– 20 –

Bu ayetle şu hakikatleri beyan ederiz ve sorulara cevap veririz:

  • Kâfirin manası
  • Kâfirlerin çeşitleri
  • Gerçeği örtme yolları
  • Müminlerle savaş yöntemleri
  • Cehennemde azapları
  • Cennete girme şartları
  • Cennetteki nimetleri
  • Cennetteki eşler

Kâfirin manası ve çeşitleri nedir? Gerçeği nasıl örtmeye çalışır ve müminlerle savaşırlar? Derileri cehennemde yanarken nasıl yaşarlar? Salih amel yapmadan mümin cennete girer mi? Cennetteki nimetler ve güzellikler hakiki midir? Salih amel yapan mümin eşler cennette yine de eşler olacak mı?

 اِنَّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا بِاٰيٰتِنَا سَوۡفَ نُصۡلِيۡهِمۡ نَارًا ؕ كُلَّمَا نَضِجَتۡ جُلُوۡدُهُمۡ بَدَّلۡنٰهُمۡ جُلُوۡدًا غَيۡرَهَا لِيَذُوۡقُوا الۡعَذَابَ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَزِيۡزًا حَكِيۡمًا‏ وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ سَنُدۡخِلُهُمۡ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَاۤ اَبَدًا‌ ؕ لَـهُمۡ فِيۡهَاۤ اَزۡوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَّنُدۡخِلُهُمۡ ظِلًّا ظَلِيۡلًا‏

“Şüphesiz ki Ayetlerimize kâfir olanları ateşle yakacağız. Derileri piştikçe başka derilerle değiştiririz ki böylece azabı tatsınlar. Allah izzet ve hikmet sahibidir. İman edip salih amel yapanları ise altından ırmaklar akan cennetlere göndereceğiz, orada ebediyen kalacaklar, onların tertemiz zevceleri vardır. Onları gölgeler altında yerleştireceğiz.” (56-57).

Bu ayetlerde kâfirler ile mü’minlerin gelecekleri arasında bir mukayese vardır. Allah’ın ayetlerine kâfir olanlar:

-Ayetleri kasten örtüyorlar ki; kimse öğrenmesin ve inanmasın, zira değişik sebeplerden dolayı bu ayetleri inkâr edip reddettiler. Nitekim sözlükte kâfir, örten demektir. Gerçeği örtene, kâfir denilir. Eğer bir kimse bile bile Allah’ın Ayetler’ini örtüyorsa, o kimse kâfir olur. İnsanların hakkı öğrenmesini veya inanmasını istemeyen herkes kâfir olur. Mekke’deki kâfirler Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘in davetine karşı fikren duramadıkları için en son çare olarak kimse dinlemesin diye “insanların onu dinlemesini engelleyeceğiz” dediler. Allah (c.c) onların plânlarını keşfedip teşhir ederken şöyle buyurdu:

وَقَالَ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا لَا تَسۡمَعُوۡا لِهٰذَا الۡقُرۡاٰنِ وَالۡغَوۡا فِيۡهِ لَعَلَّكُمۡ تَغۡلِبُوۡنَ‏

“Kâfirler dediler ki; bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip olursunuz.” (Fussilet 26).

Oysa kim insaflı ve akıllı olup gerçeği araştırıyorsa kesinlikle Kuran’ın Allah’ın kelamı olduğunu keşfeder. Zira bu Kuran bir mucizedir, hiç bir insan ona benzer bir şey söyleyemedi. Bu nedenle Allah’ın ayetlerine inanıp Müslüman olmalıdır. 

Bu asırda kâfirler, gürültüleri türlü şekillerde yapmaktadırlar. Kimse Kur’an’a önem vermesin ve onu düşünmesin diye başka şeyleri insanlara sevdirmeye çalışıyorlar: Şarkı ve müzik dinlemeye, dans ve eğlence yapmaya, film, dizi, spor ve futbol seyretmeye yönlendiriyorlar. Onları bu tür şeylere teşvik ederek kafalarını sürekli meşgul ettiriyorlar. Sinsi ve açık üsluplarla Müslümanı, dinine bağlılık, İslâm’a ilgi göstermek, davet etmek ve ehemmiyet vermekten alıkoyuyorlar.

