– 18 –

  • Cibt ve Tağut
  • Falcı, kâhin ve burçlar
  • Kuran’ın manalarını değiştirenler
  • Ehl-i kitabın Müslümanlardan nefret etmesi

Ehl-i kitabın inandıkları cibt ve tağut nedir? Müslümanlar da onlar gibi aynı duruma düşer mi?  Burçlara bakmak, kâhin, falcıya ve gaybı bildiğini iddia edenlerin yanına gidenlerin hükmü nedir? Kuran’ın manalarını değiştirenlerin hükmü nedir? Ehl-i kitap olanlar diğer kâfirleri Müslümanlara neden tercih ederler? Onları dost edinen kimseler onlar gibi lanetli midir?

 اَلَمۡ تَرَ اِلَى الَّذِيۡنَ اُوۡتُوۡا نَصِيۡبًا مِّنَ الۡكِتٰبِ يُؤۡمِنُوۡنَ بِالۡجِبۡتِ وَالطَّاغُوۡتِ وَيَقُوۡلُوۡنَ لِلَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا هٰٓؤُلَۤاءِ اَهۡدٰى مِنَ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا سَبِيۡلًا‏ اُولٰٓٮِٕكَ الَّذِيۡنَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ‌ ؕ وَمَنۡ يَّلۡعَنِ اللّٰهُ فَلَنۡ تَجِدَ لَهٗ نَصِيۡرًا ؕ‏

“Kitaptan bir nasip verilenleri görmüyor musun? Cibt (kâhinlik, sihirbazlık) ve Tağut’a (şeytan ve küfür kanunları) inanıyorlar. Kâfirler için; “bunlar iman eden kimselerden daha doğru yoldadırlar” derler. (51). İşte bunlar Allah’ın lânetlediği kişilerdir. Allah kime lânet ederse ona bir yardımcı bulamazsın. (52).”

Allah (c.c) ehl-i kitabın gerçeğini ortaya çıkartıyor ve Resulullah’a “görmüyor musun” diye hitap ederek bizi onlara karşı uyarıyor. Allah(c.c) bu ayette “Kitaptan bir nasip verilenleri görmüyor musun?” diyerek hitap etti. Bu hitap cümlesinde kastedilenler ise Yahudiler ve Hristiyanlardır. Çünkü onlar kendilerine Allah’tan kitap gelmesine rağmen onları değiştirip, Cibt ve Tağut’a inandılar. Kâhinlik, sihirbazlık, fal, burç ve yıldızlara bakmak vs. bunların hepsi Cibt’tendir.

Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘in şu saydığı şeyler de Cibt’tendir:

‎” إن العِيَافَة والطَّرق والطِّيرَة من الجِبْت”( أبوداود والمعجم الكبيرللطبراني)

“İyafa, Tark ve Tıra Cibt’tendir.” (Ebu Davut ve Taberani’ye ait Büyük Mucem)

İyafa: Kuşları kovmaktır.

Tark: Yerde veya toprakta çizgi çizmektir.

Tıra: Bir şeyde uğursuzluk görmektir.

Nitekim insanlar şans ve uğur getirmesi veya uğursuzluğu gidermesi için böyle şeyler yapıyorlardı. Bunlar ve benzerlerinin hepsi haram olan fiillerdir.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

‎” من أتى عَرَّافَا فسأله عن شيء فصدقه لم تقبل صلاته أربعين يوما”. ( (مسلم)

“Kim bir falcı ve kâhinin yanına gidip, onlardan bir şey hakkında sorarsa ve onlara inanırsa, kırk güne kadar namazı kabul edilmez.” (Müslim)

Başka bir hadiste şöyle buyurdu:

‎” من أتى كاهنا فصدقه بما يقول فقد كفر بما أنزل على محمد” (أبوداود)

“Kim bir kâhin veya falcının yanına gidip, onun dediğine inanırsa Muhammed’e indirileni inkâr etmiş olur.” (Ebu Davut)

