– 29 –

Bu ayetlerde şu hakikatleri açıklarız ve aşağıdaki sorulara cevap veririz:

  • Ölümün sebebi
  • Ferdi ve cemai ölüm
  • İyilik ve kötülük
  • Musibetin sebebi
  • Uğursuzluk iddiası
  • Dine muhalefetin akıbeti

Deprem, kaza, hastalık vs. ölümün sebebi olur mu? Ölümün sebebi ecelin bitmesidir sözü akide midir? Bu akidenin insana etkisi nedir? İnsanın başına gelen iyilik, kötülük ve musibet Allah’tan mı insandan mıdır? Kâfirler ve münafıklar kendilerine Allah’ın dinini tebliğ edenleri neden uğursuzlukla itham ederler? Uğursuzluk var mıdır? Allah’ın indirdikleriyle hükmedilmeyince insanların başına musibet gelir mi? Musibet sadece zalimlere mi dokunur yoksa ona karşı susanlara da dokunur mu?

اَيۡنَ مَا تَكُوۡنُوۡا يُدۡرِكْكُّمُ الۡمَوۡتُ وَلَوۡ كُنۡتُمۡ فِىۡ بُرُوۡجٍ مُّشَيَّدَةٍ‌ ؕ وَاِنۡ تُصِبۡهُمۡ حَسَنَةٌ يَّقُوۡلُوۡا هٰذِهٖ مِنۡ عِنۡدِ اللّٰهِ‌ۚ وَاِنۡ تُصِبۡهُمۡ سَيِّئَةٌ يَّقُوۡلُوۡا هٰذِهٖ مِنۡ عِنۡدِكَ‌ ؕ قُلۡ كُلٌّ مِّنۡ عِنۡدِ اللّٰهِ‌ ؕ فَمَالِ ھٰٓؤُلَۤاءِ الۡقَوۡمِ لَا يَكَادُوۡنَ يَفۡقَهُوۡنَ حَدِيۡثًا مَاۤ اَصَابَكَ مِنۡ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ‌ وَمَاۤ اَصَابَكَ مِنۡ سَيِّئَةٍ فَمِنۡ نَّـفۡسِكَ‌ ؕ وَاَرۡسَلۡنٰكَ لِلنَّاسِ رَسُوۡلًا‌ ؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهِيۡدًا‏

“Nerede olursanız olun ölüm size yetişir, tam temkinli ve muhkem kalelerde olsanız bile. Kendilerine bir iyilik dokunursa bu, Allah’tan derler. Başlarına bir kötülük gelir, bir musibet dokunursa bu sendendir derler. Deki hepsi Allah’tandır. Ne oldu bu adamlara ki bir türlü söz anlayamıyorlar. Sana bir iyilik dokunursa bu Allah’tandır. Bir kötülük (musibet) dokunursa bu sendendir. İnsanlara seni bir Resul, elçi olarak gönderdik, şahit olarak Allah kâfidir.” (Nisa 78-79)

Daha önceki ayette, Müslümanlardan bir kısmı, namaz ve zekât farzlarını yerine getirmekle yetinmek istediler.

Cihad farz kılınınca dünya ve hayat için hırs gösterirlerken canları için kıtalde/cihad da insanlardan korktukları göründü.

Allah Subhânehû onlara cevaben orada öldürülmeseler de çok yaşayamayacaklarını, kısa bir zaman sonra öleceklerini içeren anlamlı bir ifadede bulundu: “Dünya menfaatinin değeri pek azdır.”

Ancak ahiret daha hayırlıdır, o kısa değil ebedi ve pek de tatlı bir hayattır.

Aynı zamanda Allah Subhânehû velev ki “Kıtale gitmeseniz de ölüm size yetişecektir. Nerede olursanız ve saklanırsanız saklanın size yetişir; tam temkinli ve muhkem kalelerde olsanız bile. Zira herkesin bir eceli vardır. Bu ecel gelince nerede saklanılırsa ve ne tür tedbir alınırsa alınsın ecel gelince bir şekilde ölünecektir.”

