– 15 –

Bu ayette şu hakikatleri beyan ederiz ve sorulara cevap veririz:

  • Tedricilik
  • Camiye giriş
  • Abdest ve teyemmüm
  • Kadına dokunmak
  • İçtihat ve taklit
  • Âlimler ve yöneticiler

İslam’ın tedrici olarak uygulanması caiz midir? Cünüp veya hayızlı veyahut nifaslı olan camiye girebilir mi? Ne zaman teyemmüm caiz olur? Kadına dokunmak abdesti bozar mı? Bu konuda taklit etmek gerekir mi? Müçtehit nasıl içtihat yapar? Âlimin yöneticiyle alakası nasıl olmalıdır?

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَقۡرَبُوا الصَّلٰوةَ وَاَنۡـتُمۡ سُكَارٰى حَتّٰى تَعۡلَمُوۡا مَا تَقُوۡلُوۡنَ وَلَا جُنُبًا اِلَّا عَابِرِىۡ سَبِيۡلٍ حَتّٰى تَغۡتَسِلُوۡا‌ ؕ وَاِنۡ كُنۡتُمۡ مَّرۡضٰۤى اَوۡ عَلٰى سَفَرٍ اَوۡ جَآءَ اَحَدٌ مِّنۡكُمۡ مِّنَ الۡغَآٮِٕطِ اَوۡ لٰمَسۡتُمُ النِّسَآءَ فَلَمۡ تَجِدُوۡا مَآءً فَتَيَمَّمُوۡا صَعِيۡدًا طَيِّبًا فَامۡسَحُوۡا بِوُجُوۡهِكُمۡ وَاَيۡدِيۡكُمۡ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُوًّا غَفُوۡرًا

“Ey iman edenler! Sarhoş olarak namaza yaklaşmayın ki ne dediğinizi bilesiniz. Yolcu olan hariç, cünüp olarak da yıkanıncaya kadar (camiden geçmeyin) ve namaza yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz veya biriniz heladan gelirse veyahut kadınlara dokunursanız ve su bulamazsanız yüzlerinizi ve ellerinizi temiz toprakla mesh ederek teyemmüm edin. Şüphesiz ki Allah affeden ve bağışlayandır.” (Nisa 43)

Bu ayet içki yasaklanmadan önce nazil oldu. İçki Maide Suresi 90-91. ayetlerinde kesin olarak yasaklandı. Fakat içki yasaklanmadan önce onunla ilgili hükümleri içeren ayetler geldi. Bunlarda sarhoş olarak namaz kılmak yasaklanmaktadır. Namazla ilgili yemek, içmek, konuşmak, gülmek ve fazla hareket yapmak gibi hususlar yasak olduğu gibi sarhoş iken namazı kılmak da bu ayette yasaklandı.

İçki içmek daha önce serbestti ama önemli olan insanın sarhoş olarak namaza gelmemesiydi. Aksi takdirde ne dediğini bilmez olur ve namazı kılarken karıştırırdı. Nitekim İbni Cerir(r.a)‘ın aktardığı rivayete göre içki yasaklanmadan önce Abdurrahman bin Avf kendi evinde davet ettiği bir grup sahabe ile yemek yedikten sonra onlara içki takdim etti ve hep birlikte içki içip sarhoş oldular. Akşam namazında da onlara imamlık yaptı. Namaz esnasında Kafirun suresini okurken karıştırdı. Bu olayın arkasından Allah(cc) içkiyle ilgili bu ayeti indirdi, mealen şöyledir: “Sarhoş olarak namaza yaklaşmayın. Yoksa ne dediğinizi bilemeyeceksiniz ve Kur’an okurken karıştırırsınız.”

