– 19 –

Ehl-i kitabın cimriliği ve bencilliği

Onların hayata aşırı hırs göstermeleri

Onların müminlere haset etmeleri

İbrahim a.s’ın onlardan ber’i olması

Onların hasetleri ve intikamları

Onlara daveti yüklenmek

Allah ehl-i kitabın sıfatlarını ne maksatla teşhir eder? Ehl-i kitap niye ölümden nefret edip hayata çok hırs gösterirler? Müminler onlar gibi olabilir mi? Ehl-i kitap müminlere niçin haset ederler? Onlara daveti yüklenmek farz mıdır? Haset eden kimse intikamcı olur mu? İbrahim a.s’ın tutumu küfrü reddettiği gibi milliyetçiliğin çürütülmesine bir delil midir?

 اَمۡ لَهُمۡ نَصِيۡبٌ مِّنَ الۡمُلۡكِ فَاِذًا لَّا يُؤۡتُوۡنَ النَّاسَ نَقِيۡرًا ۙ‏ ﴿۵۳﴾  اَمۡ يَحۡسُدُوۡنَ النَّاسَ عَلٰى مَاۤ اٰتٰٮهُمُ اللّٰهُ مِنۡ فَضۡلِهٖ‌ۚ فَقَدۡ اٰتَيۡنَاۤ اٰلَ اِبۡرٰهِيۡمَ الۡـكِتٰبَ وَالۡحِكۡمَةَ وَاٰتَيۡنٰهُمۡ مُّلۡكًا عَظِيۡمًا‏ ﴿۵۴﴾  فَمِنۡهُمۡ مَّنۡ اٰمَنَ بِهٖ وَمِنۡهُمۡ مَّنۡ صَدَّ عَنۡهُ‌ ؕ وَكَفٰى بِجَهَـنَّمَ سَعِيۡرًا‏ ﴿۵۵﴾ 

“Yoksa onların hükümranlıkta payları mı var? Eğer öyle olsaydı çok az bir şey bile insanlara vermezlerdi. (53) Yoksa onlar Allah’ın kendi fazlından insanlara verdiğini mi kıskanıyorlar? Biz İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik. Onlara büyük bir mülk ve saltanat verdik. (54) Onlardan buna inanan da var, yüz çevirenler de. İnanmayanlar için çılgın ateş olarak cehennem yeter.” (55)

Allahu Teâlâ bu ayetlerde Kitap’tan bir nasip verilenler (Ehl-i Kitap) Yahudi ve Hristiyanların sıfatlarını göstermeye devam ediyor. Daha önceki Ayetler’de (51-52) onlar hakkında şöyle dedi: Cibt (kâhinlik, sihirbazlık) ve Tağut’a (şeytan ve küfür kanunları) inanıyorlar. Ayrıca Resulullah’ın Sallallahu Aleyhi Vesellem döneminde müşrik olan Araplara “siz iman eden kimselerden daha doğru yoldasınız” dediler. Bu sebeplerden dolayı Allah onları (ehl-i kitabı) lânetledi.

Onlar hakkında şöyle dedi: “Yoksa onların hükümranlıkta payları mı var?” Bu soru, istinkari bir sorudur. Yani onlardan cevap beklenmiyor. Allah bu şekilde sorarak sadece onları aşağılıyor. Bunun manası; “Hükümranlıkta onların payları yoktur. Öyle olsaydı kimseye bir hardal tanesi kadar bile vermezlerdi. Onların dünya hükümranlığında payları olsaydı, mal ve mülkü hiç kimseyle paylaşmak istemezlerdi.” Böylece Allah onların bencillikleri ve cimriliklerini teşhir ediyor ve onların ne kadar bencil ve cimri olduklarını vurguluyor. Bu nedenle onlar ölmeyi istemezler, dünyayı ve malı da çok severler. Hep yaşamak isterler. Allah onları şöyle teşhir etti:

قُلۡ اِنۡ كَانَتۡ لَـکُمُ الدَّارُ الۡاٰخِرَةُ عِنۡدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِّنۡ دُوۡنِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الۡمَوۡتَ اِنۡ کُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ‏ وَ لَنۡ يَّتَمَنَّوۡهُ اَبَدًاۢ بِمَا قَدَّمَتۡ اَيۡدِيۡهِمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ عَلِيۡمٌۢ بِالظّٰلِمِيۡنَ وَلَتَجِدَنَّهُمۡ اَحۡرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ   وَ مِنَ الَّذِيۡنَ اَشۡرَكُوۡا‌‌ يَوَدُّ اَحَدُهُمۡ لَوۡ يُعَمَّرُ اَ لۡفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحۡزِحِهٖ مِنَ الۡعَذَابِ اَنۡ يُّعَمَّرَ‌ؕ وَاللّٰهُ بَصِيۡرٌۢ بِمَا يَعۡمَلُوۡنَ ‏

 “Deki insanlar dışında ahiretin size ait olduğunu iddia ediyorsanız hadi ölümü temenni edin. Eğer doğru söylüyorsanız bunu temenni edin. Oysa ellerinin işledikleri günahlardan dolayı asla hiçbir zaman ölümü temenni etmezler. Allah zalimleri çok iyi bilir. Hayata en fazla hırs gösteren ve göz diken, onların ta kendileridir ve müşriklerdir. Onların her birisi bin sene yaşamak ister. Fakat onlar ne kadar yaşarlarsa yaşasınlar hiçbir zaman azaptan kaydırılmayacak ve uzaklaştırılmayacaklar. Allah onların ne yaptıklarını görmektedir.” (Bakara:94-96)

Kâfirler, özellikle mü’minleri sevmeyip sadece kendilerini severler ve dost edinirler, müminler için hiçbir hayır da dilemezler. Bu nedenle Allah onların mü’minlere karşı olan tutumlarını şöyle bildirdi:

مَا يَوَدُّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا مِنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ وَلَا الۡمُشۡرِكِيۡنَ اَنۡ يُّنَزَّلَ عَلَيۡڪُمۡ مِّنۡ خَيۡرٍ مِّنۡ رَّبِّکُمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ يَخۡتَصُّ بِرَحۡمَتِهٖ مَنۡ يَّشَآءُ ‌ؕ وَاللّٰهُ ذُو الۡفَضۡلِ الۡعَظِيۡمِ‏

 “Ehl-i kitaptan ve müşriklerden olan kâfirler, Rabbinizden size bir hayrın gelmesini hiç istemezler. Oysa Allah rahmetini istediği kimselere mahsus kılar (özellikle onlara verir). Allah büyük fazl sahibidir.” (Bakara:105)

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَتَّخِذُوا الۡيَهُوۡدَ وَالنَّصٰرٰۤى اَوۡلِيَآءَ ‌ؔ بَعۡضُهُمۡ اَوۡلِيَآءُ بَعۡضٍ‌ؕ وَمَنۡ يَّتَوَلَّهُمۡ مِّنۡكُمۡ فَاِنَّهٗ مِنۡهُمۡ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الظّٰلِمِيۡنَ

“Ey İman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Ancak onlar birbirlerinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse onlardan olur. Şüphesiz Allah zalimleri hidayete erdirmez” (Maide 51)

Ondan sonraki ayet ancak kalbi hasta olan ve münafıkların onları dost ve müttefik edindiklerini açıklar. Müminler asla onların paktlarına ve kuruluşlarına katılmazlar. Zira bir kimse onların askeri veya siyasi veyahut iktisadi veyahut ta fikri paktlarına veya kuruluşlarına katılırsa onların ilkelerine ve şartlarına uyar. Bu şekilde onlardan olur. BM’lere, NATO’ya ve diğer kuruluşlarına katılanların onlara uyduklarını görürüz. İslam’dan bir eser dahi oraya sokamazlar. Kâfirler bunu kabul etmezler. Ama Müslüman olduğunu iddia edenler ise onlara uyarlar. Bu şekilde bunlar onlardan olur, zalimdirler, hidayetli değiller. Zira onlar bu hal üzerinde devam ettikçe Allah onları hidayete erdirmez.  

