا كَرِيۡمًا‏ ﴿۳۱﴾ 

   “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda karşılıklı anlaşma, bir ticaret olmadan ve batıl yollarla yemeyin, kendi kendinizi öldürmeyin, mahvetmeyin, şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir (29) Kim zulme saparak bunu yaparsa biz onu ateşe atarız. Bu da Allah için çok kolaydır (30) Nehyedildiğiniz, size yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız işlediğiniz kötülükleri sileriz, değerli ve üstün bir yere sizi yerleştiririz. (31)

   Allah(c.c) müminlere hitap ederek birbirlerine ait olan malları batıl bir şekilde ve haksız yolla yemelerini yasakladı. Riba/faiz, kumar, hile, aldatma, kalpazanlık, gasp, hırsızlık, batıl şirket kurmakla ve batıl sözleşmeler yaparak kazanç elde etmek,  karşılıksız başkalarının mallarını yemek, sahte mal satmak, malın değerini düşürerek satın almak, yetim malını yemek, fuhuş ve buna benzer Kuran’ı kerimde ve hadis-i şerifte yasaklanan gayrı meşru kazanç yollarını yasakladı.

   Ancak rızayla şer’i şartlara sahip olan ticaretle kazanç yasaklanmadı, daha doğrusu  helal kılındı. Bunun manası meşru bir şekilde ticaret yapma koşuluyla diğer insanlardan kazanç elde etmek yani kar caizdir. Nitekim ticarette bir kişiye baskı yapılarak ondan zorla mal almak veya o kişiye zorla mal satmak kabul edilemez. ResulullahSallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu

” لا يحل مال امرء مسلم إلا بطيب نفس منه” (أحمد، البيهقي، الدارقطني)

“Hiç bir Müslümanın malı kendi gönül hoşnutluğu olmadıkça (bir kimseye) helal olmaz” (İbin Hanbel, Beyhaki, Darkutni)

Ticaretin ana şartları:

  Onun için ticaretin veya alışverişin ana şartları şöyle sıralanır:

  1. Şart: İki tarafın rızasının gerçekleşmesidir.
  2. Şart: Satılacak malın şeriatça mubah olmasıdır. Örneğin içki, domuz, uyuşturucu madde gibi haram bir mal olmayacaktır. Gasp veya hırsızlık gibi yollarla elde edilmiş malda olmayacaktır.
  3. Şart: Mal satan kişinin mülkünde olacak, yani mülkünde değilse onu satamaz.

Hâkim bin Hizam adlı Sahabeden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu rivayet edildi:

قلت: يا رسول الله يأتيني الرجل يسألني عن البيع ليس عندي ما أبيعه، ثم أبيعه من السوق»، فقال: “لا تبع ما ليس عندك” (أحمد).

 Ya Resullah! Bir adam gelir ben de olmadığı halde benden bir ürün satın almak ister, ondan sonra çarşıya gidip onu alırım?” Resulullah şöyle dedi: “ Senin mülkünde olmayan ürünü satma”. (İbni Hanbel)

 Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“لا يحل سلف وبيع، ولا شرطان في بيع، ولا ربح ما لم تضمن، ولا بيع ما ليس عندك”

(أبو داود، ترمذي، الحاكم)

“ Aynı anda selef ve satış, bir satışta (bir anlaşmada) iki şart (satış), mülk edinmediğin mal üzerinde kar elde etmek ve senin yanında olmayan malı satmak helal olmaz” (Ebu Davut, Tirmizi, Elhakim)

  • Şart: Sözleşme yerinde ispatlanacaktır. İki tarafın veya vekillerinin huzurunda gerçekleşmesidir ve sözler birbirine mutabık olmalıdır. Hangi mal, ne fiyatla, şer’i şartlar ve şeriata uygun şekilde koştukları şartların iki tarafça kabul edilmesidir. Telefon veya değişik mektuplaşma yollarıyla sözleşme yapmak caizdir.

