21 –

  • Emanetleri sahiplerine teslim etmek,
  • Emanete ihanet edenlerin geleceği
  • Allah’ın diniyle yönetme emaneti
  • Adaletle hükmetmek,
  • Adaletin manası
  • Yöneticinin zaaflığı
  • Allah’ın Tavsiyesi
  • Allah’ın sıfatlarını vurgulamasıdır

Emanet kime teslim edilir? İnsanlar arasında hükmedilirken ayırım yapılır mı? Adalet nedir ve nasıl gerçekleşir? Kime yönetim emaneti teslim edilir? Yöneticinin zaaflık sıfatları nedir? Allah’ın tavsiyesi ne demek? Niye hemen hemen her ayette bir iki sıfatını vurguluyor?

 اِنَّ اللّٰهَ يَاۡمُرُكُمۡ اَنۡ تُؤَدُّوا الۡاَمٰنٰتِ اِلٰٓى اَهۡلِهَا ۙ وَاِذَا حَكَمۡتُمۡ بَيۡنَ النَّاسِ اَنۡ تَحۡكُمُوۡا بِالۡعَدۡلِ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمۡ بِهٖ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَمِيۡعًۢا بَصِيۡرًا‏

“Şüphesiz ki Allah size, emanetleri sahiplerine eda etmenizi emrediyor. İnsanlar arasında hükmederseniz adaletle hükmetmenizi de emrediyor. İşte Allah’ın size tavsiyesi ne kadar güzeldir. Muhakkak ki Allah işiten ve görendir” (58)

Allah (c.c) bu Ayette, Müslümanların ellerinde bulunan emanetlerin sahiplerine eda edilmesini farz kıldı. Emanete ihanet etmeyi de büyük bir suç olarak gösterdi.

Ayette تُؤَدُّوا “eda etmeniz” kelimesi kapsamlıdır. Eda etmek bir şeyi, bir görevi, bir ameli olduğu gibi veya uygun şekilde yerine getirmektir. Normal emanetleri de kimden alınmışsa sahiplerine iade etmeyi kapsar. Yönetim emanetini eda etmeyi de kapsıyor. Yöneticinin güttüğü insanlara ihanet etmeden doğru fikirle ve en uygun şekilde onların işlerini yürütmesidir.

Mekke’nin fethinden sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘in amcası Abbas, Kâbe’nin işlerine bakmak ve hacılara su vermek üzere Kâbe’nin anahtarının kendisine verilmesini istedi. Fakat bu anahtar, daha önce Osman bin Talha’nın elindeydi -ki, kendisi daha önce Müslüman değildi-. Abbas (r.a), Kâbe’yi açmak için anahtarı ondan istemişti. Anahtarı alınca Kâbe’nin içinden Makam-ı İbrahimi çıkartıp temizledi ve Kâbe’nin yanında koydu. Daha sonra Osman bin Talha, Abbas ile çekişerek anahtarın kendisine teslim edilmesini istedi. Daha sonra meseleyi Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e götürüp anahtarın tekrar kendisine teslim edilmesini istedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem anahtarı ona teslim etti. Bunun üzerine bu Ayet nazil oldu (İbniMerdeveyh).

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem kendi amcasını bu kişiye tercih etmeyip emaneti sahibine iade etti. Bu sebeple Müslüman hak, hukuk ve emanet hususunda en yakın akrabasını dahi emanetin asıl sahibine tercih edemez. Bilakis emanet kime aitse ona verilir.

Osman bin Talha’nın vefatından sonra bu anahtar Şeybe bin Osman’ın eline geçecektir. Oysa bu kişi Mekke fethinde Müslüman değildi ve ayrıca Huneyn savaşında iken bir hile düşünmüş ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’i öldürmeye kalkışmıştı. Şeybe, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e kılıcını indirmeye çalışırken büyük bir ateş gördü ve bu ateşten yüzünü korumaya çalışırken Resulullah onu görüp yanına çağırdı, göğsünü sildi ve şeytandan korunması için Allah’a dua etti. Ondan sonra Şeybe için en sevgili insan, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem oldu ve daha sonra sürekli onu korumak için savaştı (el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe).

