– 14 –

Bu ayetlerde şu hakikatleri açıklarız ve aşağıdaki sorulara cevap veririz:

  • Resulün ve Ümmetin şahitliği
  • Ümmetin vasat olması
  • Felahın manası
  • Şahidin sıfatları
  • Sünnetin vahiy olması
  • Devletin kaynakları

Resul ümmete neden şahitlik yapacak? Ümmet te neden insanlara şahitlik yapacak? Şahidin sıfatları nedir? Vasat kelimesinin manası nedir? Felaha kavuşanlar kimdir? Sünnet nasıl vahiy olur? Sünneti inkâr eden neden kâfir olur? İslam Hilafet devletinin yasama kaynakları nelerdir?

فَكَيۡـفَ اِذَا جِئۡـنَا مِنۡ كُلِّ اُمَّةٍ ۭ بِشَهِيۡدٍ وَّجِئۡـنَا بِكَ عَلٰى هٰٓؤُلَاۤءِ شَهِيۡدًا ؕ‏ يَوۡمَٮِٕذٍ يَّوَدُّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا وَعَصَوُا الرَّسُوۡلَ لَوۡ تُسَوّٰى بِهِمُ الۡاَرۡضُ ؕ وَلَا يَكۡتُمُوۡنَ اللّٰهَ حَدِيۡـثًا 

(Kıyamet günü) Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de bunlara (Müslümanlara) şahit olarak  getirdiğimiz zaman durumları nice olacaktır. (41) O gün, kâfir olanlar ve Resul’e isyan edenler yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah’tan hiçbir haberi de gizleyemezler. (42)”

Allah (cc) kıyamet gününün korkulu ve heybetli durumunu gösteriyor o gün her ümmetten bir şahit getirilecektir. Bu şahitler; resuller ve nebilerdir. Nitekim onlar ümmetlerine Allah’ın risaletini tebliğ ettiklerine dair şahitlik edecekler.

Abdullah bin Mesut (r.a) diyor ki; “Bir defasında Resulullah (sav) “Bana Kur’an’ı oku” dedi. Senin üzerine indirilirken sana okuyacağım?! Resulullah (sav) : “Başkalarından dinlemek istiyorum” deyince ben de okumaya başladım. Okurken bu ayete gelince Resulullah (sav) “şimdilik yeter” diyerek ağlamaya başladı.” (Buhari).

Çünkü Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem daveti yüklenme mesuliyeti altındadır. Oysa Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah’ın şahitliği ile ilgili hiçbir kusur veya gevşeklik göstermedi. Ayrıca kendisine verilen değerden dolayı da sürekli ağlamaktaydı. Daha doğrusu, görevini fazlasıyla yaptı ve herkesin Müslüman olması için oldukça çaba sarf etti. Allah(cc) buna değinerek şöyle buyurdu:

‎فَلَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَّـفۡسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمۡ اِنۡ لَّمۡ يُؤۡمِنُوۡا بِهٰذَا الۡحَـدِيۡثِ اَسَفًا‏

“Onlar bu söze (Kur’an’a) inanmadıklarından dolayı üzüntüden neredeyse kendini helak edeceksin.” (Kehf:6)

Bu nedenle Allah(cc) Resulüne şöyle seslendi:

‎فَلَا تَذۡهَبۡ نَـفۡسُكَ عَلَيۡهِمۡ حَسَرٰتٍ اِنَّ اللّٰهَ عَلِيۡمٌۢ بِمَا يَصۡنَـعُوۡنَ‏

(Hidayeti kabul etmediklerinden dolayı) Onlar için kendini üzüp durma. Allah onların yaptıklarını biliyor.” (Fatır:8)

İşte güzel örneğimiz olan Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem insanların hidayetine, İslâm’ın yayılması ve hâkim olmasına oldukça önem veriyordu. Dolayısıyla bizler de onun gibi olmalıyız.

Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, son Resul ve Peygamber olarak insanlara tebliğ ettiğine dair şahitlik yapacaktır. Ama onun döneminde yaşayanlara şahitlik yapacaktır. Bu nedenle ayette هؤلاء““Bunlar” ifadesi geçti. Fakat tebliğ edilen Müslümanlar da, diğer insanlara tebliğ edeceklerine dair İslâmî davet farzını yüklendiler. Yani onlar da diğerlerine şahitlik yapacaklardır. Bundan dolayı İslâm davetini yüklenmek her Müslümana farz kılındı.

Mesela Mesih İsa (a.s)’ın şahitliğiyle ilgili şöyle bir ayet geçti:

مَا قُلۡتُ لَهُمۡ اِلَّا مَاۤ اَمَرۡتَنِىۡ بِهٖۤ اَنِ اعۡبُدُوا اللّٰهَ رَبِّىۡ وَرَبَّكُمۡ‌ۚ وَكُنۡتُ عَلَيۡهِمۡ شَهِيۡدًا مَّا دُمۡتُ فِيۡهِمۡ‌ۚ فَلَمَّا تَوَفَّيۡتَنِىۡ كُنۡتَ اَنۡتَ الرَّقِيۡبَ عَلَيۡهِمۡ‌ؕ وَاَنۡتَ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ شَهِيۡدٌ‏

“Ben onlara ancak bana emrettiğini söyledim. Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlara şahit idim. Fakat sen beni vefaat ettirince onlar üzerine gözetleyici olan yalnız sen oldun. Nitekim sen her şeye şahitsin.” (Maide:117)

İsa(a.s) tebliğ ettiği insanlara şahit olacaktır. Vefat edince, artık o diğerlerinin yaptıklarından mesul değildir. Zira ondan sonra onun dinini değiştirenler ortaya çıktı. Dini bozdular ve İsa (a.s)’ı ilahlaştırdılar. O nedenle Allah (cc) bu husus hakkında İsa (a.s)’a sorduğunu bize Kur’an’da bildiriyor.

Bakara suresi 143. Ayet’te Allah (cc) şöyle buyurdu:

وَكَذٰلِكَ جَعَلۡنٰكُمۡ اُمَّةً وَّسَطًا لِّتَکُوۡنُوۡا شُهَدَآءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُوۡنَ الرَّسُوۡلُ عَلَيۡكُمۡ شَهِيۡدًا 

“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki; insanlara şahit olasınız ve Resul de size şahit olsun.”

Lugatta, vasat; bir şeyin ortası veya iki şey arasında bulunan şeydir. Fakat mecazi manada hayırlı ve güvenilir manasında da geçer. Bir şeyin vasatı iyi, hayırlı ve güvenilir olanıdır.

Araplar örflerinde kavmin liderine, en akıllısı ve en güvenilir olana vasat derler. Zira çadırın en önemli direği ortadaki direktir. Oradan hareketle mecazi manada bir şeyin en sağlamına vasat derler. Ayrıca sınırı aşmaz, dengelidir ve akıllıdır.

Bundan dolayı vasat, yani adaletli, dengeli ve güvenilir vasfı yoksa şahit olma vasfı da olamaz. Ayette şahit olabilmesi için şart gösteriliyor. O da, hayırlılık ve güvenilirliliktir. Böylece Müslümanlar, sair insanlara İslâm’ı tebliğ ettiklerine dair şahitlik yapacaklardır.  En hayırlı ve güvenilir olan ise Resul’dür. O, Allah’ın dinini tebliğ ettiğine dair şahitlik yapacaktır.

Bu nedenle Allah İslam ümmetini övdü ve hayırlı ümmet olarak niteledi. Çünkü kendi dinini taşıdı, onu yaymak için cihat etti, bunun uğrunda da bir hayli şehit verdi, marufu emreder ve münkeri neyheder. Bu işleri yapan hayırlıdır ve güvenilir, doğruyu söyler, yalan söylemez.