   Nitekim Şer’i akit/sözleşmenin tarifi şöyledir; Şer’i veche (şer’i ahkâma) göre yerinde ispatlanacak iki tarafın icab ve kabulüdür (rızasıdır). ResulullahSallallahu Aleyhi Vesellem bir hadisinde şöyle buyurdu:

” البيع عن تراض”

Alışveriş rızayla olur.” (İbniCerir)

Yine başka bir hadis de şöyle buyurdu:

“البيعان بالخيار ما لم يتفرقا”

Alışveriş yapan iki taraf (alışveriş oturumundan) ayrılmadıkça anlaşmayı (bozmada) serbesttirler.” (Buharı ve Müslim) Bunun manası anlaşma yapılırken veya yapıldıktan sonra  iki tarafta yerlerinden ayrılmadılarsa anlaşmayı bozabilirler.

   Ekmek ve gazete gibi fiyatı bilinen ve pazarlığa muhtaç olmayan mallar satıcıdan alındığı zaman icab ve kabulün var olduğunu gösterir. Ama bir malda pazarlık olursa icab ve kabul meselesi söz konusudur. Ama mal sahte çıkarsa ve vasıflara göre çıkmazsa müşteri onu satıcıya iade eder.

  • Şart: Satış vadeli veya taksitle olursa faiz olmayacaktır. Zira faiz kesin ayetlerle haram kılınmıştır.

وَاَحَلَّ اللّٰهُ الۡبَيۡعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا‌ؕ

“Oysa alışverişi helal, faizi haram kıldı”. (Bakara 275)

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوۡا مَا بَقِىَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ‏ فَاِنۡ لَّمۡ تَفۡعَلُوۡا فَاۡذَنُوۡا بِحَرۡبٍ مِّنَ اللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ‌ۚ وَاِنۡ تُبۡتُمۡ فَلَـكُمۡ رُءُوۡسُ اَمۡوَالِكُمۡ‌ۚ لَا تَظۡلِمُوۡنَ وَلَا تُظۡلَمُوۡنَ‏

“Ey iman edenler, Eğer gerçekten mümin iseniz, Allah’tan korkun ve faizden geri kalanı bırakın. Eğer böyle yapmasınız size karşı Allah’ın ve Resulünün başlatacakları savaşı bekleyin. Eğer tövbe ederseniz yalnız anaparanız sizindir, ne zalim olursunuz ne de mazlum olursunuz” (Bakara 278)

Tüccarların çeşitleri:

   Nitekim alışveriş ve ticaretin birçok ahkâmı vardır, detayları fıkıh kitaplarındadır. Fakat bu konu çok hassastır, insan takvalı olmazsa diğer insanların mallarını haksızca yiyebilir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” إن التجار يبعثون يوم القيامة فجارا إلا من اتقى الله وبر وصدق” (الترمذي)

Kıyamet gününde tacirler facir olarak diriltilir. Ancak onlarda takvalı olanlar, iyilik yapanlar ve doğru söyleyenler müstesnadır. (Tirmizi)

Yine başka bir hadis de şöyle buyurdu:

” التاجر الصدوق الأمين مع النبيين والصديقيين والشهداء” (الترمذي)

 Sadık ve emin tüccarlar nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraber haşrolunur. (Tirmizi)

 İç ve dış   ticaret:  

Ticaret iç ve dış   ticaret olmak üzere iki kısımdır. İç ticaret  İslam Hilafet devleti içerisinde tabi kimseler arasında yürümektedir. Kadı olan muhtesip kişi dükkânları, malları, terazileri ve buna benzer hususları kontrol eder. Ticari sözleşmelerde ise ihtilaf olursa normal husumet kadısına giderler. Orada da davacı ve davalı, şahit ve ikrar, yemin ve belgeler söz konusudur.

