– 16 –
Bu ayetle şu hakikatleri inceleriz ve sorulara cevap veririz:
- Şirkin sebebi, şekilleri ve örnekleri
- Büyük ve küçük şirk
- Allah’ın varlığının ispatı
- Derin ve aydın düşünmek
- Beşeri teşr’i ve yasama
Allah şirki niye hiç affetmez? Allah’a iman fıtri olurken insanlar niye şirk koşarlar? Şirkin sebebi, çeşitleri ve şekilleri nedir? Allah’ın varlığı aklen nasıl ispatlanır? Derin ve aydın düşünmek farz mıdır? Beşeri teşr’i ve yasama şirk midir?
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغۡفِرُ اَنۡ يُّشۡرَكَ بِهٖ وَيَغۡفِرُ مَا دُوۡنَ ذٰ لِكَ لِمَنۡ يَّشَآءُ وَمَنۡ يُّشۡرِكۡ بِاللّٰهِ فَقَدِ افۡتَـرٰۤى اِثۡمًا عَظِيۡمًا
“Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını hiç bağışlamaz. Bunun dışındakilerden dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa büyük bir günahla Allah’a iftira etmiş olur.” (48)
Bir insan gerçek manada Allah’ın yaratıcı olduğuna inanırsa, yaratılmış olan şeyleri Allah’a eşit tutmaz. İnsanın yaratılmış olanlardan Allah’a bir çocuk isnat etmesi, Allah’a ulaşmak için bir insanı veya bir taşı Allah’la kendisi arasında aracı kılıp kutsallaştırması, Allah’ın ruhunun olduğunu ileri sürüp bu ruhun da inek, fare ve maymun gibi hayvanlara girdiğini iddia ederek onlara tapması ne kadar akılsızca ve haksızca bir davranış olur? Ayrıca böyle yaparak Allah’a koskoca bir iftira atmış olurlar. Bu sebeple de o kişi en büyük zalim sayılır. Bundan dolayı en ağır cezayı hak eden kimse olur. Allah onu asla affetmez. Bu nedenle Lokman(as)’ın lisanıyla Allah (c.c) Kitabında şöyle buyurdu:
وَاِذۡ قَالَ لُقۡمٰنُ لِا بۡنِهٖ وَهُوَ يَعِظُهٗ يٰبُنَىَّ لَا تُشۡرِكۡ بِاللّٰهِ اِنّ الشِّرۡكَ لَـظُلۡمٌ عَظِيۡمٌ
“Lokman oğluna nasihat verirken şöyle dedi: Oğulcuğum! Hiç Allah’a şirk koşma. Şüphesiz ki şirk, büyük bir zalimliktir.” (Lokman:13)
Bir yaratıcının var olduğuna inanmak, fıtrîdir. İçgüdüsel bir şeydir. Her insan yaratıcının var olduğuna inanır. Zira her insanda dindarlık içgüdüsü yaratılmıştır. Bu sebeple her insan bir yaratıcının var olduğuna inanır. Fakat insan yaratıcının var olduğuna aydın bir şekilde düşünmeden sadece duygusal bir şekilde inanırsa, yaratıcıya şirk koşabilir. Sırf vicdandan kaynaklanan bir imana sahip olursa, yaratıcıyı bir yaratılmış olan mahlûkatta cisimleştirmeye veya tasavvur etmeye başlayabilir. Birçok ilaha inanmaya yönelebilir. Aydın düşünceden yoksun bir şekilde Allah’a inanırsa, O’nu yani Allah(c.c) bir mahlûkta cisimleştirebilir. Mahlûkatın hiçbirisinin her şeyi yapmaya muktedir olamadığını görür ve bu nedenle de birçok ilaha inanmaya başlar. Eski Yunanlılar bu düşünceden dolayı her şeyin bir ilahının olduğunu tasavvur ettiler ve ilahların da birbiriyle çatıştıklarını ileri sürdüler. Bu şekilde akla uymayan bir takım saçma inançlara sahip olup müşrik oldular.
Hıristiyanlar teslise inandılar. Allah’ın üç şeyden: baba, oğul ve Ruhulküdüs’ten oluştuğu veya Mesih’in O’nun oğlu olduğuna inanarak şirk koştular. Yahudiler Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu söyleyerek şirk koştular.
Hindular da ilahın bir ruhunun olduğunu iddia ettiler. Üstelik bu ruhun da mahlûklara girdiğine inandılar. Onların bir kısmı bu ruhun bir ineğe, bir kısmı fareye, bir kısmı bir maymuna ve bir kısmı da başka hayvanlara girdiğine inanarak bu hayvanlara tapmaya başladılar. Hatta ilahın bir insanda hulul edip (yerleşip) cisimleştiğine inananlar bile vardır. Böylece saçma inançlara sahip olup müşrik oldular.