Emanet kâfire bile ait olsa mutlaka ona iade edilmelidir. Nitekim Ayet’te, kime ait olursa olsun emanetlerin mutlaka sahiplerine iade edilmesi kast edildi.

Emanet, mal, mülk, eşya ve para olabileceği gibi, kadın, aile, ailevi sır ve çocukları korumak da olabilir. Ayrıca emanet, bir sır veya yönetim de olabilir. Bunların yanı sıra din mükellefiyeti, Kur’an, Allah’a kulluk etmek ve şeri hükümleri yerine getirmek de birer emanettir. Borç ve rehin de, bir emanet olarak sayıldı, o da sahiplerine verilmelidir. Allah (c.c) şöyle buyurdu:

وَاِنۡ كُنۡتُمۡ عَلٰى سَفَرٍ وَّلَمۡ تَجِدُوۡا كَاتِبًا فَرِهٰنٌ مَّقۡبُوۡضَةٌ ‌ ؕ فَاِنۡ اَمِنَ بَعۡضُكُمۡ بَعۡضًا فَلۡيُؤَدِّ الَّذِى اؤۡتُمِنَ اَمَانَـتَهٗ وَلۡيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهٗ‌ؕ وَلَا تَكۡتُمُوا الشَّهَادَةَ ‌ ؕ وَمَنۡ يَّكۡتُمۡهَا فَاِنَّهٗۤ اٰثِمٌ قَلۡبُهٗ‌ؕ وَ اللّٰهُ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ عَلِيۡمٌ‏

 “Eğer yolculukta iseniz ve borcu yazacak bir kâtip bulamazsanız, borca karşı bir rehin teslim etmeniz kâfi gelir. Eğer birbirilerinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emanetini ödesin. Şahitliği gizlemeyin. Kim bunu gizlerse o mutlaka günah işlemiş olur. Allah yaptıklarınızın tamamını bilir.” (Bakara: 283).

Allah (c.c) felaha kavuşup cennete girenlerin sıfatlarını sayarken şöyle buyurdu:

وَالَّذِيۡنَ هُمۡ لِاَمٰنٰتِهِمۡ وَعَهۡدِهِمۡ رَاعُوۡنَ

“Onlar emanetlerine ve ahitlerine (verdikleri söz ve yaptıkları sözleşmeye) riayet ederler (muhafaza edip hakkını eda ederler, sahiplerine iade ederler).” (Mü’minun: 8).

Bu Ayet’te her türlü emanet kastedildi. Bu yüzden hiçbir emanete ihanet edilmez.

Allah (c.c) şöyle buyurdu:

“اِنَّا عَرَضۡنَا الۡاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِ وَالۡجِبَالِ فَاَبَيۡنَ اَنۡ يَّحۡمِلۡنَهَا وَاَشۡفَقۡنَ مِنۡهَا وَ حَمَلَهَا الۡاِنۡسَانُؕ اِنَّهٗ كَانَ ظَلُوۡمًا جَهُوۡلًا”

 “Biz emaneti göklere ve yere arz ettik (sunduk), onlar onu taşımayı reddettiler ve kaldıramayacaklarından korktular. Fakat insan onu taşıdı. Muhakkak ki insan kendine zulmeden ve cahil olandır.” (Ahzab: 72).

İnsan emanetin kıymetini, önemini ve ne kadar olduğunu  bilmelidir. Buradaki emanet ise, Allah’ın dinini taşımak, hâkim kılmak, buna davet etmek, mükellefiyetlerini yerine getirmek, emir ve nehiylerine riayet etmektir. Nitekim insan bu emaneti ve mesuliyeti taşımayı kabul etti. Bu nedenle Allah ona akıl verdi. Göklere, yıldızlara, yeryüzüne, taşlara ve hayvanlara akıl vermedi. İnsanın aklı olması hasebiyle onun iradesi de olur. Dolayısıyla bu emaneti (Allah’ın dinini) taşıyabilir. Bunu taşımak zor bir şey değildir. Zira Allah (c.c) insanın taşıyabileceği kadar onu mükellef kılacağını bildirdi. Allah (c.c) şöyle buyurdu:

‎ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفۡسًا اِلَّا وُسۡعَهَا ‌ؕ

“Allah hiçbir kimseye gücünün dışında bir şey yüklemez.” (Bakara: 286).