Bu ifadeyle Allah Subhânehû ve Teala Müslümanları fedakârlığa teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِنَفۡسٍ اَنۡ تَمُوۡتَ اِلَّا بِاِذۡنِ اللّٰهِ كِتٰبًا مُّؤَجَّلًاؕ وَ مَنۡ يُّرِدۡ ثَوَابَ الدُّنۡيَا نُؤۡتِهٖ مِنۡهَا‌ۚ وَمَنۡ يُّرِدۡ ثَوَابَ الۡاٰخِرَةِ نُؤۡتِهٖ مِنۡهَا ‌ؕ وَسَنَجۡزِى الشّٰكِرِيۡنَ‏

“Hiçbir nefis (kimse) Allah’ın izni olmadan ölmez, bu ise belirlenmiş bir eceldir. Kim dünya sevabını (nimetlerini) istiyorsa kendisine ondan (payını) veririz. Kim ahiret sevabını (nimetlerini) istiyorsa kendisine ondan veririz. Şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Al-i İmran145)

كُلُّ نَفۡسٍ ذَآٮِٕقَةُ الۡمَوۡتِ‌ؕ وَاِنَّمَا تُوَفَّوۡنَ اُجُوۡرَكُمۡ يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ‌ؕ فَمَنۡ زُحۡزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدۡخِلَ الۡجَـنَّةَ فَقَدۡ فَازَ ‌ؕ وَمَا الۡحَيٰوةُ الدُّنۡيَاۤ اِلَّا مَتَاعُ الۡغُرُوۡرِ‏

“Her nefis ölümü tadacaktır. Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size ödenecektir. Kim ateşten kaydırılırsa ve cennete sokulursa kazanmış oldu. Dünya hayatı ise ancak aldatıcı bir tatma, bir lezzettir.” (Al-i İmran185)

وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌ‌ۚ فَاِذَا جَآءَ اَجَلُهُمۡ لَا يَسۡتَاۡخِرُوۡنَ سَاعَةً‌ وَّلَا يَسۡتَقۡدِمُوۡنَ‏

“Her ümmetin eceli vardır. Ecelleri gelirse ne bir saat ertelenip geri kalır, ne de öne alınır.” (Araf 34)

Buradaki ümmet lafzı, “insanları yani hem fertlerin hem cemaatin ve hem de halkın” tümünü kapsıyor.

Herkes için bir ecel’in var olduğu gibi fertleriyle halkın tümü için de bir ecel’in var olduğu gösteriliyor. 

Fertlerin cemaatten güç alarak cemaat içine saklanmak istemelerinden dolayı bu cemaatin de illaki bir sonunun var olduğunu bildiriliyor.

Fertlerin canı alındığı gibi aynı zamanda toptan çok kimsenin canı da alınır. Bazı insanlar kalabalık içerisinde saklandıkları zaman sanki ölüm meleği onları bulamaz, sadece diğerlerini yakalar sanırlar.

Bunu bizzat böyle kişileri görmüş birisi olarak yazıyorum. Özellikle yalnız başına kaldığında ölüm meleğinin ona yakın bir zamanda gelebileceği korkusu içerisinde yaşar, bu nedenle hep kalabalık yerlere gider.

Böyle insanlar, adeta kalabalıktan güç almaya çalışır ve onların arasında ölüm tehlikesini unuturlar. Oysa Allah Subhânehû bazı savaşlarda, depremde, tayfunda veya hastalıklarda aynı anda birçok insanın canını almıştır.

Topluca cezalandırdığı halklar da vardır. Allah (cc), Risalet’ini ve Resullerini yalanlayanları, dininden yüz çevirenleri yahut fesat ve bozgunculuk yapanları bir ceza olarak toptan öldürdü.

Ömrü ne kadar uzarsa uzasın herkes elbet bir gün ölecektir. Zira herkesin eceli sınırlandırılmıştır. Belli bir zamana kadar yaşayıp bir durumda, bir hâlde ölecektir.

Ancak ölümün “tek bir sebebi” vardır; O da artık ecelin bitmesidir. Herhangi bir hastalık, bir kaza, bir hayvanın saldırısı, savaşta öldürülmesi gibi insan, bir şekilde, bir olayda illaki ölecektir.

Bu olaylar “birer sebep” değildir, tek sebep ise ecelin gelmesi yani Allah’ın takdir ettiği ömrün, sürenin sona ermesidir.

Bu nedenle Allah CelleCelâlehû fazla yaşamak isteyenlere, dünyayı sevenlere, ölümden korkanlara ve diğer bütün insanlara şöyle hitap ediyor ve müminleri de şöyle cesaretlendiriyor:

اَيۡنَ مَا تَكُوۡنُوۡا يُدۡرِكْكُّمُ الۡمَوۡتُ وَلَوۡ كُنۡتُمۡ فِىۡ بُرُوۡجٍ مُّشَيَّدَةٍ‌ؕ

“Nerede olursanız olun ölüm size yetişir, tam temkinli ve muhkem kalelerde olsanız bile.”