Aynı şekilde yaratılmış olan cinlerden ve şeytanlardan yardım isteyenler de müşrik oldular. Ayrıca sihirbazlar ve cinlerin Allah’la akraba olduğunu da ileri sürenler de böyledir (Bakara;102 En’am:100 ve Saffat:158).
İbrahim’in kavmi de güneş, ay ve yıldızlara taptı. Onlardan şifa, rızk vs. şeyler dilediler. Geleceklerini ve kaderlerini bunlara bağladılar. Bu sebeple yıldızlara ve fallara bakarak gaybı bildiklerini iddia edenler ortaya çıktı. Ayrıca burçlara bakıp, insanların doğum tarihlerine göre burçları ayırarak herkesin burcunu göstermeye başladılar. Nitekim bu da şirktir.
Cahiliye ’de müşrik Araplar diğer kavimler gibi putları dikip ilahlaştırdılar. Bunları kendileri ile Allah arasında bir vasıta veya vesile kıldılar. Kim Allah ile insan arasında bir kişiyi veya bir şeyi vesile veya vasıta kılarsa şirk koşmuş olur.
Türkiye’de Kemalistler Atatürk’ü yücelterek ilahlaştırdılar, her tarafta heykelini, putunu diktiler, önünde ve mezarında rükû ederler, bazı okullarda çocukları ona secde ettirdiler, Kuran yerine onun sözleri ve inkılaplarını kaynak edindiler. Bunlar da şirk koştular.
Komünistler gibi Allah’ı inkâr eden insanlar da ortaya çıktılar ama yaratıcı olarak tabiat ve doğayı gösterdiler. İnsan, hayat ve kâinatın, doğa ve tabiatın evrimleşmesi ve gelişmesiyle birlikte ortaya çıktığını iddia ettiler. Başka bir ifadeyle, tabiatın kendi kendini yarattığını ileri sürdüler. Her şeyi tabiatın meydana getirdiği, şansı ve şanssızlığı doğurduğu gibi benzer ifadeler kullanmaya başladılar. Oysa tabiat fizik kanunlarıyla oluşur. Bu kanunları koyan ve tabiatı bu kanunlara boyun eğdiren ise; Allah(c.c)’tır.
Nitekim tabiatta en akıllı varlık insandır. Bu insan ise aciz, eksik, muhtaç ve sınırlıdır. İnsan bir şeyi yoktan meydana getiremediği için acizdir. İnsan ancak yaratılmış olan şeylerin kanunlarını keşfedip değişik imalatlar yapar ve sanayileştirir. Mesela; demiri ve onunla ilgili kanunları keşfeder, böylece demiri değişik sanayilerde kullanmaya çalışır. Keza her maden için durum böyledir. Kanunu keşfedince onu değişik sanayi ve eşyalarda kullanmaya çalışır.
İnsan yemeye ve içmeye muhtaçtır. Kendi ihtiyaçlarını yoktan var edemediği için eksiktir. Kendi kendini de meydana getiremedi ve getiremeyecekte. İnsan var olabilmek için mutlak surette bir yaratıcıya muhtaç oldu. Ayrıca insanın başlangıcı ve sonu da vardır, bu sebeple insan sınırlıdır. Her birey insan cinsini temsil eder. Bir bireyin sonunun gelmesi, bütün bireylerin de aynı şekilde bir sonlarının olduğu anlamına gelmektedir. İnsan annesinin rahminde bir su damlasıdır. Sonra kandamlası olur, ondan sonra et parçası haline gelir ve ondan sonra da kemikler oluşur. Ardından insan birçok organ, uzuv ve sisteme sahip olur. Peki, bunları meydana getiren kimdir? Bunlar nasıl gelişti? Elbette ki bunlar belli kanunlara göre gelişti. Peki, bu kanunlar nereden geldi? Kim yarattı? Nitekim en akıllı varlık olan, insan bile bunları meydana getirmeye asla muktedir olamaz. İnsan bir organını veya bir uzvunu kaybederse, onun yerine bir organ veya bir uzuv yaratamaz. Çünkü insan, yaratıcının varlık üzerinde koyduğu nizamın kanunlarına boyun eğer ve onlara ebediyen mahkûmdur.