 Al-i İmran suresi 110. Ayet’te şöyle buyurdu:

كُنۡتُمۡ خَيۡرَ اُمَّةٍ اُخۡرِجَتۡ لِلنَّاسِ تَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَتَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِ وَتُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ‌ؕ وَلَوۡ اٰمَنَ اَهۡلُ الۡكِتٰبِ لَڪَانَ خَيۡرًا لَّهُمۡ‌ؕ مِنۡهُمُ الۡمُؤۡمِنُوۡنَ وَاَكۡثَرُهُمُ الۡفٰسِقُوۡنَ‏

“Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz; marufu emreder, münkeri nehyedersiniz ve Allah’a inanıyorsunuz. Ehl-i kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) iman etselerdi kendileri için iyi olurdu. Onlardan iman edenler vardır fakat çoğu fasıktırlar.”

Ayrıca Müslümanlardan bu işi üstlenecek en az bir grubun bulunmasını da farzı kıldı:

Al-i İmran suresi 104. Ayet’te şöyle buyurdu:

وَلۡتَكُنۡ مِّنۡكُمۡ اُمَّةٌ يَّدۡعُوۡنَ اِلَى الۡخَيۡرِ وَيَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِ‌ؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡمُفۡلِحُوۡنَ‏

“ Hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkeri nehyeden sizden bir grup bulunsun. Felaha kavuşanlar işte bunlardır.”

Felah kelimesinin sözlük manası; başarıdır. Şer’i manası ise; Cennet’i kazanmaktır. Nitekim gerçek başarıda budur. Müminun suresinin ilk ayetinde Allah (cc) şöyle buyurdu:

‎ قَدۡ اَفۡلَحَ الۡمُؤۡمِنُوۡنَۙ‏

“Müminler felaha kavuştular.”

Ondan sonra Allah(cc) onların sıfatlarını sayıyor: “Namazlarında huşu içindedirler, boş ve değersiz söz ve fiilden uzak dururlar, zekâtı verirler, ferçlerini korurlar ancak eşleri ve sahip oldukları cariyeler yüzünden kınanmazlar, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler, namazlarına devam ederler. İşte bunlar Firdevs’e (Cennet’e) varis olurlar.”

Belki bu müminler dünyada hiç başarılı değillerdir. Fakir ve zayıf bir hayat yaşamış da olabilirler. Ama bu müminler felaha kavuştular, başarılı oldular ve Cennet’i kazandılar. 

Bu münasebetle şu hadis-i şerife de değinmek istiyorum;

‎” لن يفلح قوم ولوا أمرهم امرأة”

“Bir kavim emirlerini (yönetim işini) bir kadına verirlerse felaha kavuşmazlar.” (Buhari)

Buradaki felah, şer’i manadadır. Cennet’i kazanmazlar. Yani o kadar günahkâr olurlar ki Cennet’e giremez olurlar. Bunun manası; kadının Halife, Muavin, Vali ve Amil gibi yönetici olamamasıdır. Bu bir şer’i hükümdür.

“Başarılı yöneticilik yapabilecek kadın da vardır. Bu nedenle bu hadis doğru değildir” denilemez. “Yönetici erkek olunca başarılı olur” demek de değildir. Oysa birçok erkek yönetici başarısızdır. Nitekim buradaki mana dünyada başarmak değildir. Müminun, Al-i İmran ve değişik surelerde geçen felah kelimesi şer’i bir mana taşımaktadır. Mesela cemaat namazı veya Cuma namazı ile imamlık yapan kimsenin şartı da erkek olmasıdır. Belki birçok kadın imamlık yapabilir ama mesele yapabilmek değildir. Bilakis şer’i şartı uygulamaktır.

Bize vahyolan Kur’an-i kerim ve Hadis-i şeriflere baktığımız zaman önce şer’i manalarına bakmalıyız. Çünkü Allah (cc) Kur’an-i kerim ve Hadis-i şerif yoluyla vahyettiğini bizlere açıklamak istediği zaman Arapçayı kullandı. İstediği manaları aktarırken bu dildeki istediği manaya yakın Arapça kelimeleri kullandı. Keza Hadis-i Şerif de böyledir. Bu nedenle Al-i İmran suresinin 104. ayetinde geçen Felah’ın şer’i manasını almalıyız. Buna göre İslâm davetini taşımak, Allah’ın emirlerini ve nehiylerini insanlara göstermek ve insanların bunlara bağlanmalarına davet etmek farzdır. Bunu yapan Müslümanlar ise Cennet’i kazanmakla başarıya ulaştılar ve onlar ebediyen cennetliktirler.