Allah (c.c) bu emaneti insanlara tebliğ etmek üzere Peygamberleri gönderdi. Bir kısım insanlar mü’min olup bu emaneti taşıdılar. Bundan dolayı da o mü’minlerin ödülü pek büyüktür; Allah’ın rızasını kazanacak ve cennette gireceklerdir. Fakat diğer bir kısım insanlar da kâfir oldular ve bu nedenle de cehennemi hak etmiş oldular.

Allah’ın bizlere yüklediği mükellefiyetlere bakıldığı zaman, insanın bunları taşıyabileceği görülür. Nitekim bir kısım insanlar zalim ve cahil olur; bunlar inanmak istemeyip, heva ve heveslerine uymak istiyorlar. İşte bunlar hem kâfir ve hem de zalimdirler. Çünkü bunlar emanete ihanet etmiş oldular, böylece ağır bir ceza olarak cehennemi hak etmişlerdir. Onlar orada ebediyen kalırlar.

Bir kısım insanlar da inanırlar ama heva ve hevesleri daha ağır gelir ve böylece inandıkları halde şer’i hükümlere bağlılık göstermemişler. İşte bu insanlar da fasık ve zalimdirler. Bu nedenle bu kimseler ağır cezayı hak etmiş olurlar. Fakat inandıklarından dolayı cehennemde ebediyen kalmazlar.

Kadınlar da erkeklerin ellerinde emanettirler. Onların emanet olduklarına dair Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” اتقوا الله في النساء فإنكم أخذتموهن بأمانة الله” (مسلم)

“Kadınlar konusunda Allah’tan sakının. Onları Allah’ın emanıyla bir emanet olarak aldınız (onlarla evlendiniz).” (Müslim).

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yine şöyle buyurdu:

” إن من أعظم الأمانة عند الله يوم القيامة، الرجل يفضي إلى امرأته، وتفضي إليه، ثم ينشرها” (مسلم) 

 “Şüphesiz ki kıyamet günü Allah katında, emanete yapılan en büyük ihanet, bir adamın karısına her şeyi, kadının da kocasına her şeyi göstermesinden sonra (cima gibi aralarında olup bitenleri) sırlarını başkalarına ifşa etmeleridir.” (Müslim).

İşte İslâm, kadınların, erkeklerin boynunda bir emanet olduklarını göstererek, onlarla ilgili Allah’ın emri neyse onu yapmalarını, onlara bakmalarını, marufa göre (çevresinde bilindiği gibi) maişetlerini, yiyecek, giyecek, mesken ve kadın olma itibarıyla süslenmek gibi kendilerine lazım olan hususları temin etmelerini erkeğin sorumlulukları olarak belirledi. Ayrıca erkek, kadının sırlarını da korumalıdır; hiçbir ayıbını ifşa etmemelidir. Kadın da kocasının sırlarını ve ırzını korumalıdır; hiçbir ayıbını ifşa etmemelidir. Kocasının haklarını eda etmelidir; onun yemeğini ve içeceğini hazırlar, elbisesini temizler, yatağını ve kendini ona hazırlar ve çağrısına icabet eder. Hiçbir şekilde ona ihanet etmez. Bununla ilgili bir hayli Ayet ve Hadisler vardır. Kadın ile erkek arasında ilişkileri düzenleyen, Takiyuddin en-Nebhani’nin yazdığı İçtimai Nizam kitabında da belirgin şekilde gösterildi. Ayrıca fıkıh kitaplarında da geniş bir şekilde izah edildi.  