Yıldızlar ve gezegenlerin toplamı olan kâinat ise; akılsızdır. Bir kanun icat edemez, kendisi de aynı şekilde, varlık nizamının kanunlarına mahkûmdur. Her gezegen belli kanunlara göre hareket eder ve asla kendi yörüngesinden çıkamaz. Dolayısıyla bunlar da kendi kendilerini meydana getirmediler ve getiremezler. Kendilerini icad edene/yaratana ve yürütene muhtaçtırlar. Çünkü bunlar da sınırlıdırlar. Her yıldızın belli bir hacmi, başlangıcı ve sonu vardır. Hatta inkârcılar, bu yıldızların ve gezegenlerin, ortaya çıktıkları esnada bir noktadan başladığını itiraf ederler ama bu hakikatin arkasında bir yaratıcının var olmadığına şartlanmışlardır. Oysa insaflı olsalardı hakikati idrak edeceklerdi ve böylece Allah’ın varlığına inanacaklardı.
Hayat ise insanın yaşadığı müddettir, süreçtir. Bu da sınırlıdır; zira hayat fertte, bireyde görülür. Birey için hayat, annesinin karnında dört aydan veya doğuşundan itibaren başlar ve onun ölümüyle de sona erer. Ferdin kendisi, bu hayatı yaşadığını hisseder. Dolayısıyla bir fert ölüyorsa, bütün fertler de ölecek demektir. İnsana rağmen insanda başlar ve ona rağmen sona erer, yoktan bir şey icad etmez. Çünkü hayatın kendisi, başka bir güç tarafından icad edildi, var edildi. Bu da demek oluyor ki hayat yaratılmıştır ve mutlak surette bir yaratıcıya muhtaçtır.
İşte tüm bu açıklamalar insan, hayat ve kâinatın yaratıldığına dair aklî bir ispattır. İnsan aklını kullanıp derin ve aydın bir şekilde düşünürse, Allah’ın tekliğine inanır ve O’nu bir şeye benzetmez ve onu başka bir şeyde cisimleştirmez. Aksi taktirde şirke de düşmemiş olur.
لَيۡسَ كَمِثۡلِهٖ شَىۡءٌ وَهُوَ السَّمِيۡعُ الۡبَصِيۡرُ
“O’na (Allah’a) benzeyen bir şey yoktur. O, işiten ve görendir.” (Şura:11)
وَلَمۡ يَكُنۡ لَّهٗ كُفُوًا اَحَدٌ
“O’na (Allah’a) eşit olan hiçbir şey yoktur.” (İhlas:4)
Aklını kullanarak ve aklî delillere dayanarak Allah’a inanan kimse, asla şirk koşmaz ve O’na hiçbir şeyi eşit tutmaz. Bu nedenle Allah’ın hakikatini idrak etmek için derin bir şekilde düşünerek aklî delilleri görürse, etraflıca düşünürse, bir şeyin içini, dışını, öncesini, sonrasını ve O’nunla ilgili her husus üzerinde tefekkür ederse veya başka bir ifadeyle aydın düşünmeye çalışırsa, Allah’ın hakikatini olduğu gibi idrak eder. Bundan dolayıdır ki derin ve aydın düşünmek insana farz oldu. Zira Allah (c.c), kendi kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce ayette düşünmeye davet etti ve kendi varlığına aklî ispatlar gösterdi. Düşünen kimseleri ise çokça övdü, düşünmeyen kimseleri de kötüledi ve hatta hayvanlara benzetti daha doğrusu hayvanlardan da aşağı olduklarını gösterdi:
لَهُم قُلُوبٌ لا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُم أَعْيُنٌ لاَ يُبْصُرُونَ بها وَلَهُم أذَانٌ لاَ يَسمعونَ بَهَا، أولئكَ كالأنعامِ بَلْ هم أضل، أولئك هم الغافلون
“Onların kalpleri (akılları) var onunla kavrayamıyorlar. Gözleri var, onunla göremiyorlar. Kulakları var, onunla işitemiyorlar. İşte onlar hayvanlar gibidir hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (Araf:179)
İşte insanlar akıllarını kullanmadan sırf vicdanen, duygusal veyahut geleneksel olarak Allah’a inanırlarsa, kolayca şirke girebilir veya bir kimse onları kolaylıkla şaşırtabilir. Bu nedenle bir sapık çıkıp kendini ilahlaştırarak “Enallah”, “hak olan benim”, “Allah bende hulul etti yani yerleşti” veya “ben Allah’la bir oldum” gibi buna benzer saçma sapan sapıkça bir şey söylerse, vicdanen veya takliden inanmış olan kimse ona inanabilir. Şayet insan aklını kullanıp aydın bir şekilde düşünürse, böyle saçma sapan sözleri sarf edenleri lanetler. Zira bu şirkin ta kendisidir.