   Dış ticaret ise İslam Hilafet devletinin kontrolüyle ve diğer devletlerle yaptığı anlaşmalara binaen olur. Bu ticaretten maksat kazançtan daha ziyade İslam davetini yaymaktır. Devlet bunu göz önünde bulundurarak düzenlemeler yapar. Nitekim İslam Hilafet devletinin var olduğu ve parlak şöhreti varken Endonezya ve Malezya gibi birçok memleketlerde İslam dini ticaret ve tüccarlar yoluyla yayıldı. Bu nedenle dış ticaret İslam Hilafet Devletinin dış siyasetinden bir parça olur.

Devlet dış ticaret yaparken tüccarın tabiyetine göre muamele yapar. Eğer bir devletle harp durumu varsa, onların tüccarları harbi sayılır, onlarla ticaret yapılmaz.

Eğer bir devlet hükmen muharip ise onunla ticaret anlaşması yapılırsa onu güçlendirecek silah ve mühimmat satmak caiz değildir.

Bir devlet fiilen veya hükmen muharip değilse o devletle ticaret anlaşması yapılır. Tüccarları vizesiz İslam Hilafet devletine girip ticaret yapabilirler.

Hükmen harbi ise vizeyle girebilir. Fiili muharip giremez, ancak onun devletiyle geçici ateşkes anlaşması yapılırsa vizeyle müsaade edilir. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke’yle savaşırken alışveriş olmuyordu. 10 senelik ateşkes anlaşması gerçekleşince iki taraf arasında alışveriş yapılmasına müsaade edilmiştir. 

Müslümanın kendi kendini öldürmesi ve mahvetmesi:

   Allah(c.c) şu sözü söyleyince:”ولاتقتلواأنفسكم”  “kendi kendinizi katletmeyin, öldürmeyin, mahvetmeyin”  diyerek şunları yasaklıyor; müminlerin hem kendi canlarına kıymalarını  hem de kendilerini lüzumsuz tehlikeye atmalarını yasaklıyor ve kendi kendilerini yok ettirmelerini veya zarara uğratmalarını da yasaklıyor.

ResulullahSallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” من قتل نفسه بشيء عذب به يوم القيامة”

Kim kendi canına bir şeyle kıyarsa kıyamet gününde o şeyle azap görecektir. (Kütübü sitte; Buhari ve diğerleri)

   Amr ibin Al-as çok soğuk bir gecede ihtilam oldu, gusül abdesti almadan sabah namazını kıldırdı ve ondan sonra bu olayı ResulullahSallallahu Aleyhi Vesellem’e anlattı. ResullahSallallahu Aleyhi Vesellem ise ona: “Ya Amr arkadaşlarına imamlık yaparak abdestsiz mi namaz kıldırdın?” deyince, Amr Resullah’a: “Çok şiddetli ve soğuk bir gecede ihtilam oldum, eğer gusül abdesti alsaydım helak olacağımdan korktum ve şu ayeti hatırladım.Kendi kendinizi öldürmeyin, mahvetmeyin, şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.Bu nedenle teyemmüm ettim ya Resullah dedi. Resulullah “güldü ve daha bir şey söylemedi.” (İbniHanbel)

Bu şekilde Resulullah bunu ikrar etti. Bu şer’i bir delil sayılır. Böylece insanın kendi kendini zarara veya tehlikeye uğratması caiz değildir. Oysa Allah(c.c) pek merhametlidir ve Müslümanları da ezdirmek istemez.

Bu ferdi meseledir. Ümmetin ve İslam’ın geleceğiyle alakalı ise insan kendi kendini feda etmeye çalışır. Kendini mahvettirmek veya helake uğratmak gerekirse geri kalmaz. Ruhsat varsa bile azimeti ruhsata tercih eder. Zira ümmeti kurtarmak ve Allah’ın sözünü ilan etmek ferdi mesele değildir, ümmetin ve İslam’ın büyük meselesi ve geleceği ile ilgilidir.