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” آية المنافق ثلاث: إذا حدث كذب، وإذا وعد أخلف، وإذا اؤتمن خان”. (البخاري ومسلم)

“Münafıkların alametleri üçtür: bir şey anlatırsa yalan söyler, söz verirse onu yerine getirmez ve kendisine verilen emanete ihanet eder. (Buhari ve Müslim)

Burada herhangi bir emanetten söz edilmektedir. Yani lafız, geneldir. Bunun kayıtları, sınırları yoktur.

Allah (c.c) şöyle buyurdu:

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَخُوۡنُوا اللّٰهَ وَالرَّسُوۡلَ وَتَخُوۡنُوۡۤا اَمٰنٰتِكُمۡ وَاَنۡـتُمۡ تَعۡلَمُوۡنَ‏

 “Ey İman edenler! Allah’a ve Resulü’ne ihanet etmeyin. Bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.” (Enfal: 27).

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ahitlerine ihanet eden Kureyza oğullarına Ebu Lubabe’yi gönderdi. Ebu Lubabe kendi boynuna işaret ederek onların kesileceklerini ima etmiş oldu. Ebu Lubabe bir sırrı ifşa ettiğini daha sonra fark etti. Bu sır ise bir emanettir. Bunun üzerine bu Ayet nazil oldu (Ezheri ve İbni İshak). Rivayetin devamı ise şöyledir: Ebu Lubabe bunu fark edince kendini bir ağaca bağladı ve “Resulullah beni çözünceye kadar öyle kalacağım, ne yemek yiyeceğim ne de bir şey içeceğim.” Yedi gün böyle kaldı. Daha sonra Allah’ın tövbesini kabul ettiğine dair Ayet indi ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onu çözdü. Ebu Lubabe dedi ki “günah işlediğim evi terk edeceğim ve bütün malımı dağıtacağım ki tövbe etmiş olayım.” Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem “malının üçte birisini sadaka olarak ver, bu kâfidir.” dedi. İşte emanetin ehemmiyetinin ne kadar büyük olduğunu ilk Müslümanlar bu şekilde idrak ediyorlardı.

Nitekim Allah’a ve Resulü’ne itaat, en büyük emanettir. Bunun manası; Kur’an’ı ve Sünnet’i uygulamaktır. Oysa şimdiki yöneticiler ne kadar da hainlik yapıyorlar?! Her an öleceklerini, kıyamet gününde ellerindeki yönetim emanetinden sorulacaklarını ve ağır bir hesaba çekileceklerini hiç düşünmüyorlar mı?! Nitekim kıyamet gününde her hain için bir bayrak dikilecektir. Her hainin bayrağı, ihaneti kadar yükselecek ve yöneticilerin bayrakları da en yüksekte olacaktır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” لكل غادر لواء يوم القيامة يرفع له بقدر غدره. ألا ولا غادر أعظم غدرا من أمير عامة”

“Gaddar (aldatan) ahdine vefâsızlık eden herkes için kıyamet günü bir bayrak dikilip bu falanın vefâsızlık alâmetidir diye ilân olunacaktır. Şu var ki en büyük gaddar ise umumu ahaline (millete) ihanet eden emirdir ” (Müslim).

Keşke bugünkü yöneticiler Ebu Lubabe gibi olsalar, hemen tövbe etseler ve kendi kendilerini ağaçlara bağlayıp Ümmet’e şöyle deseler: “Biz Allah’a, Resulü’ne, size ve emanete ihanet ettik. Emaneti tekrar size iade ediyoruz. Bizim yerimize Allah’ın kitabını ve Resulü’nün Sünnetini uygulayacak ehil olan bir halife seçin ve ona biat edin.”