Ayrıca, “İsa veya Üzeyir, Allah’ın oğludur” diyenler veya “İsa Allah’ın ta kendisidir” diyenler de, Allah’a büyük iftira atmış oldular. Nitekim bu da şirkin ta kendisidir.
لَـقَدۡ كَفَرَ الَّذِيۡنَ قَالُوۡۤا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الۡمَسِيۡحُ ابۡنُ مَرۡيَمَ
“Allah’ın Meryem oğlu Mesih İsa olduğunu söyleyenler muhakkak ki kâfir oldular.” (Maide:17 ve 72)
لَـقَدۡ كَفَرَ الَّذِيۡنَ قَالُوۡۤا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍ وَمَا مِنۡ اِلٰهٍ اِلَّاۤ اِلٰـهٌ وَّاحِدٌ
“Allah’ın üçten (baba, oğul ve ruh-ul kudüs) birisi olduğunu söyleyenler muhakkak ki kâfir oldular.” (Maide:73)
وَقَالَتِ الۡيَهُوۡدُ عُزَيۡرُ ابۡنُ اللّٰهِ وَقَالَتِ النَّصٰرَى الۡمَسِيۡحُ ابۡنُ اللّٰهِ ذٰ لِكَ قَوۡلُهُمۡ بِاَ فۡوَاهِهِمۡيُضَاھِــُٔــوۡنَ قَوۡلَ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا مِنۡ قَبۡلُ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُ اَنّٰى يُؤۡفَكُوۡنَ اِتَّخَذُوۡۤا اَحۡبَارَهُمۡ وَرُهۡبَانَهُمۡ اَرۡبَابًا مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ وَالۡمَسِيۡحَ ابۡنَ مَرۡيَمَ وَمَاۤ اُمِرُوۡۤا اِلَّا لِيَـعۡبُدُوۡۤا اِلٰهًا وَّاحِدًا لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ سُبۡحٰنَهٗ عَمَّا يُشۡرِكُوۡنَ
“Yahudiler Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu söylediler. Hristiyanlar da Mesih’in (İsa) Allah’ın oğlu olduğunu söylediler. Onlar ağızlarıyla bunu söylerken kendilerinden önceki kâfirlerin sözlerine eşit sözler söylerler. Allah onları kahretsin, nasıl böyle iftira uyduruyorlar? Onlar hahamlarını ve rahiplerini Allah dışında birer Rabb edindiler. Keza Meryem oğlu Mesih’i (İsa) Allah dışında bir Rabb edindiler. Oysaki onlar tekbir ilaha kulluk etmekle emredildiler. O’ndan (Allah’tan) başka ilah yoktur. Onların koştukları şirkten Allah münezzehtir.” (Tevbe:30-31)
Allah(c.c) Al-i imran Suresi 64. ayette Resulüne şöyle diyor:
“Ehl-i Kitab’a (Yahudi ve Hristiyanlara) şöyle de: “Gelin, şu söz üzerinde birleşelim, Allah’a şirk koşmadan kulluk edelim, Allah dışında birbirimizi Rab edinmeyelim.” Eğer onlar yüz çevirirlerse, onlara deyin ki; “bizim Müslüman olduğumuza şahit olun”.
Fakat onlar gelmeyi reddettiler. Allah kendilerine kitap indirdiği için onları Ehl-i Kitap olarak adlandırdı. Fakat onlar müşriklerle bir takım sıfatlar üzerinde birleşirler. Bu nedenle onlarda şirk vardır. Böylece onlar da kâfir oldular. Zira bütün müşrikler kâfirdirler. Bütün kâfirlerin de şirk yönleri vardır; fakat onlara (Hristiyanlara) karşı sergilenmesi gereken muamele ahkâmının farklı olmasından dolayı, onlar kâfirler olarak sınıflandırıldı. Fakat hepsi de ebediyen cehennemliklerdir.