O kâfirler haset edici ve bencil insanlardır. Hasedin manası; Allah’ın diğer insanlara/toplumlara verdiği nimetin yok olmasını veya onların elde ettikleri nimetlerin kendilerine ait olmasını istemektir.  Bakara suresinde 109. Ayette geçtiği gibi Allah (c.c) Araplardan bir Resul ve Nebi gönderince kâfir Ehl-i kitap müminlere haset ettiler. Onlar kendilerinden başkalarına bir Nebi ve Resul’ün gelmesini istemezler. Çünkü o Nebi ve Resul, kendilerinden daha hayırlı ve daha üstün olunca, kâfirler ona karşı savaş açarlar. O kâfirler sevmedikleri ve istemedikleri kimselere Allah’ın bir hayır vermesi durumunda kahrolmaktadırlar. Allah, kendilerinin İbrahim ve ailesine mensup olduklarını iddia ettikleri için o kâfirlerin dikkatlerini çekerek şöyle buyurdu:

“Yoksa onlar Allah’ın kendi fazlından insanlara verdiğini mi kıskanıyorlar? Biz İbrahim’in ailesine kitabı ve hikmeti verdik. Onlara büyük bir mülk ve saltanat verdik.”

Allah (c.c) Ayet’te, onların İbrahim’in ailesinden/Dininden olduklarını söylemedi. Çünkü ona tabi olmadıkları için kâfir oldular. Bu sebeple şöyle buyurdu:

‎مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

“İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan’dı. Hanif (sapmayan) bir Müslüman idi. Müşriklerden de değildi.” (Ali İmran:67)

‎إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَاللّهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِنِينَ

“İbrahim’e sahip olmaya en layık insanlar ise ona tabi olan bu Nebi ve mü’minlerdir. Mü’minlerin Velisi ise Allah’tır.” (Ali İmran:68)

Bu iki Ayet’te, meselenin ailevi nesep ya da ırk mensupluğu olmadığı, bilakis asıl mensupluğun sadece hak dine ait olması vurgulanıyor. İbrahim din açısından Yahudi ve Hristiyan değildir; o kâfirler şirke girmelerinden dolayı İbrahim’in onlarla hiçbir alakası yoktur. O, Hanif (haktan sapmayan) Müslüman idi. Hatta İbrahim (a.s) ve onunla birlikte olan mü’minler, kâfir olan babaları ve kavimleriyle hiçbir alakalarının kalmadığını, onlardan uzak olduklarını ve onların dinlerini reddettiklerini açıkça bildirmişlerdi. Bu da bizim için güzel bir örnektir. Yani dinde milliyetçiliğin olmadığını, sadece Müslümanlık ve iman kardeşliğinin yer aldığını görmekteyiz. Allah şöyle buyurdu:

قَدۡ كَانَتۡ لَـكُمۡ اُسۡوَةٌ حَسَنَةٌ فِىۡۤ اِبۡرٰهِيۡمَ وَالَّذِيۡنَ مَعَهٗ‌ۚ اِذۡ قَالُوۡا لِقَوۡمِهِمۡ اِنَّا بُرَءٰٓؤُا مِنۡكُمۡ وَمِمَّا تَعۡبُدُوۡنَ مِنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ كَفَرۡنَا بِكُمۡ وَبَدَا بَيۡنَنَا وَبَيۡنَكُمُ الۡعَدَاوَةُ وَالۡبَغۡضَآءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤۡمِنُوۡا بِاللّٰهِ وَحۡدَهٗۤ اِلَّا قَوۡلَ اِبۡرٰهِيۡمَ لِاَبِيۡهِ لَاَسۡتَغۡفِرَنَّ لَـكَ وَمَاۤ اَمۡلِكُ لَـكَ مِنَ اللّٰهِ مِنۡ شَىۡءٍ ‌ؕ رَبَّنَا عَلَيۡكَ تَوَكَّلۡنَا وَاِلَيۡكَ اَنَـبۡنَا وَاِلَيۡكَ الۡمَصِيۡرُ