   Bu nedenle, Allah Müslümanlara zarar görseler ve tehlikeye uğrasalar da cihat etmelerini farz kıldı ve zalimlere karşı çıkmalarını da farz kıldı. Orada ölüm şereftir. Bu hususla ilgili ayetler ve hadisler çoktur. ResulullahSallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

«سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَالَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ» رواه الحاكم في المستدرك وإسناده صحيح.

 Şehitlerin efendisi Hamza’dır ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona iyiliği emrettiği veya kötülükten nehyettiği (hak sözü söylediği) için o zalim yönetici tarafından öldürülen kimsedir.” (El Hakim)

Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

 كَونو كأصْحَابِ عِيسَى بْنِ مَرْيَمَ ، نُشِرُوا بِالْمَنَاشِيرِ وَحُمِلُوا عَلَى الْخَشَبِ فَوَالذي نَفْسي بِيَدِهِ لَمَوْتةُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ خَيْرٌ مِنْ حَيَاةٍ فِي مَعْصِيَتِهِ(مجموع الصغير، مجموع الكبير ومسند الشاميين)

“İsa’nın arkadaşları gibi olun. Zira onlar testerelerle ikiye bölündüler ve çarmıha gerildiler. Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Allah yolundaki ölüm, günah içindeki bir hayattan daha hayırlıdır.” (El-Mu’cemu’s Sağîr, 749; El-Mu’cemu’l Kebîr, 9/20; Müsned eş-Şamiyyîn, 658)

Şöyle de buyurmuştur:

«إنَّ النَّاسَ إِذَا رَأوُا الظَّالِمَ فَلَمْ يَأْخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ أوْشَكَ أنْ يَعُمَّهُمُ اللَّهُ بِعِقَابٍ» رواه الترمذي.

“ İnsanlar zalimi görüp onu zalimlikten engellemeye çalışmasalar Allah onlara bir azap vermek üzere bir halde olur” (Tirmizi)

Şöyle de buyurmuştur:

«أَلا لا يَمْنَعنَّ أحدَكُم رَهْبةُ النّاسِ أّن يَقولَ بِحقٍّ إذا رآه أَو شَهِدَه، فَإنَّه لا يُقرِّبُ مِن أَجلٍ، ولا يُبَاعدُ مِن رزقٍ أَن يَقولَ بِحقٍ أو يُذكِّرَ بعظيمٍ». (رواه أحمد).

“Biriniz hakkı görünce onu söylemek uğrunda insanlardan, onların kalabalıklarından korkmasın. Bu korku eceli yaklaştırmaz, rızkı uzaklaştırmaz. Hakkı görünce veya önemli bir şey görürse onu söylemekten geri kalmasın” (Ahmed bin Hanbel)

Eğer memlekette küfür hükmü uygulanıyorsa veya yöneticiler zalimse hak sözü söylemek en büyük cihattır. Azimet ruhsata tercih edilir. Şehitlik küfür veya zulüm altından yaşamaktan daha hayırlıdır.

Düşmanı öldürmek maksadıyla onun üzerine kendilerini atmaları da caizdir. Zira Emeviler döneminde Hilafet devleti İstanbul’u kuşatıp fethetmeye çalışırken, bazı Müslümanlar surlar üzerinden atlayarak kendilerini düşmanların üzerine atınca  bazıları şu ayete işaret ederek bunlar kendilerini tehlikeye attılar dediler:

وَأَنفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

Allah’ın uğrunda harcayın kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın (kendi elinizi tehlikeye sokmayın) (Bakara 195)

 Biz bu ayeti Bakara suresinde tefsir ederken şöyle açıkladık:

Bu ayetin Allah uğrunda harcamakla ilgili bir konuda nazil olduğuna dair Buhari bir rivayet aktardı. Yine İbn-i Abi Hatim, İbn-i Abbas, Mücahid ve diğerlerinden şu rivayet aktarıldı; Konstantiniye (İstanbul) düşmanlarının saflarını yarmak için mücahitlerden biri saldırdı, o safları yarabildi. Bazı Müslümanlar şöyle dediler; Bu Müslüman kendi elini tehlikeye soktu. Ebu Eyüp El- Ensari (r.a) bu ordudaydı ve onlara şöyle dedi: “Bu ayet bizim hakkımızda nazil olmuştu. Biz bu ayeti daha iyi biliyoruz. ResûlullahSallallahu Aleyhi Vesellem ile beraber olduk, gittiği gazveler ve savaşlara katıldık, ona yardım ettik, İslam yayılınca biz Ensar’lar olarak dedik ki; Allah(c.c) bizleri Peygamber (sav)‘in arkadaşı olmakla şereflendirdi. İslam yayılıncaya kadar ona yardım ettik, ehli Müslümanlar çoğaldı çok oldular, onu ailelerimize, çocuklarımıza ve mallarımıza tercih ettik, savaş sona erdi öyleyse; ailelerimize ve çocuklarımıza dönelim ve onların arasında ikamet edelim dedik biz birbirimize, bundan dolayı bizim hakkımızda bu ayet nazil oldu. Böylece tehlikeli olan cihadı terk edip aile ve çocuklar arasında ikamet etmektir. (Ebu Davud, Tirmizi, Nisai, İbn-i Hamid, İbn-i cerir, İbn-i Mardeveyh, İbn-i Habban ve Al- Hakun) bu rivayeti aktardılar.

“Allah size karşı çok merhametlidir” bunun manası müminlere çok merhametlidir, müminlerin takati dâhilinde ancak onları mükellef kılar. Güçlerinin yetmeyeceği ve kaldıramayacakları şeylerden onları sorumlu tutmaz. Bakara suresinin son ayetinde geçtiği gibidir:

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ

   “Allah, hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz. (Herkesin) kazandığı (iyilik) lehine ve işlediği (kötülük) ise aleyhinedir!

Ayrıca Tegabün suresinde şöyle buyurdu:

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ

“Gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun.” (Tegabün 16). Müslüman Allah(c.c)’nin emir ve nehiylerini gücü yettiği kadar uygulamaya çalışır, eğer engel çıkarsa onu gidermeye çalışır, eğer bir Şer’i  mazeret varsa ruhsatını kullanır. Bu şekilde Allah’tan hakkıyla korkmuş olur. Zira Allah (c.c) şöyle dedi:

﴿يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقٰتِهٖ وَلَا تَمُوۡتُنَّ اِلَّا وَاَنۡـتُمۡ مُّسۡلِمُوۡنَ‏﴾ 

 “Ey iman edenler! Allah’tan tam ve hakkıyla korkun ve ancak Müslüman olarak ölün.” (Ali İmran 102)

Müslümanlığın gerektirdiği şeyleri uygularken ölmeye çalışılır. Bu şekilde hakkıyla Allahtan korkulmuş olur.

يُرِيۡدُ اللّٰهُ بِکُمُ الۡيُسۡرَ وَلَا يُرِيۡدُ بِکُمُ الۡعُسۡرَ

 “ Allah sizin için kolaylık istiyor, zorluk istemiyor.” (Bakara 185)

   Böylece Allah(c.c) müminleri zor duruma sokmak istemiyor, indirdiği ahkâmı müminlerin kendi güçleri dâhilinde uygulamalarını istiyor. Ancak bir Şer’i mazeret varsa ona ruhsatını veriyor. Müslüman Şeriat kendine ruhsat verirse onu kullanıp o ruhsatı uygulayabilir. Buna rağmen bazen Azimeti uygulamak daha efdal daha üstündür. Misal verecek olursak; yolculukta oruç tutmak bozmaktan daha efdaldir. (Bakara 184). İkrah (zorlama) halinde Müslümanın dini üzerine sebat göstermesi ve zalim yönetici karşısında hak sözü söylemesi efdal ve üstün olandır. Sümeyye ve onun kocası Yasir işkence altında ezilirken Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onlara şöyle dedi:

“صَبْراً آلَ يَاسِرْ إن مَوْعِدَكُمُ الجَنَّة”