Öyleyse niye “ölümden ve savaştan” korkuyorsunuz, ey müminler? Böylece Allah’ın sözünü yükseltmek için mücadele etmekten kaçınıyorsunuz!

İster emin evlerinizde, yatağınızda veya muhkem bir kalede saklanın, isterse savaşa gidip çarpışın eceliniz gelirse öleceksiniz, savaşa gitseniz de gitmeseniz de aynı belirlenen o vakitte öleceksiniz.

Allah CelleCelâlehû münafıkların ve kalbi hasta olanların Uhud Savaşı’nda ölenlerle ilgili söylediklerini şöyle ortaya çıkarıyor ve onlara cevap veriyor:

يُخۡفُوۡنَ فِىۡۤ اَنۡفُسِهِمۡ مَّا لَا يُبۡدُوۡنَ لَكَ‌ؕ يَقُوۡلُوۡنَ لَوۡ كَانَ لَنَا مِنَ الۡاَمۡرِ شَىۡءٌ مَّا قُتِلۡنَا هٰهُنَا قُلۡ لَّوۡ كُنۡتُمۡ فِىۡ بُيُوۡتِكُمۡ لَبَرَزَ الَّذِيۡنَ كُتِبَ عَلَيۡهِمُ الۡقَتۡلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمۡ‌ۚ

“Onlar sana açıklamadıklarını içlerinde gizliyorlar ve şöyle diyorlar: Bu işten bize bir şey olsaydı burada öldürülmezdik. Onlara şöyle de: Evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi takdir edilmiş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi.” (Al-i İmran Suresi 154)

Bundan sonra Allah Celle Celâlehû müminlerin, kâfirlerin dedikleri gibi demelerini nehyediyor, yasaklıyor:

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَكُوۡنُوۡا كَالَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا وَقَالُوۡا لِاِخۡوَانِهِمۡ اِذَا ضَرَبُوۡا فِى الۡاَرۡضِ اَوۡ كَانُوۡا غُزًّى لَّوۡ كَانُوۡا عِنۡدَنَا مَا مَاتُوۡا وَمَا قُتِلُوۡاۚ لِيَجۡعَلَ اللّٰهُ ذٰ لِكَ حَسۡرَةً فِىۡ قُلُوۡبِهِمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ يُحۡىٖ وَيُمِيۡتُ‌ؕ وَ اللّٰهُ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ بَصِيۡرٌ‏  وَلَٮِٕنۡ قُتِلۡتُمۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ اَوۡ مُتُّمۡ لَمَغۡفِرَةٌ مِّنَ اللّٰهِ وَرَحۡمَةٌ خَيۡرٌ مِّمَّا يَجۡمَعُوۡنَ وَلَٮِٕنۡ مُّتُّمۡ اَوۡ قُتِلۡتُمۡ لَا اِلَى اللّٰهِ تُحۡشَرُوۡنَ‏

“Ey iman edenler, Kâfirlerin kardeşlerinin yolculuğa çıktıkları veya savaşa gittikleri zaman bizim yanımızda kalsalardı ne ölürlerdi ne de öldürülürlerdi dedikleri gibi demeyin. Allah bunu kalplerini yakıp kavuran bir dert olması için ortaya koydu. Oysa dirilten ve öldüren Allah’tır. Nitekim Allah yaptıklarınızı görmektedir. Eğer Allah uğrunda öldürürseniz veya ölürseniz Allah’tan bir mağfiret ve rahmet onların topladıklarından (mal ve paralardan) daha hayırlıdır. Eğer ölürseniz veya öldürülürseniz Allah huzurunda haşredileceksiniz.” (Al-i İmran 156-158)

Bu çok önemli bir inançtır, akidedir.

Mümin kişi eceli gelmezse asla ölmeyeceğini düşünerek hareket eder, eceli gelmezse zalim veya kâfirler onu öldürmeye teşebbüs etseler de asla öldüremezler, onlardan korkmaz, daima hak sözü söyler ve Allah uğrunda mücadele eder.