Bu sebepten ötürü “içki tedrici olarak yasaklandı” denilemez. Çünkü namazda yemek, içmek, konuşmak ve gülmek de yasaklandı. Bunlar namazda tedrici olarak mı yasaklandı?! Bir kimse bunun böyle olduğunu söyleyemez. Zira bunlar serbest kaldı. Sadece içki bilahare yasaklandı. Ayrıca “insanlar içkiye çok bağımlı idiler, onu birden terk edemezlerdi” gibi bir şey de söylenemez. Oysa onlar için kendilerine en ağır gelen husus, akideyi terk etmektir. İnsanlar dinlerini ve inançlarını kolay kolay değiştiremezler. Bu sebeple Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem insanları inandırmak için çok uğraştı. Onlardan ve eziyetlerinden çok çekti. Buna rağmen Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kâfirlerin akidelerine saldırdı ve İslam akidesine inanmalarını onlardan talep etti. Mekke’deki insanların çoğu kendisine inanmadı. Bugün laikliğe ve demokrasiye inanmış olan batılıları da bu küfür akidesi ve fikirlerinden vazgeçirmek oldukça zordur. Çünkü onlar direniş gösteriyor ve seninle savaşıyorlar. Hatta küfür akidesi olan laiklik ve demokrasiyi Müslümanlara kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu nedenle Hilafet devletini yıktıktan sonra, kendilerine bağlı olan devletleri kurarken de bu devletleri laiklik ve demokrasiye dayalı olarak kurdular. Nitekim laiklik akidesi ve demokrasi fikri kendileri için bir ölüm-kalım meselesidir. Mesela onlara “içkiyi bırakın” dersen pek bir şey demezler ve bunu normal bir çağrı olarak görürler. Hatta onların doktorları bile kendi hastalarına “içkiyi bırakın” der. Oysaki onlar içkiye çok bağımlıdırlar. İşte bu nedenle “tedrici olarak İslam’ı uygulamaya çalışalım” diyenlerin delilleri tamamen çürüktür. Küfür sistemlerini uygulamak ve buna katılmak için de sahte bir bahanedir. Zira tedricilik esasına göre İslam’ı uygulamaya çalışanlar, küfrün hâkimiyetini kabul etmiş olurlar. Maide Suresi 49. ayet’te Allah(c.c), Resulünü uyardı: “Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni vazgeçirmeye çalışanlardan sakın.”

İslam bir bütün olarak uygulanmalıdır. Yoksa zulüm ortaya çıkar. Örneğin; İslam’daki iktisat nizamı uygulanmadan el kesme hükmü uygulanırsa zulüm olur. Peki, o halde neden içki daha sonra yasaklandı? Buna cevap mahiyetinde Allah(c.c) İsra Suresi 106. ayette şöyle buyurdu: “Kur’an’ı insanlara ağır ağır okuman için, bölüm bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik.” Kur’an yeni nazil olduğu için onu, olaylara göre insanlara anlatmak ve uygulamak gerekiyordu. Bu sebeple bütün hükümler (Namaz, Oruç, Hac vs.) bir anda nazil olmadı. Daha sonra İslam sistemi kuruldu ve herkes bu sisteme boyun eğdi. Bu sistemin kaynağı vahiy idi. Kendisine vahyedilen Resul de halâ yaşıyor ve devletin başında bizzat bulunarak yönetip uyguluyordu. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hiçbir zaman küfür hükmü uygulamadı (haşa). Bir olay olunca onun hakkında bir vahiy gelirdi. Biri hırsızlık yapınca onun hakkında Allah(c.c) ayet indirip cezasını gösterdi. Fakat bundan önce hiçbiri hırsızlık yapmadı. Daha önce öyle bir olay olsaydı ve Resul de (haşa) kâfirlerin hüküm veya kanunlarını uygulasaydı o zaman “tedricilik var” denilebilirdi. Ama (haşa) böyle bir şeyi Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem asla yapmadı. Vefat edince Din kâmil ve tastamam bir vaziyette idi. Ondan sonra gelen Halifeler de13 yüzyıl boyunca sadece İslam’ı uyguladılar. Fethettikleri memleketlerde kâfirlerin üzerine sadece İslam’ı uyguladılar ve asla başka bir hüküm uygulamadılar. Öyleyse şimdi Müslümanlar yönetimi ellerine geçirirlerse İslam’ı kâmil ve bir bütün olarak anında uygulamaları farzdır. “İslam’ı tedricen uygulayalım” diyerek küfür sistemlerine katılmaları ise asla caiz değildir. Çünkü bu kesin olarak haramdır. Gördüğümüz gibi tedrici olarak hareket etmeye çalışmanın akıbeti kötüdür ve küfrü meşrulaştırır ve yerleştirir.

Bahsettiğimiz ayette Cünüp olarak namaz kılmak yasaklandığı gibi camiye girmek ve oturmak da yasaklandı ve haram kılındı. Ancak oradan geçmeleri yasak değildir. Bazı camilerin kapıları her tarafa açık olabiliyor. Özellikle çarşıdaki camilerin kapılarından insanlar geçebiliyorlar. Bu durumda cünüp olarak Cami kapısından geçmelerinde bir sakınca yoktur. Kadın da hayız veya nifas süreci içindeyse (doğum yaptıktan sonraki altı haftaya kadar) namaz kılmaz ve camiye girmez. Ancak oradan geçme ve gitme olayı bunun dışındadır. Yani cünüp olanlar gibidirler.