 “Sabredin, sizin için cennet vardır” dedi ve şehit oldular. Ruhsat kullanmalarını veya onların taviz göstermelerini talep etmedi,  ölüme kadar sebatkâr olmalarını talep etti. (Siret-i İbniHişam)

   Peygamberliğini iddia eden yalancı Museyleme, iki Müslümanı tutukladı. Birine “benim  Allah (c.c)’nin Resulü olduğuma dair şehadet ediyor musun?” diye sorunca bu Müslüman korkarak evet dedi. Diğerine de aynı şeyi sordu hem de üç defa tekrarlayınca ikinci Müslüman ben işitmeyen biriyim dedi. Hemen yalancı Müseyleme onu öldürdü. Bu haber Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e iletilince şöyle dedi: Öldürülen Müslümana ne mutlu, yakini iman üzerinde sebat ve üstünlüğünü göstererek sevabını kazanıp ihlâsıyla gitti (vefat etti). Ama birinci kişi ruhsatı kullandı ve onun da sorumluluğu yoktur.” (Al Hasan)

  Nisa 30. Ayete devam edelim: “Kim zulme saparak bunu yaparsa biz onu ateşe atarız. Bu da Allah için çok kolaydır.”

   Bu ayette Müslümanların mallarını haksızca yiyenlerin cezasını bildiriyor, onları zalim olarak saydı ve onların geleceğinin cehennem olduğunu duyurdu. Bu durumda dünyada da cezası vardır. İslam Hilafet Devletinde hâkim ona ceza verir ve haksızca yediği malı sahibine iade ettirir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve Raşid Halifeler bunu uyguladılar. Hâkimlerin vereceği cezanın miktarı her işin büyüklüğüne göre olur. Bunların detayları sünnette ve fıkıhtadır. Hırsızlık, gasp, rüşvet, ihtilas, kalpazanlık, aldatma, terazide hile yapmak… vs. haram kılınan gayrı meşru yollarla ilgili detaylar ve cezaları gösterildi. Ama bir kişi dünyada cezasını görmezse ve tövbe etmezse ahirette cezası cehennemdir. Bu Allah için kolay bir husustur.  

    Bu nedenle arkasından Nisa 31. ayette Allah (c.c) şöyle buyurdu: “Nehyedildiğiniz, size yasaklanan büyük günahlardan sakınırsanız işlediğiniz kötülükleri sileriz. Değerli ve üstün bir yere de sizi yerleştiririz.”

  Allah(c.c) bu ayette özellikle büyük günahlardan Müslümanları sakındırıyor. Malı haksızca yemenin büyük günah olduğuna işaret ediyor. Zira bunların cezaları ağırdır.

Küçük günahlar ise Allah(c.c)’den mağfiret dileyerek, namaz kılarak ve sadaka vermekle veya herhangi bir salih amel yapmakla silinebilir.

   Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: Hangi kul beş vakit namaz kılarsa, ramazan orucu tutarsa, zekâtını verirse ve yedi büyük günahtan sakınırsa kendisine cennet kapıları açılır ve kendisine selamla gir denilir.” (Nisai ve ElHakim)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yedi büyük günahtan sakının deyince; kendisine onlar nedir ya Resullah diye soruldu? Onları şunlardır diyerek sıraladı: Allah(c.c)’a ortak koşmak (şirk), haksızca bir insanı öldürmek, sihir yapmak (büyü), faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, iffetli mümin kadınlara iftira atmaktır.” (Buhari ve Müslim)

Başka bir hadiste ise Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem büyük günahlardan sakının diye buyurdu, onlar nedir ya Resulullah diye sorulunca şöyle dedi: “Onlar dokuz günahtır. Allah’a şirk koşmak, haksızca bir mümini öldürmek, savaştan kaçmak, yetimin malını yemek, faiz yemek, iffetli kadına iftira atmak, Müslüman baba ve anneye nankörlük yapmak ve haklarını vermemek, sihirbazlık yapmak, sizin Kıbleniz olan mescidi haramda kan akıtmaktır. Herhangi bir Müslüman bunları yapmadan namazı kılarak ve zekâtı vererek ölürse ancak altından inşa edilmiş bir evde Nebi (s.a.v)’le beraber oturur.” ( El Hakim, Ebu Davut ve Nesai) Başka bir sahih hadiste Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem büyük günahlara“yalan yere yemin etmek” ifadesini ekledi.