Yani bir kişi bu kâhin veya falcının gaybı bildiğine inanırsa kâfir olur. Eğer buna inanmamak kaydıyla dediğini normal şekilde kabul ederse, o takdirde büyük günahkâr olur. Çünkü bu durum, “kırk güne kadar namazı kabul edilmez” karinesinden dolayıdır. Zira bir şeyin küfür, haram, farz, mendup, mekruh veya mubah olması, ancak onun karinesinden anlaşılır. Karine ise aynı ayette veya hadiste geçebilir veyahut başka ayet ve hadiste de geçebilir.

Buradaki karineler ise aynı hadiste geçti. Fakat burada iki hadisi bir araya getirip birlikte anlamak gerekir. Dolayısıyla her kim, sihirbaz, kâhin, falcı, cinci ve buna benzer kimselerin dediklerini akide (inanç) yönünden kabul edip, bunların gaybı bildiklerine de inanırsa, o kimse kâfir olur. Fakat akide yönünden değil de sadece onların sözlerine itibar edip dediklerini kabul ederse, o takdirde de büyük bir günah işlemiş olur ve namazı kırk güne kadar kabul edilmez.

Yahudiler ve Hristiyanlar Allah(c.c)’nin kitaplarıyla oynadılar ve manalarını değiştirerek böyle şeylere inanmaya başladılar. Nitekim onların din adamları din namına bu hususlarla ilgilenmemişlerdi.  Yahudi ve Hristiyanlar da kendi din adamlarının gaybı bildiklerine ve kâhinliklerine inanmışlar bundan dolayı da kâfir olmuşlardı.

Nitekim Allah(c.c) bunları yasakladı. Ehl-i Kitabın yaptığı gibi Allah(c.c)’ın kitabını terk edip böyle şeylere inanmak ve bizim kitabımız olan Kur’an’ı Kerim-i ve Resul’e vahyedilen sünneti terk etmek veya onların manasını değiştirmek kesinlikle büyük haramdır veya tamamen manayı değiştirirse küfürdür. Zira Kuran ve sünnetin dili Arapçadır. Bu dile göre anlaşılır, uydurulmaz, kafadan manalar veya batini manalar konulmaz. Allah şöyle buyurdu:

اِنَّاۤ اَنۡزَلۡنٰهُ قُرۡءٰنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمۡ تَعۡقِلُوۡنَ‏

“Şüphesiz ki, biz onu Arapça bir Kuran indirdik. Umulur ki (onu) düşünüp anlarsınız” (Yusuf 2)

كِتٰبٌ فُصِّلَتۡ اٰيٰتُهٗ قُرۡاٰنًا عَرَبِيًّا لِّقَوۡمٍ يَّعۡلَمُوۡنَۙ‏

“Bu Kuran, bilen (öğrenip düşünen) bir kavim için ayetleri açıklanmış Arapça bir kitaptır” (Fussilet 3)  

Eğer bir kimse ortaya çıkıp gaybı bildiğini iddia ederse kâfir olur. Başkaları onun dediklerini akide olarak kabul ederlerse, onlar da Muhammed’e Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘e indirileni inkâr etmiş olurlar yani kâfir olurlar.

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًاإِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِن رَّسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا

“Gaybı bilen O’dur. Gaybını hiç kimseye göstermez. Ancak razı olduğu Rasul müstesna. Bu gaybı tebliğ etmek üzere onu korumak için onun önünden ve arkasından koruyucuları (melekleri) gönderir.” (Cin Suresi 26-27)

Tağut: Allah(c.c) dışında her tapınılan varlık, şeytan, azgınlık, haddi aşmak ve küfür kanunları demektir.

Ehl-i Kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar), Üzeyir ve Mesih’i Allah’ın oğulları olarak sayıp onlara tapmışlardı. Ayrıca din adamlarının haram ve helal kıldıklarına da inanmış ve onları birer Rab edinmişlerdi. İşte onlar bu şekilde Tağut’a inanmış oldular, haddi aştılar ve şeytana uydular.