Hatta Kur’an’a ve dine bağlılık gösteren kimselerle alay ederler, onları horlarlar ve onları terörist, bağnaz ve aşırı olarak gösterirler. Okullarda din derslerine önem vermezler ve Dinle alâkadar olmanın bir değeri olmadığını öğrencilerin kafalarına yerleştirirler. Açık seçik kadınların, kapalı kadınlardan daha üstün olduklarını kanıtlamaya çalışırlar; onlara değer ve itibar verirler. Şarkı söyleyenleri, film ve dizilerde günaha dayalı ilişkileri gösteren ve fuhşiyatı yayan kimseleri yüceltir ve ödüllendirirler. Aynı zamanda iffetli, kapalı kadınları horlarlar ve onlara hiçbir itibar vermezler. Örtülü olan kadınları asla görmek istemezler. Bu şekilde insanları imanî atmosferden mahrum edip fısk, fücur ve günah işleme atmosferini oluşturmaya ve buna dayalı kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. İşte bu şekilde insanlar Kur’an’ı okumak, düşünmek, hatırlamak ve uygulamaktan uzaklaştırırlar.    

Kâfirler Kur’an’ı dinlememek ve dinletmemek için yaptıkları hamlelerden biri de menfi propaganda yürütmektir. Allahu Teâlâ bunu teşhir ederek şöyle buyurdu:

فَقَالَ اِنۡ هٰذَاۤ اِلَّا سِحۡرٌ يُّؤۡثَرُۙ‏ اِنۡ هٰذَاۤ اِلَّا قَوۡلُ الۡبَشَرِؕ‏

(Kâfirlerin bir lideri) dedi ki bu Kur’an sözlü sihirbazlıktır, büyüdür. Bu ancak beşerin sözüdür.” (Müddessir 25-26)

Mekke’ye gelenlere de bunu telkin ettiler. Kur’an’ı dinlememek için herkes artık Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘den uzak durmaya başladı. Mekke kâfirleri “Muhammed sözlü sihirbazlık yapıyor, onu kimse dinlemesin, kim onu dinlerse büyülenir, ona takılır ve babalarının üstün dinlerinden, adetlerinden ve geleneklerinden sapar ve böylece büyük bir fitneye düşer” dediler.

Misal olarak, Yemen’den Devs kabilesinin reisi Tufeyl bin Amr ed-Devsi Resulullah’ın Sallallahu Aleyhi Vesellem Nübüvveti’nin 6. Senesinde (M.617) müşriklerin usullerine göre Hac yapmak için Mekke’ye gelince, Kureyşliler onun akıllı ve insaflı olduğunu bildiklerinden dolayı Kur’an’ı dinlerse İslam’a gireceğinden endişe ettiler. Bu nedenle onu etkilemek için hoşça karşılayarak ona ikramda bulundular. Ona şöyle dediler: “Sen memleketimize geldin. Bil ki aramızda bir adam var, bize isyan etti, birlik ve beraberliğimizi bozdu, işlerimizi karıştırdı. Onun sözleri büyü gibidir; insanı babasından, kardeşinden ve zevcesinden ayırır. Sen ve kavmin için korkuyoruz ki bize dokunan size de dokunabilir. Bu nedenle bu adamı (Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem) dinleme ve onunla hiç konuşma.” Bu sözleri o kadar çok söylediler ki, en sonunda onu ikna etmeyi başarabildiler. Bu nedenle Tufeyl, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’i dinlememek için kulaklarını pamukla kapadı. Kâbe’ye yaklaşınca orada Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’i namaz kılarken gördü ve (merakından ve akıllı olduğundan dolayı bir şey dinlemek üzere) onun yanında durdu. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem evine giderken Tufeyl ona yetişti ve şöyle seslendi: “Ey Muhammed! Senin kavmin bana şöyle-böyle söylediler, beni senden o kadar korkuttular ki seni dinlememek için kulaklarımı pamukla tıkadım. Ama Allah seni dinletmek için beni sevk etti. Söylediğin şeyi güzel gördüm. Senin durumunu bana anlat.” Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ona Kur’an okudu. Tufeyl hemen şöyle dedi: “Hayatımda bundan daha güzel ve daha haklı bir söz duymadım.” Hemen İslâm’a girdi ve kavmi olan Devs’e dönünce de bütün kabilesi Müslüman oldu. (İbni İshak siyeri).