Cahiliye’de Putperest Araplar Allah’a inanıyorlardı. Putlara da, “bizi Allah’a yaklaştırır” diyerek inandılar. Böylece onlar müşrik oldular. Kim, “Allah yerine falanca insanı düşüneceğim, o da beni Allah’a ulaştırır” derse, Allah’a şirk koşmuş olur:
اَلَا لِلّٰهِ الدِّيۡنُ الۡخَالِصُ وَالَّذِيۡنَ اتَّخَذُوۡا مِنۡ دُوۡنِهٖۤ اَوۡلِيَآءَ مَا نَعۡبُدُهُمۡ اِلَّا لِيُقَرِّبُوۡنَاۤ اِلَى اللّٰهِ زُلۡفٰى اِنَّ اللّٰه يَحۡكُمُ بَيۡنَهُمۡ فِىۡ مَا هُمۡ فِيۡهِ يَخۡتَلِفُوۡن اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهۡدِىۡ مَنۡ هُوَ كٰذِبٌ كَفَّارٌ
“Muhakkak ki halis din yalnızca Allah’a aittir (yalnız Allah’a kulluk edilir). Allah dışında evliya edinenler (dost edinenler); “bizi Allah’a yaklaştırmak için biz bu evliyalara kulluk ediyoruz” derler. İhtilafa düştükleri (karıştırdıkları) şeylerde Allah onların arasında hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve kâfirleri hidayete erdirmez.” (Zumer:3)
Tefsir etmekte olduğumuz Nisa Suresi 48. ayette Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındakilerinden dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, büyük bir günahla Allah’a iftira etmiş olur.”
Maide Suresi 72. ayette de Allah (c.c) Hristiyanların şirklerinden söz ederken şöyle buyurdu:
لَقَدۡ كَفَرَ الَّذِيۡنَ قَالُوۡۤا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الۡمَسِيۡحُ ابۡنُ مَرۡيَمَ ؕ وَقَالَ الۡمَسِيۡحُ يٰبَنِىۡۤ اِسۡرَآءِيۡلَ اعۡبُدُوا اللّٰهَ رَبِّىۡ وَرَبَّكُمۡ ؕ اِنَّهٗ مَنۡ يُّشۡرِكۡ بِاللّٰهِ فَقَدۡ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيۡهِ الۡجَـنَّةَ وَمَاۡوٰٮهُ النَّارُ ؕ وَمَا لِلظّٰلِمِيۡنَ مِنۡ اَنۡصَارٍ
“Allah’ın Meryem oğlu Mesih İsa olduğunu söyleyenler muhakkak ki kâfir oldular. Oysa Mesih şöyle dedi: Ey İsrailoğulları! Rabbim ve sizin rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a şirk koşarsa, Allah onu cennete girmekten kesin şekilde mahrum edecektir. Cennete asla giremeyecektir. Zalimler (cehennemden kurtulmak için) hiç bir yardımcı bulamayacaktır.”
Bir kimse yüce yaratıcı olan Allah’a bir yaratılmışı eşit tutar ve yaratılmışın seviyesine düşürürse, Allah’a yakışmayan bir takım sıfatlar takar ve çocuk edindirirse, bir insanı Allah’a vesile veya aracı kılarsa, insan, hayvan veya bir eşyada Allah’ı cisimleştirse veyahut da yaratılmış olan tabiatın ta kendisini yaratıcı olarak gösterse, o kişi kesin şekilde müşrik olmuştur. İşte böyle müşrik kimseler Allah’ın hakikatini örttüler. Bu sebepledir ki Allah(c.c) onları hiçbir şekilde affetmez.
Bir kimse Allah’ın kendisine verdiği rızkı, Allah’a değil de kendisine nispet eder, kendi zekâsıyla ve ilmiyle elde ettiğini iddia ederse, bu kişi Allah’a şirk koşmuş olur. Kehf Suresi 32- 44. Ayetlerde:
“Fazla malı olmayan Mü’min bir kimse ile Allah’ın kendisine, altından bir ırmak geçen ve her çeşit meyveye sahip olan iki güzel bahçeyi verdiği kişi arasındaki tartışma’ konusunu Allah(c.c) bizlere gösteriyor. Bu iki güzel bahçenin sahibi olan kimse, ‘çok böbürlendi de, kendi becerikliliği sayesinde kazandığını iddia ettiği malıyla çokça övündü ve öldükten sonra dirilip de Allah’ın yanına gittiğinde, kendisine bundan daha güzel Cennetler verileceğini’ iddia etti. Mü’min olan kimse ise, onunla tartışırken “seni topraktan yaratan ve adam biçimine koyan Allah’a nankörlük mü ediyorsun? Rabbim Allah’tır ve ben O’na asla ortak koşmam” dedi. Çok geçmeden Allah(c.c) bu bahçeleri yok ettikten sonra diğeri çok pişman oldu ve şöyle dedi: “Keşke Allah’a kimseyi ortak koşmasaydım!”
Buna benzer olarak Allah(c.c) Kasas Suresi 76-83. ayetlerinde; Mü’minler ile Karun arasındaki tartışma konusunu bizlere bildiriyor: “Karun’a pek çok mal ve servet verdi. O da çok gururlanıp böbürlendi ve şöyle dedi: “Bunları ancak sahip olduğum ilim ve becerikliliğimle elde ettim.” Dünya’yı isteyenler onun gibi olmayı temenni ettiler. Sonra Allah(c.c) onu ve sarayını yerin dibine batırdı.”