Bunu kesin bir şekilde tasdik edip kavrayan Müslümanı bu akide bu inanç çok güçlü ve çok cesur yapar, bu insan asla ölümden korkmaz, çok atılgan olur, Allah uğrunda canını seve seve feda eder, cihad eder ve şehitliği talep eder.

Daima emniyet ve huzur içerisinde yaşar, onun nefsinde, psikolojik bir sorun, sıkıntısı ve kompleksi olmaz. Önemli ve asıl olan Allah’ı razı ederek ölmek olduğundan başka şeylere hiç aldırış etmez.

Münafıklar ve kalbi hasta olanlar “Kendilerine bir iyilik dokunursa bu, Allah’tan derler, başlarına bir kötülük gelir bir musibet dokunursa bu sendendir derler.”

Ayette “hasene” kelimesi geçti, bunun manası iyiliktir.

Buradaki iyilik insanın sevdiği ve arzu ettiği şey veya gördüğü menfaattir. Eğer böyle bir şey elde ederlerse bu Allah’tan derler ve Allah’a inandıklarını gösterirler.

Ayette geçtiği gibi de “hasene” nin tersi “seyyie”dir. Bunun manası ise “kötülük”tür, musibettir, insanın sevmediği, arzu etmediği veyahut gördüğü zarardır.

Münafıklar ve kalbi hasta olanlar başlarına bir musibet, bir kötülük gelirse veya bir zarar görürlerse “Senin yüzünden ya Muhammed!” derler, onu uğursuz olarak sayarlar.

Böylece Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e inanmadıkları ortaya çıkar. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem gönderildiği zaman Onu yalanladıklarından dolayı başlarına ceza olarak bazı musibetler gelince bunu söylemeye başladılar.

Allah Celle Celâlehû onlara şöyle cevap verdi: (Ey Resulüm onlara) deki hepsi Allah’tandır. Ne oldu bu adamlara ki bir türlü sözü anlayamıyorlar?”

İyilik veya kötülük ya bir imtihan, bir test ya da bir ceza olarak ancak Allah’ın takdiriyle olur.

“Sana bir iyilik dokunursa bu, Allah’tandır. Bir kötülük (musibet) dokunursa bu, sendendir! derler.”

İyilik, insan üzerine Allah’ın minnetidir, karşılıksızdır.

Musibet ise genellikle insanın yaptığı kötülük, fesat ve zulüm gibi bir haram, Allah’ın ve Rasulü’nün emirlerine ve nehiylerine muhalefet ettiklerinden dolayı gelir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem asla uğursuz birisi değildir, uğursuzluk getirmek için de gönderilmedi.

Bilakis insanlara bir rahmet olarak, onları karanlıktan kurtarıp aydınlığa kavuşturmak üzere gönderildi.

Allah Celle Celâlehû kendisine, hakkıyla kulluk etmemiz maksadıyla O’nu gönderdi. Kulluk etmek insanlar üzerinde Allah’ın hakkıdır.

Zira onları Allah (cc) yarattı, kendisine kulluk etmelerini istedi.

Allah kendi emir ve nehiylerini içeren risaletini tebliğ etmek maksadıyla Rasulünü gönderdi.

Şöyle buyurdu “İnsanlara seni bir Rasul, bir elçi olarak gönderdik, şahit olarak Allah kâfidir.”

Allah Celle Celâlehû’nün Rasulünü bunun için gönderdiğine kendisinden daha sadık bir şahit yoktur. Onlar inkâr etseler bile Allah’ın şahitliği yeter.

Yasin Suresinin 13-19. ayetlerinde elçiler bir beldeye gelince bu beldenin ahalisi onları yalanladılar, başlarına musibetler gelmeye başlayınca elçilere şöyle dediler:

“Biz sizin yüzünüzden, uğursuzluğa uğradık. Eğer davanızdan vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlayıp öldüreceğiz ve bizden size acıklı bir azap dokunacaktır.”

Bunun üzerine elçiler onlara;

“Dedi ki: Doğrusu sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir, kendinizden gelir. Size hatırlatmak üzere geldiğimiz zaman uğursuzluk mudur? Daha doğrusu siz müsrif (haddi aşan, günah işleyen)bir kavimsiniz.”

Kâfirler ve cahiller kötü iş işlediklerine ceza olarak başlarına bir musibet gelince bir kişiyi veya bir şeyi veyahut yeri uğursuzlukla itham ederler. Yaptıkları kötülüğü düşünüp bu musibeti ona bir ceza olarak ta kabul etmezler.