Ebu Hureyre bu kabileye mensuptur, Müslüman olup Hayber gazvesi esnasında Yemen’den gelip Medine’ye yerleşti, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yanından hiç ayrılmamaya çalışıp sözlerini işitip, amellerini görüp zihninde yerleştirmeye çalıştı. Ondan sonra Müslümanlara Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den işittiğini ve dinlediğini aktardı.

Bu asırda kâfirler, kendi müttefiklerini, dostlarını ve kendilerine hayran olanları kullanarak, özellikle demokratik ve lâik sistemler ve buna benzer siyasal ve kültürel hamleler yapmaktadırlar. Müslümanları değişik üsluplarla Kur’an’dan saptırmaya çalışıyorlar. “Kur’an’ı doğru şekilde anlatıp uygulamaya, ona dayalı anayasa çıkartmak ve onun esasına dayalı Hilafet devletini kurmaya çağıranları dinlemeyin” diyor ve bunlarla savaşıyorlar. Onların sesinin duyulmasını engelliyorlar. Onlar isterler ki; “Kur’an sadece güzel okunsun, mukabele ve müsabakası olsun, bunun için ödüller verilsin, fakat kimse Kur’an’ı anlamaya, uygulamaya veya ona davet etmeye çalışmasın…”

– Nankörlük yapan kimseye de kâfir denilir. Allah’ın nimetlerini inkâr eden ve ona teşekkür etmeyenler kâfir olarak nitelendi. Nitekim en büyük nimet, hidayettir. Kâfirler bunu da reddettiler, Allah’ın Ayetler’ini Kabul etmediler:

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا قَرۡيَةً كَانَتۡ اٰمِنَةً مُّطۡمَٮِٕنَّةً يَّاۡتِيۡهَا رِزۡقُهَا رَغَدًا مِّنۡ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتۡ بِاَنۡعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الۡجُـوۡعِ وَالۡخَـوۡفِ بِمَا كَانُوۡا يَصۡنَعُوۡنَ وَلَـقَدۡ جَآءَهُمۡ رَسُوۡلٌ مِّنۡهُمۡ فَكَذَّبُوۡهُ فَاَخَذَهُمُ الۡعَذَابُ وَهُمۡ ظٰلِمُوۡنَ‏

“Allah bir beldeyi bir misal olarak veriyor: Bu belde huzur ve emniyet içerisindeydi. Her yerden bol bol rızık geliyordu. Sonra Allah’ın nimetlerine kâfir oldular (nankörlük ettiler). Allah yaptıklarının bedeli olarak, onları açlık ve korkuyla kapladı. Onlara içlerinden bir Peygamber gelince onu yalanladılar. İşte onlar zalimlik içerisindeyken onları bir azap yakaladı.” (Nahl 112-113).

Bu asırda Allah kâfirlere bol bol rızık veriyor, onlara emniyet ve huzur sağlıyor; umulur ki İslam’ı düşünüp kabul ederler. Fakat kâfirler umulanın tersini yapıyor ve o beldenin ahalisinin yaptıkları gibi Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’i yalanlıyorlar. Üstüne, İslam’la ve Müslümanlarla savaşıyorlar. Elbette ki bunları da bir gün bir azap yakalayacak, açlık ve korku onları büsbütün kaplayacaktır! Çünkü bu, Sünnetullah’tır; O’nun yolu ve kanunu hiçbir zaman değişmez. Nitekim her senede yangın, deprem, tayfun, sel, savaş, geçim sıkıntısı ve benzeri büyük felaketler başlarına gelir, bir kısmına dokunur ki diğer kısım ibret alsın, Allaha ve hak dinine dönsünler, ayetlerini de uygulasınlar, fakat ibret almazlar ve bulundukları kötü hal üzerinde devam ederler, küfür veya fısk hayatını sürdürürler, küfür sistemlerini de yaşatırlar. 

