– 26 –

Bu ayetlerde şu hakikatleri açıklarız ve aşağıdaki sorulara cevap veririz:

  • Tedbir almanın manası
  • Tevekkülün ehemmiyeti
  • Cihad farzı
  • Öğrenmekten maksat
  • Güvenilir dava adamı
  • Acelele hareket etmek
  • Ağırdan almak
  • Geri kalmak

 Tedbir almak ve dikkatli olmanın hükmü nedir? Tedbir almak ve tevekkül etmek farz mıdır? Tedbir almak ile tevekkül nasıl bir arada getirilir? Cihad kime farz olur? Allah (c.c.) bu ayetlerde kimi uyarıyor? Allah’ın emrini yerine getirmek için acele mi hareket edilir yoksa yavaş yavaş hareket edilebilir mi? Dini öğrenmekten maksat nedir? Hangi kişiye güvenilip dava adamı olur?

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا خُذُوۡا حِذۡرَكُمۡ فَانْفِرُوۡا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوۡا جَمِيۡعًا‏  وَاِنَّ مِنۡكُمۡ لَمَنۡ لَّيُبَطِّئَنَّ‌ۚ فَاِنۡ اَصَابَتۡكُمۡ مُّصِيۡبَةٌ قَالَ قَدۡ اَنۡعَمَ اللّٰهُ عَلَىَّ اِذۡ لَمۡ اَكُنۡ مَّعَهُمۡ شَهِيۡدًا‏ وَلَٮِٕنۡ اَصَابَكُمۡ فَضۡلٌ مِّنَ اللّٰهِ لَيَـقُوۡلَنَّ كَاَنۡ لَّمۡ تَكُنۡۢ بَيۡنَكُمۡ وَبَيۡنَهٗ مَوَدَّةٌ يّٰلَيۡتَنِىۡ كُنۡتُ مَعَهُمۡ فَاَفُوۡزَ فَوۡزًا عَظِيۡمًا‏

  “Ey iman edenler! Dikkatli olup tedbirinizi alın ve cihada ayrı ayrı bölükler halinde çıkın yahut (gerektiğinde) hep birlikte çıkın. İçinizden bazıları vardır ki! ağırdan alır, geri kalırlar. Eğer başınıza bir musibet dokunursa şöyle derler: Allah’ın bana verdiği nimetten dolayı onlarla beraber bulunmadım. (Yoksa başıma aynı musibet gelecekti) Eğer Allah’tan size bir lütuf erişirse sanki sizinle onun arasında bir yakınlık olmamış gibi şöyle derler: “keşke onlarla beraber olup ben de büyük bir kazanç elde etseydim”. (Nisa 71-73)

   Birçok ayette Allah (c.c.) kendisine tevekkül etmeyi, dayanmayı ve güvenmeyi farz kılmıştır. Bunun manası Müslümanın arkasında Allah’ın gücünün varlığıdır ve bu güç kendisini destekliyor, yardım ediyor, düşmanın kalbine korku salıyor, düşmanların arasını bozuyor, onların saflarını dağıtıyor, onlara göklerdeki ve yerdeki askerleri musallat kılıyor. Bu tevekkül ve Allah (c.c.)’ya olan güven müminde manevi gücü artıyor, düşmana karşı mukavemet edebilme ve taarruz için imkân sağlıyor, Allah (c.c.)’nin kendisine yardım edeceğine ve nusret vereceğine güveniyor.

   Mamafih Müslümanların, düşmanlarına karşı uyanık ve dikkatli olmaları, onlardan kendilerine zarar gelmemesi için her türlü tedbiri almaları gerekmektedir. Müslümanlar gaflete düşerler ve ihmalkârlık gösterirler ise “düşman fırsat kollar ve ilk fırsatta saldırıya geçer. Bu nedenle Allah (c.c.) tedbir almayı, hazırlıklı olmayı ve dikkatli olmayı birçok ayette pekiştiriyor. Nisa suresinin ilerleyen ayetlerine baktığımızda (Nisa 102.) Ayette “savaşta namaz kılma” yöntemi ile tedbir meselesi açık bir şekilde görülmektedir. “İmam’ın savaşta namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı imam ile beraber namaza dururlar, silâhlarını da yanlarına alırlar, bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkada beklerler, sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelir, imam ile beraber kılarlar ve ihtiyatlı bulunurlar ve silâhlarını yanlarına alırlar, bununla beraber ihtiyatı elden bırakmazlar” Bu ayette de tedbirinizi alın, dikkatli olun uyarısının iki defa tekrarlandığını görüyoruz.