Uğursuzluk meselesine biraz değinmek isteriz. Nitekim 23 Nisan 2023’te yayınladığımız Nisa suresi 51-52 ayetlerinin tefsirinde şunu yazdık:

“Allah c.c ehl-i kitabın gerçeğini ortaya çıkartıyor ve Rasulullah’a görmüyorsun diye hitap ederek bizi onlar hakkında uyarıyor. “Kitaptan bir nasip verilenleri görmüyor musun?” diyerek hitap etti. Bunlar ise Yahudiler ve Hristiyanlardır. Kendilerine Allahtan kitap gelmesine rağmen onları değiştirdiler, Cibt ve tağuta inandılar. Kâhinlik, sihirbazlık, fal, burç, yıldızlara bakmak hepsi Cibttendir.

Yine de Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in saydığı şu şeyler Cibttendir:

” إن العِيَافَة والطَّرق والطِّيرَة من الجِبْت” (أبو داود والمعجم الكبير للطبراني)

“ İyafa, Tark ve Tıra Cibttendir”. (Ebu Davut ve Tabreni’ye ait Büyük Mucem)

İyafa: Kuşları kovmaktır.

Tark: Yerde veya toprakta çizgi çizmektir.

Tıra: Bir şeyde uğursuzluk görmektir.

Şans veya uğur getirmek veya uğursuzluğu gidermek için böyle şeyler yapıyorlardı. Bunlar ve benzerleri hepsi birer haramlardır”.

 23 Haziran 2021’de yayınladığımız bir soru cevapta bundan bahsetmiştik. Orada yazdığımızdan şunu iktibas edelim:

“Ebu Hureyre r.a Resullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şu rivayeti vardır:

” لا عدوى ولا طيرة ولا هامة ولا صفر”

“ Bulaştırmak yoktur, uğursuzluk yoktur, uğursuzluk getiren  Hame (Bir çeşit kuş) yoktur, Safer ayında uğursuzluk yoktur” (Buhari ve Müslim)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem insan hasta olunca başka insana bulaştırmasını yasaklıyor, uğursuzluğu nehyediyor, yasaklıyor, kuşların uğursuzluğu getireceğini reddediyor, öyle inancı kaldırıyor, Safer ayında evliliğin uğursuzluk olduğunu da reddediyor. Zira cahiliyede insanlar bu şeylerin uğursuzluk olduklarına inanıyorlardı.

Oysa hadisin değişik rivayetleri vardır ve uğursuzluğu nehyediyor, yasaklıyor.

Cahiliyede insanlar bu üç şeyde, kadında, atta ve evde uğursuzluk görüyorlardı, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu reddedip nehyediyor. Hz. Aişe r.a’a iki adam bu hadisi sorunca onlara şöyle dedi: Furkan’ı (Kuran’ı) indiren Allaha yemin ederim ki Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu derken : “Cahiliye ehli bunlarda uğursuzluk görüyorlardı” (İbni Hanbel).

Hatta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

” لا شؤم، وقد يكون اليمن في ثلاثة: في المرأة والفرس، والدار”

“ Uğursuzluk yoktur, daha doğrusu uğurluluk şu üç şeyde bulunabilir: kadında, atta ve evde” ( İbni Hibban)İşte salih kadın uğurludur. Ama kötü kadın, isyankâr kadında uğursuzluk söz konusu değildir, çünkü uğursuzluktan nehyedildi, fakat ondan uzak durmak gerekir, onunla evlenmekten kaçınmak daha doğrudur”.

İnsanlar gerçeğe inanmayıp münafıklık yaparlarsa veya Kur’an ve Sünnet’ten yüz çevirirlerse Allah onları ahiretten önce dünyada da kendilerine ceza olarak azap vermekle tehdit etmiştir. Şöyle buyurdu:

وَاِذَا قِيۡلَ لَهُمۡ تَعَالَوۡا اِلٰى مَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُوۡلِ رَاَيۡتَ الۡمُنٰفِقِيۡنَ يَصُدُّوۡنَ عَنۡكَ صُدُوۡدًا‌ فَكَيۡفَ اِذَاۤ اَصَابَتۡهُمۡ مُّصِيۡبَةٌ ۢ بِمَا قَدَّمَتۡ اَيۡدِيۡهِمۡ ثُمَّ جَآءُوۡكَ يَحۡلِفُوۡنَ‌ۖ بِاللّٰهِ اِنۡ اَرَدۡنَاۤ اِلَّاۤ اِحۡسَانًـا وَّتَوۡفِيۡقًا‏ اُولٰٓٮِٕكَ الَّذِيۡنَ يَعۡلَمُ اللّٰهُ مَا فِىۡ قُلُوۡبِهِمۡ فَاَعۡرِضۡ عَنۡهُمۡ وَعِظۡهُمۡ وَقُلْ لَّهُمۡ فِىۡۤ اَنۡفُسِهِمۡ قَوۡلًاۢ بَلِيۡغًا‏  