– Kâfirler, mü’min olduklarını iddia ederek tağuta, küfür kanunlarına muhakeme olmak, Allah’ın indirdiği hükümleri görmezlikten gelip Kur’an ve Sünnet’i uygulamaktan yüz çevirir ve diğer Müslümanların bunları uygulamalarını da engellerler:

Allah (c.c)şöyle buyurdu:

اَلَمۡ تَرَ اِلَى الَّذِيۡنَ يَزۡعُمُوۡنَ اَنَّهُمۡ اٰمَنُوۡا بِمَاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡكَ وَمَاۤ اُنۡزِلَ مِنۡ قَبۡلِكَ يُرِيۡدُوۡنَ اَنۡ يَّتَحَاكَمُوۡۤا اِلَى الطَّاغُوۡتِ وَقَدۡ اُمِرُوۡۤا اَنۡ يَّكۡفُرُوۡا بِهٖ ؕ وَيُرِيۡدُ الشَّيۡـطٰنُ اَنۡ يُّضِلَّهُمۡ ضَلٰلًاۢ بَعِيۡدًا‏ وَاِذَا قِيۡلَ لَهُمۡ تَعَالَوۡا اِلٰى مَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُوۡلِ رَاَيۡتَ الۡمُنٰفِقِيۡنَ يَصُدُّوۡنَ عَنۡكَ صُدُوۡدًا‌

 “Sana indirilene (Kur’an’a) ve senden önce indirilene (Kitaplara) inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Tağuta muhakeme olunmak istiyorlar. Oysa onlar tağuta kâfir olmakla (reddetmekle) emredildiler. Şeytan onları derin sapıklığa düşürmek ister. Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Resul’e (Sünnet’e) gelin denilince münafıkların senden yüz çevirdiklerini görürsün.” (Nisa 60-61)

وَاِذَا دُعُوۡۤا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ لِيَحۡكُمَ بَيۡنَهُمۡ اِذَا فَرِيۡقٌ مِّنۡهُمۡ مُّعۡرِضُوۡنَ

“Aralarında hükmetmek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resulü’ne (Sünnet’e) çağırılırsa, onlardan bir grup, yüz çevirirler.” (Nur 48)

– Ehl-i Kitap, hasetlerinden dolayı kâfir oldular.

“Muhammed niye bizden çıkmadı da Araplardan çıktı” diye İsmailoğulları’nı (Müslümanları) kıskanıp kâfir oldular ve İslam’la savaşmaya başladılar. Allah onları teşhir ederek şöyle buyurdu:

وَدَّ کَثِيۡرٌ مِّنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ لَوۡ يَرُدُّوۡنَكُمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ اِيۡمَانِكُمۡ كُفَّارًا حَسَدًا مِّنۡ عِنۡدِ اَنۡفُسِهِمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الۡحَـقُّ‌ فَاعۡفُوۡا وَاصۡفَحُوۡا حَتّٰى يَاۡتِىَ اللّٰهُ بِاَمۡرِهٖ ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى کُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرٌ‏

“Ehl-i Kitap’ın çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 109)

Allahu Teâlâ Ehl-i Kitap’ın Müslümanlara karşı açtıkları savaşın sahnelerinden birisini burada anlatıyor. Ehl-i Kitap, Yahudi ve Hristiyanlardır. Bunlar Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ve Kur’an-ı Kerim’in hak olduklarını anladılar, tabi ki âlimleri ve liderleridir. Fakat tabilerinden bunu gizlerler ve hakikati örterler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Resul, Kur’an-ı Kerim’in de Allah’ın kelamı olduğunu tam olarak idrak ettiler. Bunun akabinde Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e ve ona inananlara kin beslediler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in İsrail oğulları’ndan değil de Araplardan geldiği için göğüslerini haset ve kinle doldurdular. Hatta onu öldürmeye teşebbüs ettiler, diğer kâfirleri ona karşı kışkırttılar ve savaştırdılar.

– “Artık Şeriat mazide kaldı, bu asra uymaz ve uygulanamaz. Şeriat, bu asır için geçerli değildir.” diyenler de kâfirdir.