İşte büyük günahların yedi günahla sınırlandırılmadığı gösteriliyor. Bunlara benzer günahlar büyük günah olur. Kur’an-ı Kerimde veya Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sünnetinde haram kılınıp cezası gösterilen husus büyük günahlardan sayılır. Herhangi bir farzı terk etmek büyük günah sayılır. Namazı terk etmek büyük günahtır, ama bu hadiste gösterilmedi ayette ve başka hadiste gösterildi.

 Bir günah işleyip kâfir, zalim ve fasık olarak nitelenen kişinin ameli büyük günah sayılır. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kâfir, zalim veyahut ta fasık olarak sayıldılar. (Maide 44, 45, 47). Bunlar büyük günah işlemiş oldular. Kâfirleri dost edinenler ve onlarla işbirlikçilik yapanlar kâfirlerden sayıldılar. “Kim Yahudileri ve Hristiyanları dost edinirse o onlardandır.” (Maide 51) İçki içmek, zina yapmak, Lut kavminin çirkin fiilini yapmak (aynı cinsle ilişki kurmak) kumar oynamak, hırsızlık yapmak, gasp etmek, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yapmak gibi, hepsi birer büyük günahlardır. Nitekim cezaları ağırdır.

   Eğer bir günahın cezası ağır olursa veya haram kılınırken ağır ifadeler kullanılırsa büyük günahlardan sayılır.

   Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem  şöyle buyurdu: “Beş namaz (arasında), Cuma’dan Cuma’ya, Ramazan’dan Ramazan’a aralarında işlenen günahlar için bu namaz ve oruç kefaret olur, eğer büyük günahlardan uzak durursan!”. (Müslim)    

   Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir sefer tüccarlar karşısına çıkıp şöyle dedi: “Ey tüccarlar topluluğu! Alışverişe lağv (boş söz), yalan ve (boşuna veya kasıtsız) yemin etme karışır bu nedenle onu sadakayla karıştırın.” (Ebu Davut)  Birisi bir kadının avretine bakarsa Allah(c.c)’den mağfiret dilerse ve namaz kılarsa kefaret olur. Bir Müslümanla alay ederse veya onun arkasından ayıbını söylerse (gıybet ederse) Allah(c.c)’den mağfiret diler, namaz kılar, oruç tutar ve sadaka verirse kefaret olur. Büyük günahlardan sayılmaz.

   Hucurat suresinin 11. ayetinde müminler  birbirleriyle alay etmekten ve kötü lakap takmaktan  nehyedildikten sonra şöyle buyurdu

وَمَنۡ لَّمۡ يَتُبۡ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ‏

 “ Kim tövbe etmezse zalim olur.”

   Yine Allah(c.c)  Hucurat suresinin 12. ayetinde gıybeti nehyettikten sonra şöyle buyurdu:

اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَّحِيۡمٌ‏

“Allah tövbeleri kabul edendir, rahimdir.”

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem böyle yapan kimseleri maddi olarak cezalandırmadı, sadece sert şekilde azarladı. Ebu Zer Bilal’e ey siyah kadının oğlu deyince Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Ebu Zer’e şöyle dedi: “Onu annesinin renginden dolayı ayıpladın ha! Sende hala  cahiliye (kalıntısı) vardır.” Ondan sonra Ebu Zer kendi yanağını toprak üzerine koydu ve Bilal’e “ Ey Bilal eğer ayağını yanağım üzerinde koymazsan yanağımı kaldırmayacağım dedi. Bilal onun yanağı üzerine ayağını koydu.” (Buhari ve Müslim)

   İşte buna benzer işleri Müslüman yaparsa Allah (c.c)’den mağfiret dilemekle beraber namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek ve sair salih ameller yapmak kefaret olur. Allah(c.c) bu kimseleri güzel yere koyar, cennette yerleştirir.