Ayette “Eğer hasta ve yolculukta iseniz veya biriniz heladan gelirse veyahut ta kadınlara dokunursanız ve su bulamazsanız yüzlerinizi ve ellerinizi temiz toprakla meshederek teyemmüm edin.” Diye buyuruldu. Nitekim Teyemmüm bir ruhsattır. İnsan suya ulaşamadığı takdirde ulaşana kadar namaz vakti geçecekse teyemmüm eder. Temiz toprağın tozuyla yüzünü ve ellerini dirseklere kadar mesheder. Keza yolculukta olup da su bulamazsa ve namazı kaçıracaksa da teyemmüm eder. İnsan hasta olursa su kendisine zarar getirecekse veya suyu elde etmeye gücü yoksa yine teyemmüm eder.

Ebi Hatem(r.a)’in aktardığı rivayete göre; Ensardan bir adam hasta idi, abdest almaya gücü yoktu ve onun bir hizmetçisi de bulunmamaktaydı. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in yanına gelip meseleyi anlattı. Bunun üzerine Allah(c.c) bu ayeti indirdi. Ayrıca bir kimse heladan gelir de su bulamazsa teyemmüm eder.

Kadınlara dokunmak hususunda da İmam Malik, İmam Şafi ve İbni Hanbel gibi âlimler elle dokunmanın manasını tercih ettiler. Nitekim En’am Suresi 7. Ayette:“Bir kitap indirseydik ve ona elleriyle dokunmuş olsalardı…” şeklinde bir ibare geçer.

Maiz adlı kişi Resulullah’ın Sallallahu Aleyhi Vesellem yanına gelip “zina yaptım” deyince Resulullah ;“belki öptün veya dokundun.” dedi. Başka bir hadiste “elin zinası, dokunmaktır.” diye geçti. Hz. Ayşe (r.a)’dan şöyle bir rivayet geldi:“Resulullah her gün hanımlarına uğrayıp dolaşıyor, onları öpüyor ve dokunuyordu.” Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem “dokunma satışından nehyetti.(Bir kimse başka bir kimseye herhangi bir şey satarken “elin nereye kadar dokunursa o fiyatla sana o şeyi satmış olurum demesi.” Şeklindeki satış haramdır).” Bu delilerden dolayı “dokunmak elle olur” dediler ve bu nedenle de erkek ve kadının çıplak elle dokunması ancak küçük abdesti bozar dediler.

Hanbeli ve Maliki mezheplerinde ancak şehvetle kadına dokunmak abdesti bozar. Şafi’de ise şehvetle olsun olmasın kadına dokunmak abdesti bozar. Fakat annesi, büyük annesi, kızı, teyzesi ve halası gibi evlenmesi haram olan kadınlara dokunmak abdesti bozmaz dediler. Kadının saçına, tırnaklarına ve dişlerine dokunmakla abdest bozulmaz.

Ebu Hanife gibi âlimler ise cima manasını tercih ettiler. Zira Bakara suresi 237. ve Ahzab suresi 49. ayette: “Onlara dokunmadan, onları boşarsanız” veya Mücadele suresi 2-4. ayetlerde: “Kendi eşlerine sen benim annem gibisin dedikten sonra bu dediğinden vazgeçerse, karısına dokunmadan önce bir köleyi azat etmesi gerekir. Buna imkân bulamayan iki ay arka arkaya oruç tutacaktır.  Buna gücü yetmeyen altmış miskini doyuracaktır.”

Hz. Ayşe (r.a) şöyle dedi: “Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir hanımını öptü ve sonra (yeni) abdest almadan namaza gitti.” (Ebu Davut ve Tirmizi). Yine Hz. Ayşe(r.a)’den; “Abdest aldıktan sonra beni öptü ve tekrar abdest almadan namaz kıldı.” Bu ayetler ve hadislerden dolayı kadınlara dokunmanın manası “cimadır” görüşünü tercih etti.

Caferilerde ve Zeydilerde de kadına dokunmak abdesti bozmaz.

Herkes mezhebine göre hareket eder, Allah katında kabul edilir. Zira bu mesele içtihadidir.

Allah (c.c) kendisinin affedici ve bağışlayıcı olduğunu buyurdu. Müslümanlar su bulamadıklarında teyemmüm ederlerse bu onların sıkıntıya düşmemeleri ve kendilerini sıkmamaları için kolaylık olur. Nitekim Allah(c.c) onlara bir çıkış yolu gösterdi ve teyemmüm ruhsatını verdi.