– Allah’ın varlığını inkâr eden kâfirler de vardır. Bunlar da İslam’ı reddediyor ve İslam’la savaşıyorlar.

İşte yukarıda gösterdiğimiz gibi kâfirlerin birtakım türleri vardır ve bunların benzerleri de mevcuttur. Dolayısıyla bunların hepsi cehennemliktir.

“Derileri piştikçe başka derilerle değiştiririz ki böylece azabı tatsınlar.”

Kâfirler bu hususla alay ederler. “İnsan yandıktan sonra nasıl diri kalır ve derisi yansa da nasıl sürekli yenilenir?” İşte bu şekilde, Allah’ın azametini ve gücünü küçük beyinlerine kıyas ederler. Oysa Allah’a gerçek manada inanan bir kimse bu anlatılan hususun Allah için pek basit bir şey olduğunu idrak eder. Gökleri, yeri, insanı ve her şeyi yaratanın bundan asla aciz olmadığına kesin olarak inanır. Nitekim Allah her saniye, insanları ve hayvanları yaratır ve aynı zamanda da öldürür! Bunları yoktan var eden elbet her şeye kadirdir.

‎مَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدۡرِهٖؕ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِىٌّ عَزِيۡزٌ‏

(Kâfirler) Allah’ın kudretini ve azametini hakkıyla takdir etmediler (kavrayamıyorlar). Şüphesiz ki Allah pek kuvvetli ve güçlüdür.” (Hac:74).

Allah, Ahiret için mahlûkatlarına yeni kanunlar yaratmıştır. Bu kanunlar dünyadakilerinden farklıdır. İnsanlar Ahiret’te ebedi olarak yaşayacaklardır. Kâfirler, ebediyen Cehennemde; mü’minler de, ebediyen Cennette kalacaklardır. Kâfirler sürekli olarak yanacaklardır. Canlı kalarak yanacaklar, tadı acı olan zakkum ağacından yiyecekler. Bu ağaç cehennem içinde yetişir. Yedikleri zakkum ağacının üzerine de kaynar su içecekler (Saffat Suresi 62- 68, Duhan Suresi 43-46, Vakıa Suresi 51-56. ayetlerine bakın).

Kâfirlere bunları hatırlatırsan seninle alay eder ve bunlara asla inanmazlar. Bir kısım insanlar böyle bir azabın var olduğunu hiç aklında tutmazlar; gaflet içinde oldukları için dünya malı, mülk, saltanat ve makam onlara bu azabı unutturur. Dünyada kazandıkları geçici şeylerden dolayı çok mağrur olurlar. Bu sebeple zulüm ve katliam yaparlar, insanları ezerler, Allah’ın dinine ve hâkimiyetine davet edenleri de baskı ve işkenceyle sindirirler.

Böyle kimseler Allah’ın hikmetini idrak etmezler. Peki, ama Allah neden onlara dünya malı, mülk, saltanat ve makam veriyor? Onlar bunun hikmetini de kavrayamıyorlar. Oysa Allah kendilerini bununla imtihan eder ve O’na kâfir oldukları için de cehenneme müstahak oluyorlar. Onlar bu hayatın bir fitne, bir imtihan olduğuna inanmıyorlar. “Biz pek zekiyiz, akıllıyız, üstünüz, ilim sahibiyiz, güçlüyüz. İşte bu özelliklerimizden dolayı bu mal, mülk, saltanat ve makamı elde ettik.” derler. Bu sözleri eski kâfirler de söylemişlerdi. Kur’an onlardan birçok örnek gösterdi. Bu asırda Amerikalılar ve Batılılar bunları söylüyorlar. Nitekim Allah’ın azabı onlara gelecek ve Ahiret’te onlar cehennem azabı içinde ebediyen kalacaklardır.