“Eğer Allah’ın indirdiğine ve Rasule çağırılırlarsa münafıkların senden tam bir şekilde yüz çevirdiklerini görürsün. Ellerinin işlediklerinden dolayı başlarına bir musibet gelirse halleri nasıl olacak? Bundan sonra sana gelip Allah’a yemin ederek biz ancak iyilik ve uyum sağlamaktan başka bir şey istemedik iddiasında bulunurlar. İşte bunlar Allah’ın kalplerinde ne olduğunu bildiği kimselerdir. Bu nedenle onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve kendilerini etkileyecek derin söz söyle.” (Nisa 61-63)

Hatta Allah Celle Celâlehû İslâm Devleti’nin onları cezalandıracağını şöyle buyurarak bildirdi:

لَٮِٕنۡ لَّمۡ يَنۡتَهِ الۡمُنٰفِقُوۡنَ وَ الَّذِيۡنَ فِى قُلُوۡبِهِمۡ مَّرَضٌ وَّالۡمُرۡجِفُوۡنَ فِى الۡمَدِيۡنَةِ لَـنُغۡرِيَـنَّكَ بِهِمۡ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُوۡنَكَ فِيۡهَاۤ اِلَّا قَلِيۡلًا ۖ‏  مَّلۡـعُوۡنِيۡنَ ‌ۚ اَيۡنَمَا ثُقِفُوۡۤا اُخِذُوۡا وَقُتِّلُوۡا تَقۡتِيۡلًا‏  سُنَّةَ اللّٰهِ فِى الَّذِيۡنَ خَلَوۡا مِنۡ قَبۡلُۚ وَلَنۡ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبۡدِيۡلًا‏

“Münafıklar, kalbi hasta olanlar ve titreyenler, tereddütlüler yaptıklarından vazgeçmezlersse onları cezalandırmak üzere emir veririz. Ondan sonra az bir süre dışında senin yanında Medine’de kalamayacaklar. Allah’ın rahmetinden kovulup lanetlenecekler, nerede bulunurlarsa yakalanıp öldürülecekler. Bu, Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkında koyduğu sünnet, kanundur. Allah’ın sünnetinde (kanununda) asla bir değişim bulamasın.”(Ahzab  60-62)

Eski Nebi ve Rasulleri yalanlayan ve getirdiklerine muhalefet edenleri Allah Celle Celâlehû hep cezalandırdı. Bu, O’nun kanunudur, asla değişmez. 

Uhud Savaşı’nda dağda Müslümanların arkasını koruyan kişilerin çoğu, Devlet reisi ve savaşın komutanı olarak savaşı yöneten Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den ikinci emir gelmeden dağdan indiklerinden dolayı Müslümanların başına yenilgi ve diğer musibetler gelince Müslümanlar şöyle sordular:

أَوَلَمَّآ أَصَٰبَتْكُم مُّصِيبَةٌ قَدْ أَصَبْتُم مِّثْلَيْهَا قُلْتُمْ أَنَّىٰ هَٰذَا ۖ قُلْ هُوَ مِنْ عِندِ أَنفُسِكُمْ ۗ إِنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ

“Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde ‘Bu, nereden başımıza geldi?’ dediniz, öyle mi? De ki: O (musibet), kendinizdendir. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (Âl-i İmran165)

Bedir Savaşı’nda Müslümanlar hiçbir kötülük ve muhalefet yapmadılar; savaş için oraya gelmedikleri ve savaş için söz vermedikleri hâlde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem savaş kararı verdiğinde hemen O’na uydular, silahları ve sayıları çok az olmasına rağmen cihad ettiler. Kâfirlere karşı galip geldikleri gibi onlardan birçok kimseyi de öldürdüler, esir ve ganimetler aldılar. 

Musibet sadece kötülük işleyenler ve zulüm yapanların başına değil bütün Müslümanlara da dokunabilir.