Buhari’nin Hz. Ayşe(r.a)’den aktardığı bir rivayette şöyle geçmektedir: “Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ile beraber bir yolculuktaydık. Beyda veya Zatılceyş yerindeyken kolyem koptu ve kayboldu. Resulullah onu aramaya başladı ve (onunla beraber) insanlar da aramaya başladılar. Oysa o yerde su yoktu (Yıkanmak ve abdest almak için o yerde su yoktu, namazı kaçırdılar). İnsanlar Hz. Ayşe(r.a)’nin babası olan Ebu Bekir’e gelip şöyle dediler: “Ayşe’nin ne yaptığını görmedin mi? Resulullah başını bacağımın üzerine koyup yatarken Ebu Bekir beni azarlamaya başladı ve belime eliyle dokunmaya başladı. Resulullah bacağımın üzerinde yattığından dolayı (onu uyandırmamak için) kımıldamamaya çalıştım. Bunun üzerine Allah (c.c) teyemmümle ilgili bu ayeti indirdi.

Usayid Bin Hudayer şöyle dedi: Ey Ebu Bekir oğulları! Bu sizin ilk bereketiniz değildir. (Ebu Bekir oğulları bereketli insanlardır, onların vesilesiyle bir takım hayırlı hükümler indirildi.) Ondan sonra kolyeyi bindiğim devenin altında bulduk.” Böylece Allah(c.c) Müslümanlara hitap ederek, kendisinin affedici ve bağışlayıcı olduğunu bildirdi ve adeta “kendinizi ve birbirinizi sıkmayın” dedi. Allah sizi affeder ve bağışlar, öyleyse birbirinizi affedin ve bağışlayın. Hz. Ayşe de suçlu değildir ve o da affedildi. Nitekim Maide suresi 6. ayette Allah(c.c) buna benzer bir ayet indirip abdest ve teyemmüm konusunu gösterirken bizim için sıkıntı istemediğini buyurdu.

Bu münasebetle âlimlerin görüşlerinin farklılığına da değinelim: İslam’da içtihat Farz-ı Kifaye’dir. Bir kısım Müslümanlar insanlara şer’i hükümleri açıklamak için içtihat ederlerse diğer Müslümanların üzerinden bu farz sakıt olur (düşer). Aksi takdirde insanlar Allah’ın hükmünü uygulayamayacaklar. Çünkü herkes Allah’ın hükmünü anlamaya güç yetiremez. Bu nedenle Allah birçok ayette âlimleri övdü.

Allah ve Resulü muhkem olmayan bir kaç mana veren ayette ve hadiste içtihadın yapılmasını farz kıldı. Ama farz-ı kifayedir. İçtihat melekesine ve gücüne sahip olan içtihat yapar, her kes içtihat yapamaz.

İçtihat yapabilen kimse ancak Kuran ve Hadis’i kuşatmış, Arapçayı tam bilmiş ve Usul-ul fıkhı iyice kavramış olmalıdır.

Müçtehit bir mesele hakkında hüküm vermek isteyince bu meselenin gerçeğini iyice anlamalıdır, onunla ilgili bütün ayetler ve hadisleri bir araya getirip Arapçaya ve Usul’a göre düşünmeli ve araştırmada ve düşünmede son çabasını sarf etmelidir.

Allah şöyle buyurdu:

‌ فَسۡـــَٔلُوۡۤا اَهۡلَ الذِّكۡرِ اِنۡ كُنۡتُمۡ لَا تَعۡلَمُوۡنَۙ‏

“Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (müçtehit ve âlimlere) sorun” (Nahl 43)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” إذا حكم الحاكم فاجتهد ثم أصاب فله أجران، وإذا حكم فاجتهد ثم أخطأ فله أجر” (البخاري، الطبراني)

“ Eğer Hâkim isabetli bir şekilde içtihat edip hüküm verirse iki ecri vardır, Eğer hata ederek içtihat edip hüküm verirse bir ecri vardır” (Buhari, Taberani[L1] )

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Sahabelerin içtihat yapmalarını ikrar etmiş ve teşvik etmiştir.

İçtihat yapamayan mukallit olur: ya müçtehidin delilini öğrenerek taklit eder buna mukallit muttebi denilir, müçtehidin delini öğrenmeden taklit ederse ammi mukallit denilir.

Deliller ve müçtehitler arasında tercih edebilen kimse mesele müçtehidi derecesine ulaşabilir.

Ümmet, kendi üzerine devleti tarafından İslam uygulanıyorsa, herkes şeri hükme uymaya çalışıyorsa ve içtihat yapan kimseler veya müçtehitler bulunuyorsa tam hayır içerisinde olur.