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

لَاۤ اِكۡرَاهَ فِى الدِّيۡنِ‌ۙ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشۡدُ مِنَ الۡغَىِّ‌ۚ فَمَنۡ يَّكۡفُرۡ بِالطَّاغُوۡتِ وَيُؤۡمِنۡۢ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسۡتَمۡسَكَ بِالۡعُرۡوَةِ الۡوُثۡقٰى لَا انْفِصَامَ لَهَا‌‌ ؕ وَاللّٰهُ سَمِيۡعٌ عَلِيۡمٌ‏ اَللّٰهُ وَلِىُّ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا يُخۡرِجُهُمۡ مِّنَ الظُّلُمٰتِ اِلَى النُّوۡرِ وَالَّذِيۡنَ كَفَرُوۡۤا اَوۡلِيٰٓـــُٔهُمُ الطَّاغُوۡتُۙ يُخۡرِجُوۡنَهُمۡ مِّنَ النُّوۡرِ اِلَى الظُّلُمٰتِ‌ؕ اُولٰٓٮِٕكَ اَصۡحٰبُ النَّارِ‌‌ۚ هُمۡ فِيۡهَا خٰلِدُوۡن

 “Dinde zorlama yoktur (kimse dine zorla sokulmaz). Zira (İslâm gelince) doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrıldı ve belli oldular. Kim Tağut’u reddedip ve Allah’a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmış olur. Allah işiten ve bilendir. Allah iman edenlerin velisidir (dostu ve yardımcısıdır). Onları karanlıktan nura (aydınlığa) çıkarır. Kâfir olanların velisi ise Tağut’tur. (şeytan, azgın kimseler, Allah’ın kanunları dışında kanun yapanlar)Tağutsa onları aydınlıktan karanlığa çıkartır. İşte onlar ateşin sahipleridir (cehennemliklerdir). Orada sürekli olarak kalacaklardır.” (Bakara:256-257)

İşte “kâfir olanların velisi ise Tağut’tur.” Bu veli (dost, yardımcı veyahut işbirlikçi) ise şeytan, azgın kimseler, Allah(c.c) dışında yasa koyan kimselerdir. Onları aydınlıktan karanlığa çıkarırlar.

Yahudiler ve Hristiyanlar Tağut’a inandılar. Tevbe Suresi 31. ayette geçtiği üzere Allah(c.c)’yi bırakıp hahamlarını ve rahiplerini birer Rabb edinmişlerdi. Nitekim onların din adamları, Allah’ın kitabı dışında hevâ ve heveslerine göre helalleri ve haramları belirlemişlerdi. Ayrıca onlar demokrasiyi benimsedikten sonra haram ve helal ölçülerini belirleyen parlamentoyu da tesis ettiler. Onlar bu meclislerde Allah’ın kitabı dışında yasa veya kanun çıkarırlar. Zira dini hayattan ve devletten ayırdılar. Seçtikleri milletvekillerini de Rabb edindiler. Böylece onların hepsi birer Tağut oldular. Bütün Yahudi ve Hristiyanlar artık bu Tağutlara inandılar ve bunu Müslümanlara da ihraç ettiler. Allah(c.c) bu ayette Müslümanları uyararak; “onlar gibi olmayın, Cibt’e ve Tağut’a inanmayın” diye emrediyor.  Zira Allah(c.c) bizi direkt olarak uyararak şöyle buyurdu:

اَلَمۡ تَرَ اِلَى الَّذِيۡنَ يَزۡعُمُوۡنَ اَنَّهُمۡ اٰمَنُوۡا بِمَاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡكَ وَمَاۤ اُنۡزِلَ مِنۡ قَبۡلِكَ يُرِيۡدُوۡنَ اَنۡ يَّتَحَاكَمُوۡۤا اِلَى الطَّاغُوۡتِ وَقَدۡ اُمِرُوۡۤا اَنۡ يَّكۡفُرُوۡا بِهٖ ؕ وَيُرِيۡدُ الشَّيۡـطٰنُ اَنۡ يُّضِلَّهُمۡ ضَلٰلًاۢ بَعِيۡدًا‏. وَاِذَا قِيۡلَ لَهُمۡ تَعَالَوۡا اِلٰى مَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُوۡلِ رَاَيۡتَ الۡمُنٰفِقِيۡنَ يَصُدُّوۡنَ عَنۡكَ صُدُوۡدًا‌ 

“Sana (Muhammed) indirilene (Kuran’a) ve daha önce indirilene (kitaplara) inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Tağuta muhakeme olunmak istiyorlar. Oysa tağutu inkâr edip reddetmekle emredildiler. Ama şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor. Eğer Allah’ın indirdiğine ve Resule çağırılırlarsa münafıkların senden tam şekilde yüz çevirdiklerini görürsün”.  (Nisa 60-61)

Burada Allah’ın, Resulüne vahyettiği Kur’an ve Sünnet’ten yüz çevirenlere yani bunların dışında kendi hevâ ve hevesinden kanun ve yasa çıkaran Tağut kimselere ve kâfirlerin kanunlarına uyanların mü’min olmayıp münafık olduklarını bildiriyor. Nitekim bunlar Yahudiler ve Hristiyanlar gibidirler. Çünkü Allah(c.c)’nin indirdiğine iman ettiklerini iddia ediyorlar ama ona uymuyorlar. Bilakis bunu değiştirerek veya ondan yüz çevirerek başka kanun ve yasaları çıkarırlar.

Yahudiler ve Hristiyanlar kendi kitaplarına inanmayanları mü’minlere tercih ettiler. Onları doğrulayıp müminleri yalanladılar. Nitekim ayette bu durum şöyle geçti: “Kâfirler için; “bunlar iman eden kimselerden daha doğru yoldadırlar.” Ayrıca onlar putperest Kureyş’e de şöyle dediler: “Sizin dininiz Muhammed’in dininden daha doğrudur.”

Bu ayetle ilgili olarak İbni ishak, İbni Abbas ve İbni Ebi Hatem, İkrime yoluyla birtakım rivayetler aktardılar. Bu rivayetlerden biri şöyledir:

“Yahudi liderleri olan Huyay bin Ahtap ve Ka’b bin Eşref Mekke’ye geldiler. (Müşrik iken) Mekke ahalisi onlara şöyle sordular: “Siz kitap ve ilim sahiplerisiniz! Biz mi yoksa Muhammed mi daha hayırlı ve daha doğru yoldadır?” Bu Yahudiler o müşriklere dediler ki: “Siz Muhammed’den daha hayırlısınız ve daha doğru yoldasınız!” Zira bu Yahudiler Muhammed ve Müslümanlara (İslâm Devleti’ne) karşı bir pakt kurmak istediler ve Kureyşi tavlamak için de böyle bir iftira attılar. Zira onlar Allah’tan korkmazlar, sırf çıkarlarını düşünerek hareket ederler. Bu asırda Yahudilerin Müslümanlara karşı yaptıkları da, yine aynı şeydir. Çıkarları uğruna her şeyi yaparlar, iftira atarlar ve yalan söylerler.

Allah(c.c) onların bu karakterlerinden ötürü şöyle diyerek onları lânetledi:

“İşte bunlar Allah’ın lânetlediği kişilerdir. Allah(c.c) kime lânet ederse, ona bir yardımcı bulamazsın.”

Bunlar Allah’ın yardımını görmezler, sadece geçici olarak insanlardan bir yardım alırlar ve ondan sonra Allah(c.c)’nin azabı onlara gelecektir.