Enfal Suresi 24. ayette Allah ve Rasulü’nün kendilerine hayat veren şeye çağrısına Müslümanların icabet etmelerini talep ediyor, arkasından da Müslümanları şöyle uyarıyor:

وَاتَّقُوۡا فِتۡنَةً لَّا تُصِيۡبَنَّ الَّذِيۡنَ ظَلَمُوۡا مِنۡكُمۡ خَآصَّةً‌ ۚ وَاعۡلَمُوۡۤا اَنَّ اللّٰهَ شَدِيۡدُ الۡعِقَابِ

“Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden (azaptan) sakının, bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.”(Enfal 25)

Özellikle zalimlere karşı susarlarsa bütün Müslümanların başına musibet gelebilir.  Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنْ الْمُنْكَرِ أَوْ لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عِقَابًا مِنْهُ ثُمَّ تَدْعُونَهُ فَلَا يُسْتَجَابُ لَكُمْ

“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki ya marufu emredeceksiniz ve münkerden nehyedeceksiniz yoksa her an Allah, kendi tarafından size bir ikab (ceza) gönderir, ondan sonra dua ederseniz sizin dualarınızı asla kabul etmez.” (Tirmizi)

Şu asırdaki gibi sadece bizden zalim olanlara değil bütün Müslümanların başlarına ceza olarak musibetler arka arkaya gelmektedir.

Allah kendi hükmünden çok az bir parçaya bile yüz çevirirlerse onlara ceza geleceğini beyan ederek şöyle uyardı:

وَاَنِ احۡكُمۡ بَيۡنَهُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعۡ اَهۡوَآءَهُمۡ وَاحۡذَرۡهُمۡ اَنۡ يَّفۡتِنُوۡكَ عَنۡۢ بَعۡضِ مَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ اِلَيۡكَ‌ؕ فَاِنۡ تَوَلَّوۡا فَاعۡلَمۡ اَنَّمَا يُرِيۡدُ اللّٰهُ اَنۡ يُّصِيۡبَهُمۡ بِبَـعۡضِ ذُنُوۡبِهِمۡ‌ؕ وَاِنَّ كَثِيۡرًا مِّنَ النَّاسِ لَفٰسِقُوۡنَ

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamaları için onlardan sakın. Eğer yüz çevirirlerse bilki Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına bir musibet, bela getirmek istiyor (getirecektir). İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar (Allah’ın yolundan çıkmışlardır.)(Maide  49)

Şöyle de buyurdu:

وَمَاۤ اَصَابَكُمۡ مِّنۡ مُّصِيۡبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتۡ اَيۡدِيۡكُمۡ وَيَعۡفُوۡاعَنۡ كَثِيۡرٍؕ‏

“Başınıza bir musibet gelirse ellerinizin işlediği kötülükten dolayıdır. Allah çok şeyi de affeder.” (Şura 30)

Kehf Suresi 32.’den 44. ayete kadar iki arkadaşın tartışma sahnesi gösteriliyor. Allah (cc) birine iki güzel büyük bahçe ve çok çocuklar verdi.

Bu kişi bununla mağrur olup övünmeye başladı ve arkadaşına karşı kibirlendi. Zira arkadaşının pek mal, mülk ve çocuğu yoktu.

Bu arkadaş onu uyardı, böyle yapma, övünme, Allah bunu sana verdi, bunu unutma, sen yoktun, O seni var etti ve seni adam etti, ona çok teşekkür et, sakın nankörlük gösterme, böbürlenme ve şöyle de:

“Maşallah vela kuvvete illa billah” “Allah ne güzel istedi, kuvvet ve güç ancak ondan gelir.”

Fakat bu kişi arkadaşının nasihatini dinlemedi, Allah da onun bahçelerini harap ettirdi. Oraya gelip manzarayı görünce pişmanlık duymaya başlayarak şöyle dedi: “Keşke Allah’a şirk koşmasaydım!”

Zira Allah’ın gücünü ve isteğini unutup kendi gücüyle ve zekâsıyla bunu elde ettiğini gösterdiğinden dolayı bu musibet ceza olarak başına geldi, Ona malı ve mülkünü kaybettirdi.