İşte insan rızıklanırsa veya sevdiği herhangi bir şeyi elde ederse, bunun kendisine Allah(c.c) vergisi olduğunu söyleyerek Allah’a teşekkür etmelidir. Eğer “ben gücümle, ilmimle, zekâmla ve becerikliliğimle elde ettim” derse, Allah’a şirk koşmuş olur. Velev ki insan güçlü veya becerikli olsa da Allah’tan olduğuna inanmalı ve bunu açıkça dile getirmelidir. Nice zeki, güçlü ve becerikli kimseler vardır ki, az rızık elde ederler. Nice aptal ve beceriksiz kimseler de vardır ki, çokça zengindir. Bu Allah’ın imtihanıdır, dağıttığı rızıklardır.
اِنَّ رَبَّكَ يَبۡسُطُ الرِّزۡقَ لِمَنۡ يَّشَآءُ وَيَقۡدِرُ اِنَّهٗ كَانَ بِعِبَادِهٖ خَبِيۡرًۢا بَصِيۡرًا
“Şüphesiz ki Rabbin dilediğine bol rızık verir, dilediğine de az rızık verir. Kendi kullarından haberdardır ve onları görür.” (İsra:30)
Ve yine bir kimse, Allah’ın, Resulü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e indirdiği Şeriatını ve kanunları olan emirlerini reddedip başka şeriat ve kanunları seçerse müşrik olur.
Nasıl ki yaratmak O’na aitse, aynı şekilde emir ve hüküm vermek de O’na aittir. O, her şeyi bir kanuna göre yürütür. İnsanı da bir kanuna göre yürütür. Ayrıca insanı imtihan etmek için onu bir dairede serbest bırakırken, aynı zamanda ona bir takım emirler indirdi. İnsanoğluna “bu emirlere serbest iradenle boyun eğ” dedi. Eğer insanoğlu Allah’ın emirlerine inanıp itaat ederse, Mü’min cennetlik olur. Bu emirleri reddedip başka kimseleri Rab edinerek onların emirlerine inanırsa, o kimse müşrik olur. Nitekim Yahudiler ve Hristiyanlar, hahamlarını ve rahiplerini birer Rab edindiler. Onların haram kıldıklarını haram ve helal kıldıkları da helal saydılar. Böylece onlar Allah’a şirk koştular. Ama sanayi devriminden sonra Yahudi ve Hristiyanlar bu hahamların, rahiplerin ve papazların emirlerini reddettiler. Onların emirlerinin yerine demokrasiyi çıkartıp milletvekilleri seçtiler ve bunları Rab edindiler. Çünkü artık bunların emirlerine ve yasaklarına inanıp uymaya başladılar. Allah’ın emir ve nehiylerini reddettiler. Küfür olan lâikliği ortaya çıkarttılar. Dini hayattan, devletten, siyasetten, eğitimden ve fikirden ayırarak, dine ters gelen medeni veya sivil devlet kavramlarını kabul edip demokrasiye inandılar. Böylece halkın hâkimiyeti, halkın heva ve hevesi ve halkın çıkarına göre kanun çıkartmaya, emir ve nehiyde bulunmaya başladılar. Allah(c.c) da bunları kötüledi ve onların müşrik olduklarını ilan etti.
اَفَرَءَيۡتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهٗ هَوٰٮهُ
“Kendi heva ve hevesini ilah edinen kimseleri gördün mü?”(Casiye:23)
Çünkü emir ve nehiy sahibi, sadece ve sadece Allah’tır. Kim kendisini kanun koyucu olarak ilan ederse, kendisini Allah’a eşit tutmuş olur ve böylece de müşrik olmuş olur
قُلۡ اِنَّمَاۤ اَنَا بَشَرٌ مِّثۡلُكُمۡ يُوۡحٰٓى اِلَىَّ اَنَّمَاۤ اِلٰهُكُمۡ اِلٰـهٌ وَّاحِدٌ فَمَنۡ كَانَ يَرۡجُوۡالِقَآءَ رَبِّهٖ فَلۡيَـعۡمَلۡ عَمَلًا صَالِحًـا وَّلَايُشۡرِكۡ بِعِبَادَةِ رَبِّهٖۤ اَحَدًا
“Ya Muhammed! De ki, ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak ilahınız tektir diye bana vahyediliyor. Kim Rabbiyle karşılaşmayı umuyorsa, Rabbine hiçbir kimseyi şirk koşmadan O’na kulluk etsin ve salih amel işlesin.” (Kehf:110)
Ayetten de anlaşılacağı üzere, insan sadece Allah’ın emrine uyup bütün işlerini sadece O’nun rızası için yaparsa, ancak bu şekilde şirk koşmadan Allah’a kulluk etmiş olur.