Bir ayette Şer’i mana bulunmazsa, o zaman örfi manayı ararız. Bu nedenle “sizi vasat bir ümmet yaptık” cümlesinde geçen vasat kelimesinde şer’i mana yoktur, bilakis örfi mana vardır. Bunun manası da; iyi ve güvenilir şeydir. Bir şeyin vasatı, onun iyisi ve sağlam olanıdır. Bunu destekleyen mana ise, ayette geçen karinedir (bağlantıdır). O karine ise, “insanlara şahit olasınız” cümlesidir. Zira şahit olan; güvenilir (udul) olmalıdır.

Kalem suresinde 28. Ayette:

‎قَالَ اَوۡسَطُهُمۡ اَلَمۡ اَقُلۡ لَّكُمۡ لَوۡلَا تُسَبِّحُوۡنَ‏

“Onların vasatı şöyle dedi: Allah’ı tesbih etseniz (daha iyi değil midir?). Size demedim mi?”

Ayet’te geçen “onların vasatı” ifadesi, o kişilerin en hayırlısı ve en adaletlisi anlamındadır.

İşte Allah (cc) Resul’ün Sallallahu Aleyhi Vesellem değerini birçok ayette olduğu gibi bu ayette de bir kere daha vurguladı. O Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem, Şahit olarak getirilecektir. Bunun manası da; “görevini tam yaptı ve yerine getirdi” demektir. İşte Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem şahit olarak getiriliyor. Allah(cc) bu ayette onu yani Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’i tezkiye ediyor. Bu nedenle arkasından şu ayeti aktardı:

“O gün, kâfir olanlar ve Resul’e isyan edenler yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler.”

Kâfirler, Resul’ün kendilerine tebliğ etmesinden dolayı ağır ceza göreceklerdir. Ayrıca Resul’e isyan edenler de ağır ceza görecekler. Nitekim Resul’ü inkâr edenler hem kâfir oldular hem de ona isyan eden kimseler oldular. Bunlardan ziyade, Resul’e inandığını iddia eden ve sonra ona isyan edenler de ağır ceza göreceklerdir. İki grup yerin dibine batırılmayı temenni edecektirler. Nisa suresi 13-14. ayetlerde Allah(cc) şöyle buyurdu:

‎تِلۡكَ حُدُوۡدُ اللّٰهِ‌ وَمَنۡ يُّطِعِ اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ يُدۡخِلۡهُ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُخٰلِدِيۡنَ فِيۡهَا  وَذٰلِكَ الۡفَوۡزُ الۡعَظِيۡمُ‏  وَمَنۡ يَّعۡصِ اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ وَيَتَعَدَّ حُدُوۡدَهٗ يُدۡخِلۡهُ نَارًا خَالِدًا فِيۡهَا وَلَهٗ عَذَابٌ مُّهِيۡنٌ 

“Allah’ın sınırları bunlardır. Kim Allah’a ve Resulü’ne itaat ederse, onu altından nehirler akan Cennet’e sokar, orada kalıcı olur. Büyük kazanç da budur. Kim Allah’a ve Resulü’ne isyan ederse ve O’nun sınırlarını aşarsa onu Cehenneme sokar, orada kalıcı olur. Onun için de alçaltıcı azap vardır.”

Nisa suresi 80. ayette Allah (cc) şöyle buyurdu:

‎مَنۡ يُّطِعِ الرَّسُوۡلَ فَقَدۡ اَطَاعَ اللّٰهَ وَمَنۡ تَوَلّٰى فَمَاۤ اَرۡسَلۡنٰكَ عَلَيۡهِمۡ حَفِيۡظًا

“Kim Resul’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse seni onlara bir koruyucu olarak göndermedik.”