“İbrahim ve onunla birlikte olanlar, sizin için güzel bir örnektir. Kavimlerine şöyle dediler: “Sizden ve Allah dışında taptıklarınızdan beriyiz (sizinle ve onlarla alakamız yoktur). Size kâfir olduk (sizi reddettik). Siz yalnız Allah’a inanıncaya kadar bizimle sizin aranızda ebedi düşmanlık ve buğz ortaya çıktı. Ancak İbrahim’in kendi babasına şöyle demesi (başka): “Senin için mağfiret dileyeceğim. Ama Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez.” Rabbimiz sana tevekkül ettik, sana yöneldik ve dönüş sana olacaktır.” (Mümtehine:4)

İbrahim a.s ve onunla birlikte müminler ideolojik tutum edinip küfrü, şirki, milliyetçiliği ve ırkçılığı reddettiler. Yalnız Allaha iman ve kulluk etmek üzerinde ısrarlı kaldılar. Bu şekilde Allah küfrü ve şirki kabul etmediği gibi milliyetçiliği ve ırkçılığı kabul etmediğini bildirdi. İbrahim a.s ve onunla birlikte ideolojik tutumlarını överek her asırda müminlerin bu tutumu edinmelerini kesin ifadeyle talep etmiştir. Ya iman ya küfür. Ölçü budur. Milliyetçilik ve ırkçılık reddedilir, ölçü değildir, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in birçok hadiste gösterdiği gibi cahiliyedir, kâfirlerin tutumudur, asla müminlerin tutumu olamaz. 

İbrahim’in (a.s) çocukları, İsmail ve İshak’tır. Onun çocuklarından ve torunu Yakup’un neslinden birçok Nebi ve Resul seçildi. Allah onlara kitabı ve hikmeti verdi. İbrahim’e sayfalar, Musa’ya Tevrat, Davut’a Zebur ve İsa’ya da İncil’i verdi. Her Resul ve Nebi’ye kitap dışında hikmeti de verdi. Bunun manası; Kitap dışında doğru şeyleri söylemeleri için onlara ilham ederek vahyetti. Nitekim hikmet, doğru ve isabetli fikir söylemektir. Ama bu doğru ve isabetli fikir, Allah’tan gelen bir vahiydir ve bağlayıcıdır. Resul ve Nebiler, din konusunda Allah’ın istediğini konuşurken, kendilerine vahiyle gelen Kitap ve hikmetle konuşurlar.

Hristiyanlar bütün bu Resuller, Nebiler ve onların getirdiği kitaplara inanmalarına rağmen Allah’a şirk koştular; İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu veya Allah’ın ta kendisi olduğunu ileri sürerek Allah’a büyük bir iftira attılar. Allah’ın son ve kapsamlı kitabı olan Kur’an’ı ve  son Resulü ve Peygamberi olan Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’i inkâr ettiler. Yahudiler ise İsa’nın Peygamberliğini ve İncil’i, Kur’an’ı ve Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliğini ve Resul sıfatını reddettiler. Diğer Resul ve Nebiler’i, kendi ırklarından oldukları için kabul ettiler. Irkçılık ile dini birbirine mezcettiler ve kendilerini diğer ırklardan daha üstün saydılar. Oysa üstünlük sadece takva sahiplerine aittir; Allah’tan korkup O’nun emrini uygulayan ve nehyinden vazgeçenlerindir. Allah şöyle buyurdu:

‎يٰۤاَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقۡنٰكُمۡ مِّنۡ ذَكَرٍ وَّاُنۡثٰى وَجَعَلۡنٰكُمۡ شُعُوۡبًا وَّقَبَآٮِٕلَ لِتَعَارَفُوۡا اِنَّ اَكۡرَمَكُمۡ عِنۡدَ اللّٰهِ اَتۡقٰٮكُمۡ‌ اِنَّ اللّٰهَ عَلِيۡمٌ خَبِيۡرٌ

“Ey insanlar! Sizi erkek ve dişi olarak yarattık. Birbirinizi tanımanız için de, sizi halk halk ve kabile kabile haline getirdik. Şüphesiz ki Allah katında en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz ki Allah, bilen ve herşeyden haberdar olandır.” (Hucurat:13)

İşte, Allah onlara bu nimetleri hatırlatıyor. Zira en büyük nimet, hidayettir. Ayrıca onlara mülk, saltanat, yönetim ve güç verdi. Davut (a.s) ve oğlu Süleyman (a.s) dönemlerindeki mü’min olan ecdatları bunu elde ettiler. Fakat onlardan sonra gelenler Allah’ın yolundan sapınca, bu nimetler onlardan alındı ve zillete uğratıldılar.

Kendilerinden olmayan, Araplardan olan fakat İbrahim ve İsmail’in neslinden gelen Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem son Resul ve Nebi olarak gelince onu çok kıskandılar ve ona haset ettiler. Bu nedenle İslâm’a girmeyi reddettiler. Allah-u Teâlâ onların, hasetlerinden dolayı inanmadıklarını şöyle teşhir etti:

وَدَّ کَثِيۡرٌ مِّنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ لَوۡ يَرُدُّوۡنَكُمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ اِيۡمَانِكُمۡ كُفَّارًا حَسَدًا مِّنۡ عِنۡدِ اَنۡفُسِهِمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الۡحَـقُّ‌ فَاعۡفُوۡا وَاصۡفَحُوۡا حَتّٰى يَاۡتِىَ اللّٰهُ بِاَمۡرِهٖ ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى کُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرٌ‏

“Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bakara:109) 

Haset eden ve kıskanan kimse, kindar ve intikamcı olur. Öyleleri aynen İblis gibi olurlar. İblis Âdem’i kıskandı, bu sebeple de ona karşı kin besledi ve ondan intikam almak için çalıştı. Âdem’e secde etmeyi reddetti, onu saptırıp Cennet’ten çıkarmak için çalıştı ve çıkmasına sebep oldu. “Âdem’in bütün neslinden intikam almak için çalışacağına ve kıyamete kadar da çalışmaya devam edeceğine dair yemin etmiştir.

İşte, kâfirlerin sıfatlarından olan haset etmek, kıskanma ve intikam almanın asıl sebebidir. Bundan dolayı Allah bizi o kâfirlerden sakındırıyor. Allah birçok Ayet’te onların ne olduklarını ve bize karşı nasıl tuzak ve hile kurduklarını açığa çıkarttı. Bu hakikati, siyasetimize bir direk olarak dikmeli ve onlara karşı dikkatli davranarak her türlü tedbirimizi almalıyız. Yine de onları imana ve İslâm’a çağırmalıyız. Nitekim onlardan bir kısmı hakkı görünce inanırlar. Allah şöyle buyurdu:

“Onlardan buna inanan da var, yüz çevirenler de. İnanmayanlar için çılgın ateş olarak cehennem yeter.”

Öyleyse onlara karşı, daveti yüklenmeliyiz. Çünkü bu Ayet, bir haber aktarmakta ve bu haber ise bir talep içermektedir; “onlara daveti yüklenin.” Çünkü onlardan imana gelen kişiler olur. İnanmayanlara da ağır tehdit vardır. Onlara Cehennem hazırlandı. Bize düşen görev, onlara apaçık tebliğ etmektir. O kâfirler eğer haset, kıskanma ve bencillikten uzak olur ve hakkı dinlerlerse imana gelirler. Ayrıca dini, ırkçı veya milliyetçi taassuptan, bağnazlıktan ve fikrî şartlanmadan ayırıp hakkı araştırır ve dinlerlerse imana gelirler. Her insan kendini bu gibi şeylerden uzak tutarsa, hakkaniyetli ve insaflı olursa, muhakkak İslâm’a girer ve bu şekilde mü’min olur. Zira İslâm fıtrata ve akla uygundur.