    Büyük günahların kefareti ceza almaktır. Misal verecek olursak; zina eden kimse kırbaçlanırsa veya taşlanırsa, hırsızın eli kesilirse, içki içen kimse kırbaçlanırsa ahirette cezası yoktur.  Ama bir Müslüman gizlice büyük günah işleyip Hilafet devletine bildirmezse ve gizlice tövbe ederse, pişman olursa, mağfiret dilerse ve salih amel yaparsa; umulur ki Allah(c.c) onu affeder. Al-i İmran suresi 135-136. ayetlerde bundan söz edildi. Allah(c.c)’yi anarsa, ondan mağfiret dilerse, yaptıkları kötü iş üzerine ısrarlı kalmazlarsa, ondan vazgeçip tövbe ederlerse onlar için mağfiret ve cennet vardır.

Yine Allah(c.c) İsra suresi 68- 71. ayetlerde bundan söz etti. Hatta tövbe ederse ve salih amel yaparsa kötülükleri iyiliklere çevirecektir.

   En iyisi Müslüman bir günah işlerse onu gizli tutsun, duyurmasın, Allah(c.c)’den mağfiret dilesin, tövbe etmeye çalışsın ve salih amel yapsın. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

“Ümmetimden her biri affedilir, ancak günahını açıklayan, duyuranlar müstesnadır. Bunlardan ise bir adam gecede bir (günah) iş yapar, sabahta kalkar ve şöyle der: “geçen gece öyle bir iş yaptım, oysa Allah(c.c) geceleyin onu örttü, ama kendisi Allah’ın örttüğünü açıkladı.” (Buhari ve Müslim) Yine diğer Müslümanların örttükleri ayıplarını örtmekte gerekir. Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Kim bir Müslümanın ayıbını örterse Allah(c.c) onun ayıbını hem dünyada hem de ahirette örter.” (Buharı ve Müslim)

    Fakat başka Müslümanların haklarını çiğniyorsa, onlara zulüm ediyorsa, gaddarlık yapıyorsa, onları dolandırıyorsa, Allah’a, Resulüne ve ümmete ihanet ediyorsa, kâfirleri dost ediniyorsa, İslam aleyhine çalışıyorsa, utanmadan ve açık şekilde günahlar işliyorsa böyle kimselerin hatalarını örtmek doğru değildir. Onları teşhir etmek ve onlarla mücadele etmek gerekir. Zira onların zararları kendi şahıslarında sınırlı değildir, onların zararları ümmete ve İslam’a dokunur.

   Ayrıca bir kişi başka kişiyle muamele yapacaksa ve senden nasihat isterse veyahut sana  sorarsa o hususla ilgili kişinin kusurunu söyleyebilirsin. Kays’ın kızı Fatıma(r.a) Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e gelip şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulu Muaviye ve Ebu Cehm adlı kişiler bana talip oldular, hangisiyle evleneyim? Resulullah şöyle cevap verdi: “Muaviye değersiz yani malı mülkü yoktur. Ebu Cehm ise asasını elinden düşürmez yani kadınları döver, sen Usama bin Zeyd ile evlen.” (Müslim)

   Bir kişiyle ticaret yapacaksan, ona borç vereceksen, seninle beraber daveti taşıyacaksa ve benzeri hususlarda senden nasihat istiyorlarsa ve istişare ederlerse gerçeği söylersin. Müslüman karşı tarafın zarar görmemesi için bunu yaparsa yerindedir. Nasihat ve istişare konusuna dâhil olur.

   İşte, bu ahkâmla İslam’ın üstünlüğü ve mükemmelliği tecelli eder. Ona ait Hilafet devletinde uygulandığında temiz ve üstün toplum kurulur.