Al-i İmran suresi 31-32. ayetler’de Allah (cc) şöyle buyurdu:

‎قُلۡ اِنۡ كُنۡتُمۡ تُحِبُّوۡنَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُوۡنِ ىۡيُحۡبِبۡكُمُ اللّٰهُ وَيَغۡفِرۡ لَـكُمۡ ذُنُوۡبَكُمۡؕ‌ وَاللّٰهُ غَفُوۡرٌ رَّحِيۡمٌ‏  قُلۡ اَطِيۡعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُوۡلَ‌‌ فَاِنۡ تَوَلَّوۡا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الۡكٰفِرِيۡنَ‏ 

(Ey Resul!) Onlara şöyle söyle: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayıcıdır ve rahmet sahibidir.”

İşte Resul’e itaat, Allah’a itaattir. Zira Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem, Allah’tan kendisine gelen vahyi tebliğ eder. Necm suresi 4. Ayet’te şöyle geçti:

‎مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمۡ وَمَا غَوٰى وَمَا يَنۡطِقُ عَنِ الۡهَوٰىؕ‏  اِنۡ هُوَ اِلَّا وَحۡىٌ يُّوۡحٰىۙ‏

“Sizin arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve şaşmadı. Heva ve hevesinden konuşmaz. Onun konuşması ancak bir vahiydir kendisine vahyedilir.”

Resul rabbine asla yalan söylemez. Şayet söylerse, o takdirde Resul olmaz. Bu nedenle Resul yalandan  münezzehtir ve tebliğ işinde masumdur. Çünkü Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem asla şaşmaz. Öyleyse Allah’ın dinini (İslâm’ı) tebliğ etmede hata etmez, şaşmaz ve sapmaz. Bu da Kur’an’ı ve Sünnet’i kapsar. Zira Sünnet, Kur’an’ı açıklıyor. O açıklamalar olmadan Kur’an’ı anlayamayız ve de uygulayamayız. Resul Kur’an’ı açıklarken heva ve hevesine veya kafasına göre açıklamaz. Ayrıca içtihat da yapmaz. Kendisi Allah’tan aldığı vahyi direkt telakki eder ve Allah’ın kendisine vahyettiği şekilde açıklar. İşte sünnet vahiydir. Kim sünneti inkâr ederse kâfir olur. Çünkü gösterdiğimiz muhkem ayetleri ve Resul’ü de inkâr etmiş olur. Resulün sözünden şüphelenen kimse Kuran’dan şüphelenir. Zira Kuran’ı bize tebliğ eden Resulullahtır. Eğer kafasına göre konuşuyor denilirse öyleyse ayetleri belki kafasına göre konuşmuş şüphesi olur, bu şekilde tamamen dinle hiç alakası hiç kalmaz.

 Bu sebepledir ki, sünneti (Resul’ü) inkâr edenin ağır cezası vardır. O ceza da; cehennemdir ve orada ebedi olarak kalıcıdır.

Doğru rivayetle gelen Hadis-i Şerif vahiydir. Onunla amel etmek veya uygulamak ise farzdır. Kıyamet gününde Resul’e isyan edenler veya sünneti inkâr edenler yerin dibine batırılmayı temenni ederler. Çünkü o gün azabı görecekler ve aynı zamanda Allah’tan hiçbir şeyi de gizleyemeyecekler. Yani kâfirliklerini gizleyemeyecekler. Kendilerini ne kadar savunursa savunsunlar yani “maksadımız şuydu, yok masadımız buydu” gibisinden bahaneler ortaya atarlarsa atsınlar, nafile! Tüm çabaları boşuna olacaktır. Onlar yalan iddiaları aktarırlar. Onların ağızları kapatılır, elleri ve ayakları şahitlik ederler. Çünkü onlar yalancıdır. Yasin suresin 65. ayette Allah (cc) şöyle buyurdu: 

‎اَلۡيَوۡمَ نَخۡتِمُ عَلٰٓى اَفۡوَاهِهِمۡ وَتُكَلِّمُنَاۤ اَيۡدِيۡهِمۡ وَتَشۡهَدُ اَرۡجُلُهُمۡ بِمَا كَانُوۡا يَكۡسِبُوۡنَ‏

“ O gün (kıyamet günü) onların ağızlarını kapatırız. Onların elleri bizimle konuşur ve onların yaptıklarına ayakları da şahitlik yapacaklardır.”