    Bir diğer sûre’de Allah (c.c.) Müslümanlara “Düşmanın anlaşmayı bozacağını hissettiğiniz zaman onlarla yaptığınız anlaşmayı hemen bozun buyurmuştur”(Enfal 58.)

Ve akabinde Müslümanlara: Düşmanı korkutacak gücün hazırlanmasını farz kılıyor. (Enfal 60.)   

    “Tedbir almanın manası, düşmanı korkutacak silahı ve gücü hazırlamak, onu tuzağa düşürüp yenmek için plan çizmektir. Kısaca bir farzı yerine getirmek için, haram bir vesileye başvurmaksızın, ne gerekiyor ise onu yapmaktır.

    Allah’a tevekkül ile tedbir almak arasında herhangi bir çelişki yoktur. İki farzında yerine getirilmesi gerekir. Bu nedenle Allah (c.c.) müminlere şöyle hitap etti: “Dikkatli olup tedbirinizi alın ve cihada ayrı ayrı bölükler halinde çıkın veyahut (gerektiğinde) hep birlikte çıkın.  Burada cihadın bütün Müslümanlara farz olduğunu gösteriyor bu “genel hükümdür” Cihad’ı herkese farz göstermektedir. Bittabi düşman memlekete girer ise herkes derhal düşmana karşı koyup savaşmalıdır. Bu ayet bu hükmü göstermektedir. Düşman Müslüman bir beldeye saldırır ise erkek, kadın veya çocuk fark etmeksizin savunmak ve düşmanı defetmek için harekete geçmeleri gerekmektedir. “Cihad işlerini ise ancak Halife düzenler ve yürütür” Bu nedenle Hilafet devletini kurmak farz olmaktadır. Müslümanlar “Hilafet Devletini” kurmaya çalışırlar iken, bu esnada düşman, Müslüman memleketlerine saldırır ise onu defedip kovmak Müslümanlara farzdır.

     Hassaten mesele düşmanın diyarını fethetme meselesi olunca Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Tebük savaşında herkesi çağırdı, ancak bazı kimselerin kalmasına izin verdi. Allah (c.c.) bütün Müslümanların gitmesinin doğru olmadığını gösterdi. “Ancak onlardan bir kısım cihada gider” buyurdu. Bunun manası ise Cihad farz-ı kifayedir. Bir kısım onu yerine getirirse diğerlerinden sorumluluk düşer.

     Allah Subhanehû ve Teâlâ “Müminlerin hepsinin Cihad’a gitmesi uygun değildir bir grup gidip Cihad eder, diğerleri ise Rasûlullah’ın yanında kalıp dini kavramaya çalışırlar, kardeşleri Cihad’dan dönünce öğrendiklerini kardeşlerine öğretsinler. Umulur ki Allah’ın azabından sakınırlar” ( Tevbe 122) buyurdu. Bu ayette herkesin cihada gitmemesini emredip, önceki ayete tahsis getiriyor. Aynı anda herkesin dinini öğrenmesi ve kavraması gerektiğini vurguluyor. Bu öğrenmekten maksat ise takvalı olmak, Allah’ın azabından sakınmak ve onun rızasını kazanmaktır. Müslümanlar Allah’ın rızasını gaye edinerek, uygulamak maksadıyla dini (İslam’ı) öğrenirler. “Sadece öğrenmek” ile sınırlı kalmamaları gerektiğini gösterirken, bu ayette öğrenmenin gayesini de göstermektedir. Son yüzyılda birçok kimse sadece öğrenmek, bilgili olmak veya diploma sahibi olmak için şer’i ilmi tahsil etmeye başladı. Bu ise doğru olmayan bir durumdur. Allah (c.c.) böyle kişilere öğrendiklerini uygulamadıkları gibi, diğer insanları da bunu uygulamaya davet etmezler ise daha fazla azap verecektir.