Müslüman, her halükârda adaletli olmalıdır. Hak-hukukta, emanetlerde ve her çekişmede adaletle ve insafla davranıp hükmetmelidir. Yönetim işlerinde ve Ümmetin efradı arasında halife ve diğer yöneticiler; hâkimler arasında hâkim; kavga eden ve birbiriyle çekişenler arasında hakemlik yapan kimse; hak ile batıl, doğru ile yanlış birbirinden ayırma işinde bulunan; birkaç kadınla evli olan erkek; çocukları arasında baba ve anne; işçileri arasında ve işyerinde iş sahibi; kendi öğrencileri arasında öğretmen ve nerede olursa olsun, kimden sorumlu olursa olsun sorumlular, sorumlu oldukları kimseler arasında adaletli davranmalıdırlar. Hiçbir şekilde adaletsizlik yapmamalıdırlar.

Nitekim en kötü şey, zulümdür. Ayrıca Allah’ın hükmünü ve ona göre çıkartılan kanunları terk edip beşerin, insanın çıkarttığı kanunlara göre hüküm ve karar vermek ise en büyük zulümdür.

Zira Allah bunları birer zalim olarak vasıflandırarak şöyle buyurdu:

وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ‏   

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.” (Maide: 45).

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” القضاة ثلاثة: اثنان في النار وواحد في الجنة. رجل عرف الحق فقضى به فهو في الجنة، ورجل عرف الحق فلم يقض به وجار في الحكم فهو في النار، ورجل لم يعرف الحق فقضى للناس على جهل فهو في النار” (أبو داود، النسائي، الترمذي، إبن ماجه)

“Kadılar (hâkimler) üç çeşittir: Biri cennette ve ikisi cehennemdedir. Onlardan birisi hakkı bildi ve onunla hükmetmiştir; o ise cennettedir. Diğeri de hakkı bildi fakat ona göre hükmetmemiştir; bu ise cehennemdedir. Ötekisi de hakkı bilmeden insanlar arasında cahilce hükmetmiştir; bu da cehennemdedir.” (Ebu Davut, Nesai, Tirmizi, İbni Mace)  

İşte adaletin temel şartları Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek ve hakka göre kimin haklı, kimin haksız olduğunu birbirinden ayırmaktır. Her kim Allah’ın hükmü dışında hüküm verirse, o kimse zalim olur. Ayrıca hükmedecek kişi, iki tarafa da aynı gözle bakmalı, aynı hitapla hitap etmeli ve herkesin getirdiği delil ve belgeye bakıp bütün şahitleri dinlemelidir.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Ali’ye (r.a) şöyle dedi:

” إذا تقاضى إليك رجلان فلا تقض للأول حتى تسمع كلام الآخر، فسوف تدري كيف تقضي” (الترمذي)

 “İki adam sana muhakeme olunmak için gelirlerse hiçbirine hüküm verme; ta ki ikisini dinleyene kadar. O zaman (ikisini dinledikten sonra) nasıl hüküm vereceğini bilirsin”. (Tirmizi).

Ayet’te “insanlar arasında hükmederseniz, adaletle hükmedin” denilmektedir. Burada Müslim ile gayrimüslim arasında bile olsa adaletle hükmedilmelidir. Bu hususta insanlar arasında hiçbir fark yoktur. Müslüman kâfire tercih edilmez. Zira kim haklı ise ona hak verilir.

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا كُوۡنُوۡا قَوَّامِيۡنَ بِالۡقِسۡطِ شُهَدَآءَ لِلّٰهِ وَلَوۡ عَلٰٓى اَنۡفُسِكُمۡ اَوِ الۡوَالِدَيۡنِ وَالۡاَقۡرَبِيۡنَ‌ ؕ اِنۡ يَّكُنۡ غَنِيًّا اَوۡ فَقِيۡرًا فَاللّٰهُ اَوۡلٰى بِهِمَا‌ فَلَا تَتَّبِعُوا الۡهَوٰٓى اَنۡ تَعۡدِلُوۡا ‌ۚ وَاِنۡ تَلۡوٗۤا اَوۡ تُعۡرِضُوۡا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ خَبِيۡرًا‏

 “Ey iman edenler! Adaletle hükmeden ve Allah için şahitlik yapan kimseler olun. Şahitliğiniz kendi aleyhinize veya ebeveyn ve çocuklarınız veyahut akrabalarınız aleyhine olsa bile, zengin olsun fakir olsun doğru şahitlik edin. Allah bunlardan daha önce gelir. Adaletten saparak hevâ ve hevese uymayın. Eğer bundan (adalet ve hakkı söylemekten) kaçarsanız veya yüz çevirirseniz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa: 135).    