İnsandaki dindarlık içgüdüsü olan fıtrat, bir yaratıcının var olmasını gerektiriyor. Bu fıtratın sayesinde insan bir şeye tapmak ister. Bu ise kendi yaratılışında vardır. İnsan o fıtrattan kaçamaz. Ne kadar da “ben bir şeye tapmıyorum” dese bile, mutlaka o, herhangi (maddi/manevi) bir şeye tapıyordur. Çünkü herkes mutlaka bir şeyi yüceltme, onu üstün gösterme, en fazla saygı ve sevgiyi ona gösterme eğilimindedir. İnsan, herhangi bir şeyi bu şekilde kutsallaştırır. İşte, tapmak da budur.

İnsan eğer Allah’ı gerçek manada tanımazsa şirke girer; yaratıcıyı, yaratılmış bir şeyde cisimleştirir ve bu şekilde haktan sapar. Fakat aklını kullanırsa, yaratılmış olanları en üstün, en saygılı ve en sevilen şeyler haline getirmez. Kâinatta her şeyin sınırlı, muhtaç, eksik ve aciz olduğunu idrak eder. Dolayısıyla bunların dışında bir yaratıcının var olduğuna da kanaat getirir. Nitekim o da, Allah’tır. “İsa Allah’ın oğlu veya ta kendisidir” diyen batıl inancı reddeder. Üzeyir de Allah’ın oğlu olamaz. Bu da batıl inançtır. Bunlar birer beşerdir; sınırlı, muhtaç, eksik ve acizdir. Diğer dinlerde böyle batıl inançlar vardır; yaratılan bir kimseye, hayvana veya herhangi bir şeye taparlar.

İnsanın Allah’a nasıl tapacağını bilmesi, öteki içgüdülerini ve uzvî ihtiyaçlarını nasıl doyuracağını bilmesi, ancak bir Resul’ün gelmesiyle mümkün olur. İşte bu noktada, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Allah tarafından gönderildiğini akıl kabul eder. Ayrıca onun getirdiği Kur’an’ın mucizevi olması da böyledir. Nitekim hiçbir Arap Kur’an’ın Ayetleri gibi bir söz söyleyemedi. Öyleyse Kur’an, Allah’ın kitabı ve onu getiren de, Resul ve Peygamber’dir.

İşte bu şekilde değişik misaller göstererek insan, kâinat ve hayatın aciz, eksik, muhtaç ve sınırlı olduklarını ispatlarız. Bu sayede İslâm’ın doğruluğu ortaya çıkar. Aklını kullanan insan ise buna kesin şekilde inanır. Kendisine bu hakikatler gösterildikten sonra inanmak istemeyenler de, yukarıda gösterdiğimiz sebeplerden dolayı inanmazlar. Bu nedenle onlar Cehennem azabını hak etmiş olurlar. İman edenlere ne mutlu, çünkü onlar için cennet vardır.

İslam davetini yüklenmek her Müslümana farz olduğu gibi İslam devletine de farzdır. Bu nedenle her tarafa daveti yükleniyordu ve bunun için fetihleri gerçekleşiyordu. Nasr suresinde geçtiği gibi fetih ve zafer gerçekleşince insanların kalabalık şekilde İslam’a girdiğini gösterir. Tarihi gerçek te bunu vurgulamıştır. Hilafet devleti bir memleketi fetheder etmez insanlar Allah’ın nurunu görüp cümleten İslam’a girerlerdi. Bu nedenle İslam Hilafet devletinin şu iki görevi gösterilmiştir: İçeride İslam’ı uygulamak ve dışarıya İslam davetini yüklenmektir. Harici ve harbi siyaseti bunun üzerinde mebnidir.