  Allah (c.c.) söyleyip yapmayan kimselerinden de nefret ettiğini bildirdi:“Ey iman edenler! yapmayacağınız şeyleri ne diye söylüyorsunuz? Sizin tarafınızdan söylenip de yapılmaması Allah katında en nefret edilen şeylerdendir. Şüphesiz Allah kendi yolunda “tuğlaları birbirine kenetlenmiş binalar” gibi saf halinde savaşanları seviyor”(Saf 2-4) Allah’ın istediği “kendi ahkâmından Müslümanın öğrendiğini ve söylediğini uygulamasıdır, bunu da farz kılıyor. Zira Allah (c.c.) söyleyip yapmamayı en nefret ettiği şeylerden olarak saydı. (Cuma 5.) Ayette “Tevrat ile yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumunu “kitap yüklü eşeklere” benzetti. Kitabı öğrendiler ama taşımadılar, yani uygulamadılar diğerlerini uygulamaya da davet etmediler. Onları “zalim” olarak saydı ve bunu Müslümanlara bir mesaj olarak veriyor, onlar gibi olmayın diye ikaz ediyor: “Kuran’ı öğrenip uygulamazsanız ve diğerlerini uygulamaya çağırmazsanız onlar gibi olursunuz.   

  Allah (c.c.) Müslümanların düşmana karşı daimî olarak tedbirli, dikkatli, uyanık ve hazırlıklı olmalarını farz kıldı. Bilhassa daveti yüklenmede böyle olması gerekir. Zira İslam’ın hâkimiyetini gerçekleştirmek ve İslam’a davet etmek farzdır. Mütemadiyen hayatın her alanında Müslüman tedbirli, hazırlıklı ve dikkatli olmalı, işini sağlam yapmalıdır, fakat haramlardan kaçınmalıdır. Gayesini gerçekleştirmek için haram bir vesileye başvuramaz, bu ancak kâfirlerin işidir. Binaenaleyh onlara karşı dikkatli ve tedbirli olmalılar, zira onlar her kötü işi yapar ve hileye başvurabilirler. Kâfirler Müslümanları gafil yakalarlar, zayıf görürler ise veyahut kendilerine karşı yumuşadıklarını hissederler ise hemen saldırıya geçerler.

   Allah (c.c.)’nin belirttiği gibi: “Kâfirler müminlere karşı fırsat bulurlarsa veya galip gelirlerse yaptıkları ahdi ve verdikleri sözü bozarlar, akrabalığı da tanımazlar, acımazlar ve haksızca saldırırlar”. (Tevbe 8-10.)  Bunu her yerde Müslümanlara yapıyorlar ve nasıl yaptıklarını, saldırdıklarını görüyoruz, ahitleri bozuyorlar, Müslümanların kendilerine yaptıkları iyilikleri unutuyorlar. Müslümanlar Endülüs ve Osmanlı dönemlerinde Yahudilere ne kadar iyilik yapmışlarsa da Yahudiler bunlara aldırış etmeden, daha önce kendilerini kesen, katleden, Batılılara uydular ve Filistin’i gasp ettiler, ahalisiyle savaştılar, bir kısmını öldürdüler, büyük bir kısmını ise Göç’e zorladılar, hapsettiler ve halende bu nevi durumlara devam etmektedirler. Kâfirler Bosna’da, Myanmar (Burma)’da Çin ve Afrika’nın değişik beldelerinde, Kafkaslar gibi vesaire birçok yerde buna benzer şeyler yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. 

   Allah Subhanehû’nun “İçinizden bazıları vardır ki ağırdan alır, geri kalırlar” sözü ise bir uyarıdır;“onlara karşı dikkatli olun, onlara karşı tedbirinizi alın”. Müminler arasında bulunup onlardan sayılan öyle kimselere dikkat etmek gerekir ki! bunlar ya münafık veyahut İmanı zayıf olan kişilerdir. Bunlar sırf çıkarlarını düşünürler, hiç Cihad’a gitmek istemezler, eğer çıkarları varsa giderler. Müminler Zarar görürler ve başlarına bir musibet gelirse veya yenilgiye uğrarlarsa şöyle derler: “iyi ki onlarla beraber gitmedik, yoksa başımıza aynı musibet gelecekti derler, Bunu da Allah’ın nimetinden sayarlar. Eğer müminler savaşı kazanırlarsa: “keşke onlarla beraber olsaydık bizlerde kazançlı çıkardık” derler. 

  Allah (c.c.) onları şöyle ifşa etti: Eğer başınıza bir musibet dokunursa şöyle derler: Allah’ın bana verdiği nimetten dolayı onlarla beraber bulunmadım yoksa başıma aynı musibet gelecekti”.

“Eğer Allah’tan size bir lütuf erişirse sanki sizinle onun arasında bir yakınlık olmamış gibi şöyle der: keşke onlarla beraber olup ben de büyük bir kazanç elde etseydim”. 