Bir Bedevi Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in yanına gelip şöyle sordu: “Kıyamet günü ne zamandır?

Resulullah  Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

‎” إذا ضيعت الأمانة فانتظر الساعة” 

“Eğer emanet kayba uğratılırsa kıyameti bekle.”

Bu adam yine sordu:

“Emanet nasıl kayba uğratılır?”

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” إذا وسد الأمر إلى غير أهله فانتظر الساعة”. (البخاري)

 “ Eğer emir (yönetim), ehil olmayana verilirse kıyameti bekle.” (Buhari).

Ebu Zer (r.a) şöyle rivayet etti: “Dedim ki Ey Resulullah bana bir görev vermez misin? Resulullah benim omuzuma vurarak şöyle dedi:

” يا أبا ذر، إنك ضعيف، وإنها أمانة، وإنها يوم القيامة خزي وندامة، إلا من أخذها بحقها، وأدى الذي عليه فيها” (مسلم)

 “Ey Ebu Zer! Şüphesiz ki sen zayıf bir adamsın, bu (yönetim) ise bir emanettir; kıyamet günü, rezillik ve pişmanlıktır. Ancak kim bunu hakkıyla alıp onunla ilgili kendi üzerindeki gerekli olan vecibeleri eda ederse müstesnadır.” (Müslim).

Nitekim Ebu Zer (r.a) fevri hareketlerde bulunuyordu. Resulullah’ın zikrettiği zayıflığı da bu olsa gerek.

İşte görüldüğü üzere yönetim, insanları yönetmek ve işlerini yürütmek, büyük bir emanettir. Ancak bunu kaldırabilecek kimse buna kendi adaylığını koysun. Şayet bir kimse zayıf ise kendi adaylığını koymasın.

Zaaflık alametleri şu hususlarda görülür:

1- İrade zaaflığı: Herkese sözünü geçirememek ve emrini infaz ettirememektir.

2- Direnmemek: Diğerlerinim direnişlerine karşı direnmemek ve onlara boyun eğmektir.

3- Acizlik: Diğerlerinin kendisine musallat olması, onların etkisi altında kalması ve kararını onlara kabul ettirememesidir. Yani baskı altında kalmaktır.

4- Duygusallık: Duygulandırılırsa etkilenir, şefkat gösterip fikrinden vazgeçer. Duygusu aklına galip gelir; duygularını fikre ve akla göre yürütemez.  Bu şekilde tuzağa düşürülebilir.  

5- Çabucak infiale kapılıp heyecanlanmak, ansızın sinirlenmek, fevri olmak veya fevri hareketler yapmaktır: İnsan sinirlenirse gerçeği fark edemez ve doğru bir görüş ortaya koyamaz.  Oysa doğru karar almak için insan sakin olmalıdır. Etraflıca araştırarak derin düşünmeli, gerekirse uzmanlara sormalı ve akil insanlara danışmalıdır.

6- Sefih olmasıdır: Beyinsiz, aklı kıt, hesap-kitap bilmeyen kimseye sefih denilir. Bu kişi malında herhangi bir tasarruftan men edilir. Böyle kimseler idareyi ve yönetimi bilmezler; işi dağıtır, karıştırır ve tam yapamazlar Meseleye nasıl yaklaşacağını, nereden geleceğini ve onu nasıl düzenleyeceğini bilemezler. İşin akıbeti ve sonuçlarını da düşünemezler.

7- Kararlı ve sabırlı olmamasıdır: Tereddüt etmek, kestirememek, kararı yerine getirinceye kadar sabretmemek, doğru ortaya çıktığı halde mevcut yanlış karar üzerinde ısrarlı kalmak, zaaflıktır. Ancak kararın doğru olmadığı keşfedilirse veya gösterilirse, ondan vazgeçip doğruyu tercih etmek, zaaflık değildir.