Bu asırda da Yahudiler ve Hristiyanlar diğer kâfirleri Müslümanlara tercih ediyorlar. Müslümanlara karşı diğer kâfirlere yardım ediyorlar. Hatta Avrupalılar kendi memleketlerine iltica eden alevi, yezidi, Hindu, Sih, Zerdüşt, komünist ve sair müşrikleri Müslümanlara tercih ederek bu müşriklere her türlü kolaylığı sağlıyor ve onlara daha kısa sürede vatandaşlık ve oturma izni veriyorlar.

Yahudi varlığı ve Hristiyanlığa inandıklarını söyleyen Amerika, Rusya ve diğerleri, Suriye’deki Beşşar Esad’ın alevi rejimini desteklediler. İslâm yönetiminin veya Allah(c.c)’nin dinini uygulayacak Raşidî Hilâfet’in kurulmasına karşı geldiler. Yahudi varlığı, işgal ettiği Golan tepelerinde yaşayan müşrik Dürzileri destekleyip, onları ordularına katarak onlarla beraber bir olup, Müslümanlara karşı savaşmaktadır. Hristiyan olan İngiltere de, Hindistan’ı sömürürken, müşrik olan Hindular ve Sihler ile beraber olup Müslümanlara karşı savaştı. Hristiyan olan Fransa ise Afrika’yı sömürürken putperestleri Müslümanlara karşı kullandı.

Binaenaleyh; Allah(c.c) bu ayetlerde Müslümanları Yahudi ve Hristiyanlardan sakındırıyor. Ayrıca onlar gibi olmamaları için Müslümanları şiddetle uyarıyor. Allah(c.c)’nin vahyettiğini terk eden Yahudiler ve Hristiyanlar gibi  çıkarcı ve menfaatçi olmaktan, dini hayattan koparıp kanun ve yasa çıkartmak için bir meclis kurmaktan da Müslümanları sakındırdı. Çünkü bunların hepsi Tağut’tur. Dolayısıyla bunları inkâr etmek gerekir.

Şu var ki Yahudiler ve Hristiyanlar diğer dinle kendilerinden daha aşağı görürler. Fazla onlardan korkmazlar, hatta onları etkileyebilir ve yürütebilir. Bu asırda demokrasi ve laiklik adıyla onlara egemen olabildiler. Ayrıca diğer dinler bir hayat nizamı içermez, sırf kehanetçi birer dinlerdir. Kendilerine uyarlar, onlar gibi demokrat ve laik olabilirler. Fakat İslam’dan korkarlar. Çünkü İslam’ın kendi dinlerinden daha üstün olduğunu ve bir ideoloji olduğunu bilirler. Onun akidesinden hayat nizamının fışkırdığını ve devlet sistemi var olduğunu idrak ederler. Bu nedenle 13 asırdır İslam’ın bir devleti vardı, uygulandı, dünyaya hâkim oldu. Bu devleti yıkmak için çalıştılar. Ajanları vasıtasıyla İstanbul’da yıktılar. Şu anda Müslümanlar demokrasiyi ve laikliği reddedip İslam’a sarılınca ve tekrar İslam Hilafet devletine davet etmeye başlayınca onlara terörist, aşırı, radikal ve bağnaz gibi iftiralarda bulunup onlarla savaşırlar. Bu nedenle Allah onları lanetledi, diniyle savaştıklarından dolayı rahmetinden onları çıkardı ve onların cehennemlik olduklarını bildirdi.

“Allah kime lânet ederse ona bir yardımcı bulamazsın”. Onları cehennemden kurtulmak için hiç bir yardımcı bulamazlar. Orada ebedi olarak kalırlar. Maide suresi 51. Ayette geçtiği gibi dünyada onları dost edinen ve onlarla işbirliği yapan ve Müslüman olduğunu iddia eden kimselerin onlardan olduklarını ve onlarla beraber haşrolunacaklarını ve lanetlendiklerini bildirmiştir.