Allah Müslümanların bunların zenginlikleri, imkânları ve güçlerinden aldanmasından sakındırdı. Şöyle buyurdu:

وَلَا يَحۡسَبَنَّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡۤا اَنَّمَا نُمۡلِىۡ لَهُمۡ خَيۡرٌ لِّاَنۡفُسِهِمۡ‌ؕ اِنَّمَا نُمۡلِىۡ لَهُمۡ لِيَزۡدَادُوۡۤا اِثۡمًا‌ۚ وَلَهُمۡ عَذَابٌ مُّهِيۡنٌ‏

“ Kâfirler kendilerine mühlet ve imkân vermemizi hayırlı sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları artsın diye mühlet ve imkân veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır” (Al-i İmran 178)

لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا فِى الۡبِلَادِؕ‏ مَتَاعٌ قَلِيۡلٌ ثُمَّ مَاۡوٰٮهُمۡ جَهَنَّمُ‌ؕ وَ بِئۡسَ الۡمِهَادُ‏

Kâfirlerin istedikleri gibi yaşayıp diyar diyar dolaşmaları seni aldatmasın )Bu ise azıcık bir tatma ve mefaattir, ondan sonra onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü bir karargahtır. (Al-i İmran 196-197)

“İman edip salih amel yapanları ise altından ırmaklar akan cennetlere göndereceğiz, orada ebediyen kalacaklar, onların tertemiz zevceleri vardır. Onları gölgeler altında yerleştireceğiz.”

İman edip salih amel edenler ise; Allaha, Kur’an’a, Kur’an’da geçen bütün gaip ile ilgili akitlere/haberlere, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Peygamberliğine, daha önceki Peygamberlere ve onlara indirilen Kitaplara, Ahiret’e, Kaza ve Kader’in Allah’tan olduğuna iman etmiş olup salih amel olan Allah’ın emirlerini yerine getiren ve nehyinden vazgeçenlerdir. İşte bunlar cennetliktirler.

İmanın gereği, Allah’ın emirlerine uymak ve nehiylerinden, yasaklarından uzak durmaktır. Aksi takdirde bir kimse “ben mü’minim, iman sahibiyim ve Müslümanım” der, ondan sonra da imanın gerektirdiği hususlara uymaz ise bu kimse ne kadar mü’mindir acaba? İşte bu kimse salih amel yapmadığı için Cehenneme girer, kâfirler gibi orada yanar ve mü’min olduğu için belli bir zaman sonra Cehennemden kurtulup Cennete girer. Fakat Cennette yüksek bir mertebede bulunmaz, bilakis Cennette düşük derecede ikamet eder. Bu nedenle imanın gereğini yapmak; Allah’ın emrini, farzlarını yerine getirmek, mendup ve sünnetleri yapmaya çalışmak, nehiylerinden ve haram kıldıklarından kaçınmak ve mekruhlardan da kaçınmaya çalışmaktır.  

İşte bu kimseler için Cennette en güzel şeyler hazırlandı. Nitekim birçok Ayet’te onlar için güzel yiyecekler ve içecekler, güzel elbiseler, altın takılar, güzel mesken ve döşekler hazırlandığı, orada ne kadar huzur ve mutluluk içinde yaşadıkları anlatılmıştır. Bu nimetler, insan aklı tarafından kavranması için dünyadaki güzel şeylere benzetilmektedir. Oysaki Cennetteki nimetler dünyadakilerden çok daha güzel olacaklardır.

وَبَشِّرِ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَ عَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ اَنَّ لَهُمۡ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ‌ؕ ڪُلَّمَا رُزِقُوۡا مِنۡهَا مِنۡ ثَمَرَةٍ رِّزۡقًا ‌ۙ قَالُوۡا هٰذَا الَّذِىۡ رُزِقۡنَا مِنۡ قَبۡلُ وَاُتُوۡا بِهٖ مُتَشَابِهًا ‌ؕ وَلَهُمۡ فِيۡهَآ اَزۡوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ ‌ۙ وَّهُمۡ فِيۡهَا خٰلِدُوۡنَ

“İman edip salih amel yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele. Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde, “Bu, daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur. Onlara orada taharetli ve tertemiz eşler vardır ve orada temelli kalırlar.” (Bakara 25)

 فَلَا تَعۡلَمُ نَفۡسٌ مَّاۤ اُخۡفِىَ لَهُمۡ مِّنۡ قُرَّةِ اَعۡيُنٍ‌ۚ جَزَآءًۢ بِمَا كَانُوۡا يَعۡمَلُوۡنَ