8- Bir kimsenin, kendisinden sorumlu olanın karar ve görüşlerine uyması, zaaflık değildir. Zira asıl sorumlu odur. Ona itaat etmelidir. Ayrıca her sorumlunun belli sınırları vardır, eğer bu sınırları geçerse ve diğerleri onu düzeltmek için kendisine doğruyu gösterirse haddini bilmeli ve doğruyu kabul etmelidir. Ayet-i Kerime’ye, kuvvetli Hadis-i Şerif’e, Nizamname’ye veya idari kanuna aykırı davranan yöneticiyi düzeltmek gerekir. Şayet bu yönetici hakka uyarsa, bu onun zaaflığı değil kuvvetliliğine delalettir.

Bir kimsede bu hususlar veya bunlardan bir kısmı görülürse, bu, onun zaaflığına delalet eder.

Ayet’te; “İşte Allah’ın size tavsiyesi ne kadar güzeldir” diye geçmektedir. Tavsiye ise bir emirdir. Bunun karinesine, onunla ilgili bağlantıya bakılır; eğer kesinse, o tavsiye bir farz olur, fakat kesin olmayıp övme varsa, o tavsiye mendup veya Sünnet sayılır. Bu konuyla ilgili karine, başka Ayetler’de de bulunur.

Nitekim Allah’ın tavsiyesi, O’nun emridir. Allah’ın tavsiyesi basit bir şey değildir; hafife alınamaz. Allah (Azze ve Celle), düşük bir şey gösterse de, gösterdiği şey pek değerlidir ve kesinlikle ciddiye alınmalıdır. Zira O, insanlara şefkat göstererek bu kelimeyi kullanır. O’nun tavsiyesi ne kadar güzeldir. O’nun emri değerlidir, doğru ve isabetlidir. Buradaki tavsiye, kesin şekilde geçti. Çünkü karinesi veya bağlantısı bunu gösterir. Zira Allah birçok Ayet’te zulmü haram kıldı, zalimleri de büyük bir azapla tehdit etti; onların cehennemlik olduklarını gösterdi. Emanete sahip çıkıp muhafaza etmeyi ise kesin ifadelerle övdü ve yine, emanete ihanet edenleri de ağır bir azapla tehdit etti. Bu nedenle buradaki Allah’ın tavsiyesi, kesin bir emirdir. Buna göre emaneti korumak, sahiplerine vermek ve adaletle hükmetmek farzdır.

Ayet’te “Muhakkak Allah işiten ve görendir” şeklinde geçmektedir:

Allah (c.c) hemen hemen her Ayet’te, bir emir vermesinin veya bir şeyden nehyetmesinin yanında, kendi sıfatlarından da birkaç sıfat gösterir. Bu Ayet’te de, kendisinin işiten ve gören olduğuna dair sıfatlarını göstermiştir. Burada Allah, bir kimsenin emaneti sahibine iade edip etmediğini ve adaleti uygulayıp uygulamadığını hatırlatıyor. İnsanlar “Allah sadece emir veriyor, ondan sonra işi takip etmiyor, emrine muhalefet edenleri de görmüyor ve işitmiyor” diye zannetmesinler ve böylece O’ndan korkup emrini yerine getirsinler diye kendi sıfatlarından bahsetmektedir. Buna inanan Müslümanlar haram işlememek için çalışırlar. Kâfirler ise inanmadıkları için hep günah işlerler. Sadece kendilerini somut şekilde kontrol edenlerden korkarlar.

Bu nedenle İslâmî Hilâfet Devleti’nde Müslümanlar devletin cezasından dolayı değil Allah’ın azabından korktukları için kanunları uygularlar. Kâfirler, münafıklar, facirler ve fasıklar ise sadece devletin kanunlarından korkarlar. Devlet görmediği takdirde, gizlice her günahı işlerler. Devletin benimsediği şer’i hükümlere de muhalefet ederler.