Allah (c.c) Nisa Suresi 83. ayette şöyle buyurdu:

وَاِذَا جَآءَهُمۡ اَمۡرٌ مِّنَ الۡاَمۡنِ اَوِ الۡخَـوۡفِ اَذَاعُوۡا بِهٖ‌ ۚ وَلَوۡ رَدُّوۡهُ اِلَى الرَّسُوۡلِ وَاِلٰٓى اُولِى الۡاَمۡرِ مِنۡهُمۡ لَعَلِمَهُ الَّذِيۡنَ يَسۡتَنۡۢبِطُوۡنَهٗ مِنۡهُمۡ‌ؕ

 “Kendilerine emniyet veya korkuyla ilgili haber gelirse hemen onu yayarlar. Oysa onu Resul ve kendilerinden olan Ulul-emr‘e götürselerdi, onlardan (kaynaklarından) meselenin hükmünü çıkartanlar onu bilirlerdi.”

İslami kaynaklardan meselelerin hükmünü çıkartanlar müçtehitlerdir. Allah (c.c) Fatır Suresi 28. ayette şöyle buyurdu:

اِنَّمَا يَخۡشَى اللّٰهَ مِنۡ عِبَادِهِ الۡعُلَمٰٓؤُا ؕ

 “Kullar içerisinden Allah’tan korkanlar ancak âlimlerdir.”

Yine Al-i İmran Suresi 18. ayette şöyle buyurdu:

شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهٗ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالۡمَلٰٓٮِٕكَةُ وَاُولُوا الۡعِلۡمِ قَآٮِٕمًا ۢ بِالۡقِسۡطِ‌

 “Allah şahittir ki kendisinden başka bir ilah yoktur. Melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri de (buna şahittir). Allah’tan başka ilah yoktur…”

Bu nedenle âlimler Allah’ın, Resulüne vahyettiği Kitap ve Sünnet’i insanlara açıklar, şeri hükümleri ve çözümleri de gösterirler. Bunların ilk sıfatları, akidelerinin sapasağlam olmasından dolayı Allah’tan hakkıyla korkmalarıdır. Allah’ın ayetlerini mal, para, makam ve dünyevi herhangi bir şey için satmazlar, gizlemezler ve yanlış şekilde tevil de etmezler.

İşte, Müçtehitler Şer’i kaynak olan Kur’an, Sünnet, İcma-ı Sahabe ve Şer-i Kıyas’ı ince şekilde öğrenip kuşatmış, usul-ul fıkhı kavramış, ince taraflarıyla Arapçayı tam olarak öğrenmiş ve bu kaynaklardan usul-ul fıkha göre meselelerin hükmünü nasıl çıkartacağını bilen âlimlerdir. Onlar, yöneticilerin isteklerine göre veya siyasetlerini teyit ederek fetva vermezler. Daha doğrusu yöneticileri Allah’ın hükmüne uydurmaya ve boyun eğdirmeye çalışırlar. Zalim yöneticilerin yüzlerine karşı hakkı söylerler, marufu emreder ve münkeri nehyederler. Bunlar yeryüzünde adaleti ayakta tutarlar, hakkı hâkim kılarlar ve zulmü de ortadan kaldırırlar. Şayet âlimler bu amelleri yapmazlarsa, Allah’ın Dini’ni uygulamayan zalim yöneticiler, lâiklik ve demokrasi gibi küfür sistemlerini uygulayan fasık ve facir yöneticiler, insanları istedikleri gibi ezerler.

Hilâfet yıkıldıktan sonra bugüne kadar İslam memleketlerinde var olan sistem ve yöneticilerin Müslümanları nasıl ezdiklerine herkese hürriyet vererek fısk ve fücuru nasıl yaydıklarına, Amerika ve Rusya gibi İslam düşmanlarını nasıl dost edindiklerine herkes şahit olmaktadır.

Âlimler örgütlenip İslam’a dayalı ihlaslı İslami bir hizbe bağlanırlarsa veya onunla beraber çalışırlarsa, faaliyetleri daha etkili olur. Nitekim Al’iimran suresi 104. ayette de belirtildiği gibi bu farzdır:

وَلۡتَكُنۡ مِّنۡكُمۡ اُمَّةٌ يَّدۡعُوۡنَ اِلَى الۡخَيۡرِ وَيَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِ‌ؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡمُفۡلِحُوۡنَ‏

“Hayra (İslam’a) davet eden, marufu emreden ve münkeri nehyeden sizden bir grup bulunsun. Felaha kavuşanlar bunlardır”.


 [L1]