Nebe suresi 40. ayette ise, “Kâfirlerin toprak olmayı temenni edecekleri” bizlere haber verilir:

‎اِنَّاۤ اَنۡذَرۡنٰـكُمۡ عَذَابًا قَرِيۡبًا يَّوۡمَ يَنۡظُرُ الۡمَرۡءُ مَا قَدَّمَتۡ يَدٰهُ وَيَقُوۡلُ الۡـكٰفِرُ يٰلَيۡتَنِىۡ كُنۡتُ تُرٰبًا

“Biz sizi yakın bir azapla uyardık. O gün insan ellerinin ne sunduğuna ve ahiret için ne yaptığına bakar. Kâfir olan kimse de şöyle der: “Keşke toprak olsaydım.”

Böylece kâfirler bazen yerin dibine batırılmayı, bazen toprak olmayı ve bazen de ölümü temenni ederler ve buna benzer kötü temenniler ve isteklerde bulunacaklardır.  

Bu nedenle, Kur’an ve sünneti beraber ele almak ve uygulamak gerekir. Çünkü böyle yapmak farzdır.

Bu asırda da kâfirler sünneti inkâr ettirmeye çalışıyorlar ve “sadece Kur’an ile yetinelim” diyen sapık kimseleri destekliyorlar. Amerika bu işi direkt olarak üstleniyor. Misal verecek olursak; Mısır’da Kuraniyyun (Kur’ancılar) grubunun başkanı Ahmed Subhi Mansur’dur. Kendisi bir zamanlar Ezher Üniversitesi’nde İslâm Tarihi hocası idi. 1980’lerde sünneti inkâr edince Ezher Üniversitesi’nden kovuldu. Daha sonra Mısır’da lâik fikirleri yaymaya çalışan İbni Haldun Merkezi gibi Amerika hesabına çalışan fikri kuruluşlarla ve lâik zihniyetli kimselerle beraber çalışmaya başladı. Bu merkezde üye ve danışman olarak çalıştı. Ondan sonra Amerika’ya gitti ve orada demokrasi için Amerikan Vatancı Vakfında öğretmenlik yapmaya başladı. Ardından İsrailli Jerusalem Post gazetesinde yazarlık yapan oryantalist Yahudi asıllı Amerikan vatandaşı olan Daniel Pipes’in Başkanlığı altında yönetilen Kur’an-ı Kerim Evrensel Merkez’inde çalışmaya başladı. Ahmed Subhi Mansur tarih boyunca İslâm’a iman etmiş bütün Müslümanları kâfir sayıyor. Çünkü ona göre sünnetin vahiy olduğuna inanmak, kişiyi kâfir yapar. İşte bu düşüncelerinden dolayı Amerika onu kucakladı, finans etti ve ona ikamet hakkı verdi. Başka misaller de vardır, burada sadece bu misalle yetiniyoruz.

Bu konuyu ve sünnetle ilgili konuları geniş şekilde anlamak isteyenlere “Sünnet Kuran gibi kaynaktır” kitabımıza bakmayı tavsiye ederiz.

İslâmî Hilafet Devleti, Kur’an’a ve Sünnet’e dayanır. Anayasasının kaynağı da bunlardır. Bütün maddelerini Kur’an ve Sünnet’ten çıkartır. Şayet böyle olmaz ise, İslâmî bir devlet olmaz. Müslümanlar bunu kurmaya çalışırken, bu iki kaynaktan çıkartılan anayasayı öğrenmeli ve insanlara da göstermeliler. Böylece insanlar bu devlete talip olur ve ona uymaya hazır olurlar.