    Hiç zahmet çekmek ve fazla uğraşmak istemezler, hep çıkarlarını düşünürler, dinlerini satarlar, hakeza akrabalarını da satarlar. Öncesinde müminlerle oturup yerler, sevgi ve yakınlık gösterirler, lakin iş ciddi olunca bunu unutup kaçarlar. Bunlar sağlam insan değiller, bunlar fikirlerine bağlı veya ideolojik insan değiller, güvenilemez ve onlarla beraber bir yola da çıkılmaz. İslam’ın hakimiyetini sağlamak ve Hilafeti kurmak için mücadele edilirken de kaçarlar, zarar görürlerse mücadeleyi terk edip kaçarlar.

   Böyleleri Mekke’de inen (Ânkebût 10.) Ayette belirtilmiştir. Daveti yüklenirken eziyet görünce hemen kaçtıkları gibi, insanların işkencesini “Allah’ın azabı” kadar ağır gördüler!

وَمِنَ النَّاسِ مَنۡ يَّقُوۡلُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَاۤ اُوۡذِىَ فِى اللّٰهِ جَعَلَ فِتۡنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِؕ وَلَٮِٕنۡ جَآءَ نَـصۡرٌ مِّنۡ رَّبِّكَ لَيَـقُوۡلُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمۡ‌ؕ اَوَلَـيۡسَ اللّٰهُ بِاَعۡلَمَ بِمَا فِىۡ صُدُوۡرِالۡعٰلَمِيۡنَ‏

    “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allaha iman ettik derler. Fakat Allah için bir zahmet bir eziyet görürlerse insanların fitnesi (işkencesi ve eziyeti)’ni Allah’ın azabıymış gibi sayarlar. Eğer Allahtan yardım veya zafer gelirse yemin ederek şöyle derler biz sizinle beraber idik. Peki, Allah’tan başka insanların göğüslerinde sakladıklarını daha iyi bilen var mıdır?” (Ânkebût 10.)

Bu ayette Mekke’de İslam’a davet edilirken Müslümanlar eziyet görüyorlardı, birtakım kişiler Allah (c.c.) için eziyeti çekmek istemiyorlardı. Ama bu ayette bir müjde vardır, ilerde Allah’ın zaferi ve yardımı gelecektir. Aynen bugünde böyle kimseler görülmektedir, bir kısım kişiler Allah için eziyet görürlerse davayı bırakırlar. Yakında Allah’ın izniyle Allah’ın zaferi ve yardımı gelince biz sizinle beraber değil miydik diyecekler!

   Allah (c.c.) uğrunda mücadeleden ziyade “Bir günlük dünyalarını” tercih ettiler. Zahmetli bir iş yapmak istemiyorlar, hep canlarını, mallarını, çocuklarını, eşlerini Allah ve Resulü uğrunda Cihad’dan ve mücadeleden daha üstün görüyorlar. Allah Subhanehû ve Teâlâ Tevbe süresinde onları azapla tehdit etti ve onları fâsık olarak saydı.

قُلۡ اِنۡ كَانَ اٰبَآؤُكُمۡ وَاَبۡنَآؤُكُمۡ وَاِخۡوَانُكُمۡ وَاَزۡوَاجُكُمۡ وَعَشِيۡرَتُكُمۡ وَاَمۡوَالُ ۨاقۡتَرَفۡتُمُوۡهَا وَتِجَارَةٌ تَخۡشَوۡنَ كَسَادَهَا وَمَسٰكِنُ تَرۡضَوۡنَهَاۤ اَحَبَّ اِلَيۡكُمۡ مِّنَ اللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ وَ جِهَادٍ فِىۡ سَبِيۡلِهٖ فَتَرَبَّصُوۡا حَتّٰى يَاۡتِىَ اللّٰهُ بِاَمۡرِهٖ‌ؕ وَاللّٰهُ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الۡفٰسِقِيۡن

   “Deki, eğer sizin babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler sizin için Allah’tan, Resulünden ve uğrunda Cihad’dan daha sevgili ise Allah’ın emrini (azabını) bekleyin. Allah fâsık olanları hidayete erdirmez”. (Tevbe24.)

  Hâlbuki zalimlerin işkencesinden ve eziyetten dolayı mücadeleyi terk edenlerin başlarına başka musibetler gelir. Allah’ın cezası vardır ve hem dünyada hem ahirette.