“Yaptıklarına karşılık ödül olarak onlara, göz kamaştıran neler gizlendiğini hiçbir kimse bilmez.” (Secde 17)

Dünyadaki mü’minlerin mü’min olan zevceleri, Cennette de zevceleri olurlar. Allah (c.c) şöyle buyurdu:

اِنَّ اَصۡحٰبَ الۡجَـنَّةِ الۡيَوۡمَ فِىۡ شُغُلٍ فٰكِهُوۡنَ‌ۚ‏ هُمۡ وَاَزۡوَاجُهُمۡ فِىۡ ظِلٰلٍ عَلَى الۡاَرَآٮِٕكِ مُتَّكِـــُٔوۡنَ‏  لَهُمۡ فِيۡهَا فَاكِهَةٌ وَّلَهُمۡ مَّا يَدَّعُوۡنَ‌

 “Şüphesiz ki, o gün (Kıyamet günü) Cennet sahipleri güzel şeyleri tatmakla meşguldürler. Onlar ve zevceleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar. Orada onlar için meyveler vardır ve canlarının istediği her şey onlarındır.” (Yasin 55-57)

Nitekim bu zevceler taharetlidirler (tertemizdirler). Doğum yapmazlar, hayızlık görmezler ve tuvalet ihtiyaçları da söz konusu değildir. O zevceler tertemiz, bembeyaz, saklanmış incilerdir. Kur’an’da bunların vasıfları birçok yerde anlatıldı.

Bu ayette kendi zevcelerinden söz edilmiştir. Dünyada salih amel yapan mümin eşler ahirette eşler olurlar.

جَنّٰتُ عَدۡنٍ يَّدۡخُلُوۡنَهَا وَمَنۡ صَلَحَ مِنۡ اٰبَآٮِٕهِمۡ وَاَزۡوَاجِهِمۡ وَذُرِّيّٰتِهِمۡ‌ وَالۡمَلٰٓٮِٕكَةُ يَدۡخُلُوۡنَ عَلَيۡهِمۡ مِّنۡ كُلِّ بَابٍ‌ۚ‏  سَلٰمٌ عَلَيۡكُمۡ بِمَا صَبَرۡتُمۡ‌ فَنِعۡمَ عُقۡبَى الدَّارِ

(salih amel yapan müminler) Adn cennetlerine girerler. Onlarla beraber salih amel yapan mümin babaları, eşleri ve zürriyetleri de girer. Melekler her kapıdan yanlarına girip sabrettiğinize karşılık size selam olsun, burası dünyanın ardından ne güzel bir sonuçtur”  (Ra’d 23-24)

İnsan dünyada iken sevdiği ne kadar güzel şeyler varsa, aynıları Cennette de vardır; ama bunlar daha güzeldir, daimidir ve hiç yorulmadan elde edilir. Dünyada bunları yaratan, elbette Cennette de yaratır. Nitekim bu, kendisine çok daha kolaydır. Biz yoktuk, Allah bizi yoktan var etti ve bu dünyaya getirdi. Dünyada ise güzel olan her şeyi bize hazırladığını gördük. Bunu yapabilen Allah (c.c), elbette ki bizi tekrar yaratmaya ve bize dünyadakinden daha güzel nimetler hazırlamaya muktedirdir. Bu, kesinlikle kendisine çok kolaydır. O, bir şeye sadece “ol!” der ve o şey de hemen oluverir. Nitekim O, yaratıcıdır; istediğini istediği anda yaratabilir.

Bu Akide/İman, Allah’ın emrine uymak, O’nun nehyinden vazgeçmek ve O’nun uğrunda fedakârlık yapmak için oldukça önemlidir. Aynı zamanda bu Akide, hem dünyada ve hem de Ahiret’te mutluluğu elde etmek için gereklidir. Bunu insanlara daima hatırlatmak gerekir. Bu nedenle Kur’an’ı sürekli anlayarak okumak, ona davet etmek ve ondan fışkıran imanî atmosfer içinde yaşamak gerekir. Onu uygulayan devleti olmalıdır. Onu kurmak en büyük farzdır  İşte ancak bu şekilde mü’min kimse izzetli, güçlü ve mutlu olur.