Müslüman Allaha kulluk ederken başka bir niyet katarsa veya riyakârlık yaparsa Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu küçük veya gizli şirk olarak adlandırmıştır. Şöyle buyurdu:
” إن أخوف ما أخاف عليكم الشرك الأصغر، قالوا: وما هو الشرك الأصغر يا رسول الله؟ قال: الرياء. يقول الله عز وجل لهم يوم القيامة إذا جزي الناس بأعمالهم: اذهبوا إلى الذين كنتم تراؤون في الدنيا، فانظروا هل تجدون عندهم جزاء”
“Sizin için en fazla korktuğum şey küçük şirktir”. Sahabeler sordular; küçük şirk nedir ya Resulullah! Dediki: riyakârlıktır. Kıyamet günü Allah azze ve celle insanların amellerine karşılık verirken (riyakarlık yapanlara) şöyle der: “dünyada onlar için riyakarlık yaptığınız kişilere gidin, onlarda bir ödül bulup bulmıyacağınıza bakın” (İbin Hanbel)
Resulullah :
” ألا أخبركم بما هو أخوف عليكم عندي من المسيح الدجال؟ قالوا بلى. قال:” الشرك الخفي، يقوم الرجل فيصلي فيزين صلاته لما يرى من نظر الرجل”
“Mesih-i deccal’den daha fazla sizin için en korktuğum şeyi size bildiriyim mi? deyince, Sahabeler: evet dediler. Dediki: gizli şirktir. Adam kalkar, namaz kılar, adamlar kendisine baktığı için namazını süsler (güzel kılmaya çalışır)” (İbin Hanbel)
Ebu Musa El Eşeri r.a şöyle rivayet etti: Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bize şöyle hitap ederek buyurdu:
” أيها الناس! اتقوا الشرك، فإنه أخفى من دبيب النمل”.
“ Şirkten sakının. Zira o, karıncanın yürüyüşün sesinden daha hafiftir” (İbni Hanbel, Tabaranı)
İşte insan Allah’a şirk koşmadan inanıp sadece O’na kulluk ettiği takdirde, bir günah işledikten sonra pişmanlık duyup ta Allah’tan affedilmeyi talep ederse, Allah(c.c) onu affeder. Şöyle buyurdu:
وَالَّذِيۡنَ اِذَا فَعَلُوۡا فَاحِشَةً اَوۡ ظَلَمُوۡۤا اَنۡفُسَهُمۡ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسۡتَغۡفَرُوۡا لِذُنُوۡبِهِمۡ وَمَنۡ يَّغۡفِرُ الذُّنُوۡبَ اِلَّا اللّٰه وَلَمۡ يُصِرُّوۡا عَلٰى مَا فَعَلُوۡا وَهُمۡ يَعۡلَمُوۡنَ اُولٰٓٮِٕكَ جَزَآؤُهُمۡ مَّغۡفِرَةٌ مِّنۡ رَّبِّهِمۡ وَ جَنّٰتٌ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَا وَنِعۡمَ اَجۡرُ الۡعٰمِلِيۡنَؕ
“O takvalı ve ihsan sahibi olanlar ki fuhuş ve kötülük yaparlarsa veya (günah işleyerek) kendi kendilerine zulmederlerse Allah’ı hatırlarlar, günahları için O’ndan mağfiret dilerler. Oysa Allah’tan başka kimse günahları affetmez. Onlar bile bile işledikleri günah üzerinde ısrarlı kalmazlar (pişmanlık duyar ve artık günah işlememek için niyet ederler). İşte bunların ödülü vardır; Rablerinden mağfiret ve altından ırmaklar akan Cennet’tir ve onlar orada kalıcıdırlar. İşte salih amel işleyenlerin ödülü ne kadar da güzeldir.” (Al-i İmran:135-136)
Şeytan olan İblis Allah’a inandığı halde Allah’ın emrine uymayı reddetti, kibirlendi ve hiç pişmanlık duymadı. Tövbe etmeyi de istemedi. Allah insanı ondan daha üstün tutuğu için, insandan intikam almak üzere inat ve kibirlilik göstererek bütün insanları saptıracağına dair Allah’a yemin etti. Bu nedenle şeytan affedilmeyecek ve ebediyen cehennemlik olacaktır. İşte biri Allah’a inanıyorum derse ama şeriatı kabul etmiyorum, şeriatın hükmü mazide, geçmişte kaldı, din ayrı devlet ayrıdır derse, kayıtsız şartsız egemenlik milletin fikrine inanmışsa ve tövbe etmeyi, bundan vazgeçmeyi reddediyorsa İblis gibi müşrik, kâfir olur.
Bu sebeple Allah (c.c) ayette: “Bunun dışındakilerinden dilediğini bağışlar” buyurdu. Bunun manası; kim kalbi imanla dolu olup şirk koşmadan günah işleyip pişmanlık duyar, tövbe eder ve Allah’tan mağfiret dilerse, Allah da onu affeder ve cennete sokar.
İşte görüldüğü gibi tövbe kapısı her zaman açıktır. Şirk koşanlar veya günah işleyenler, kendilerine ölüm yaklaşmadan ve ölüm döşeğine düşmeden tövbe etmeye çalışsınlar. Lâikliğe, demokrasiye inananlar ve Allah’ın vahyettiği Kur’an ve Sünnet dışında kanun çıkartanlar da tövbe etsinler. Allah’ın Kitab’ına ve Resulü’nün Sünneti’ne sımsıkı tutunsunlar ki, Allah da onları affetsin.
Özet olarak deriz ki, şirke düşenler şunlardır:
1- Allah’la beraber bir ilah edinen ve ilahların çokluğuna inananlar.
2- Allah’ın çocuğu var diyenler.
3- Allah’ın ruhu, yaratılmış olan herhangi bir varlığa girmiştir diyenler.
4- Allah’a ulaşmak için bir insanı veya putları vesile kılanlar. Onlardan yardım ve medet dileyenler.
5- Allah’la birleştiklerini veya Allah’ın kendilerinde hulul ettiğini (yerleştiğini) söyleyenler.
6- Yaratıcının tabiat olduğuna inananlar.
7- Yıldız, güneş, ay veya başka eşyaların birer ilah olduklarına inananlar.
8- Yıldızların insanın kaderini ve geleceğini tayin ettiğine inananlar.
9- Başka amaçla veya başka niyetle Allah’a ibadet ederek, O’na şirk koşanlar.
10- Allah’ın rızasını kazanmakla beraber başkaları memnun etmek veya bir çıkar elde etmek için niyet ederek ibadet yaparsa günahkar olur ve sevaptan mahrum olur. Buna küçük şirk denildi.
11- Günah işleyip te hiç pişmanlık duymayan, kibirlenen ve tövbe etmek istemeyenler.
12- Rızkın ve iyiliklerin yalnız kendi ilmi ve becerikliliğinden kaynaklandığını söyleyenler.
13- Hahamlarını, papazlarını ve din adamlarını Rab edinenler. Allah’ın ve Resulü’nün helal ve haramlarını değiştirip, kendi kafalarına veya çıkarlarına göre helal ve haram belirleyenler.
14- Lâik ve demokrat kimseler gibi “din ayrı, hayat ayrıdır; insanın hürriyeti vardır, biz hürüz” diyenler ve Allah’ın kanunlarını bırakıp, “biz kanun çıkartırız” diyenler.
İşte Mü’minler bunlardan sakınsınlar. Dinlerini sadece Allah’a halis kılsınlar. Sadece Allah’tan istesinler. Her hayrı O’na isnat ve nispet etsinler. Niyetlerini sadece O’na halis kılsınlar. O’nun her şeye kadir olduğuna tam olarak inanıp ve O’na tam olarak tevekkül etsinler. Sadece Kur’an’da ve Sünnet’te vahyettiğinden kanun çıkartsınlar. Bunlar dışındaki her kanun ve nizamı da reddetsinler. O’ndan başka ilah ve tapınılan yoktur. O’ndan başka Rab yoktur. O’ndan başka hiç kimse, kanun çıkartan bir Rab olamaz. İşte Tevhit budur.
Nur Suresi 55. Ayette; Allah’ın yeryüzünde Hilâfet’i kuracağı ve bir Halife kılacağı, onlarla dinini yükseltip hâkim kılacağı, kendilerine emniyet vereceği salih ameller işleyen Mü’minler’in sıfatını şöyle bildirdi:
“Onlar Allah’a şirk koşmadan kulluk ederler. Bu zaferin ancak Allah’tan geldiğini söylerler. Onların niyetleri, sırf Allah’ın rızasını elde etmek içindir. Sadece Allah’ın rızasını kazanmak için mücadele ederler. İnsanları yöneten bir Halife olunca da, yalnızca Allah’ın hükmünü uygularlar. İşte bunlar, Nübüvvet minhacı (Peygamberlik metodu) üzere Raşidî (gerçek) Hilâfet’i ikâme ederler.