Yine başlarına musibet gelen insanlar hakkında Allah Azze ve Celle şöyle dedi:

وَلَوۡلَاۤ اَنۡ تُصِيۡبَـهُمۡ مُّصِيۡبَةٌۢ بِمَا قَدَّمَتۡ اَيۡدِيۡهِمۡ فَيَقُوۡلُوۡا رَبَّنَا لَوۡلَاۤ اَرۡسَلۡتَ اِلَـيۡنَا رَسُوۡلًا فَنَـتَّبِعَ اٰيٰتِكَ وَنَـكُوۡنَ مِنَ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ

“Ellerinin işlediği (kötülüklerinden) dolayı başlarına bir musibet gelince şöyle derler: Rabbimiz, Keşke bize bir Rasul göndersen, indirdiğin ayetlere uyarız ve müminlerden oluruz.”(Kasas 47)

Kasas Suresi 76-84. Ayetlerinde de Karun kısasından ibaret almamız istendi. Allah Azze ve CelleKarun’a öyle mal ve mülk verdi ki o hazinelerin anahtarlarını birkaç güçlü adam bile taşımakta zorlanırlardı.

Onun kavmi ona; “Böbürlenerek sevinme, Allah böbürlenip kirlenenleri sevmez, hedefin ahiret olsun, dünyadan nasibini de al! Allah sana nasıl iyilik yaptı ise ona iyilik yap, yeryüzünde bozgunculuk ve fesat yapma! Allah fesatçıları, bozguncuları sevmez.” dedi.

Karun kavmine dediki:“Bunu ancak ilmim ve zekâmla elde ettim.” Bunun üzerine Allah onu, evini ve malını yerin dibine batırdı. Başına gelen bu musibet Ona bu dünyada bir cezadır, ahirette ise daha ağır cezası vardır.

Kalem Suresi 17-33. ayetlerde ise bahçe sahipleri fakirlere vermemek için, onlar daha uyanmadan sabah erken vakitte bahçeye gidip mahsulleri toplamak üzere aralarında geceden anlaştılar.

Allah Azze ve Celle o gece bütün meyvelerini yok ederek onlara bir azap verdi. Sabah kalkıp oraya gidince başlarına gelen musibeti fark ettiler ve pişmanlıklarını gösterdiler.

Başlarına gelen bu musibet “yapmak istedikleri o kötü şey içindir. Bu musibet bir dünya cezasıdır, ahiret cezası ise daha ağırdır”.

Allah Azze ve Celle insanların hâlini göstererek şöyle buyurdu: 

اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ

“İnsana bir rahmet indirirse onunla çok sevinir ama insanın yaptığı kötülükten dolayı da başına bir musibet indirdiğimiz zamanda çok nankör olur, Allah’ın nimetini inkâr eder.” (Şura 48)

وَاِذَاۤ اَذَقۡنَا النَّاسَ رَحۡمَةً فَرِحُوۡا بِهَاؕ‌ وَاِنۡ تُصِبۡهُمۡ سَيِّئَةٌۢ بِمَا قَدَّمَتۡ اَيۡدِيۡهِمۡ اِذَا هُمۡ يَقۡنَطُوۡنَ‏

“İnsanlara bir rahmet tattırsak bununla çok sevinirler. Ellerinin işledikleri kötülükten dolayı da başlarına bir musibet gelirse üzülüp rahmetten ümitsiz olurlar.” (Rum 34)

Yine Allah Azze ve Celle insanların işledikleri kötülüklerden dolayı başlarına çok musibetler geldiğini açıklarken onların tekrar dinine dönmesini isteyerek şöyle buyurmuştur:

ظَهَرَ الۡفَسَادُ فِى الۡبَرِّ وَالۡبَحۡرِ بِمَا كَسَبَتۡ اَيۡدِى النَّاسِ لِيُذِيۡقَهُمۡ بَعۡضَ الَّذِىۡ عَمِلُوۡا لَعَلَّهُمۡ يَرۡجِعُوۡنَ‏

“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinden dolayı karada ve denizde fesat ve bozgunculuk yayıldı. Böylece Allah dönüş yapsınlar (bu fesattan vazgeçip Allah’ın dinine dönüş yapsınlar) diye işlediklerinin bir kısmını (cezasını) onlara tattıracaktır.” (Rum 41)

فَاَصَابَهُمۡ سَيِّاٰتُ مَا كَسَبُوۡا‌ ؕ وَالَّذِيۡنَ ظَلَمُوۡا مِنۡ هٰٓؤُلَاۤءِ سَيُصِيۡبُهُمۡ سَيِّاٰتُ مَا كَسَبُوۡا ۙ وَمَا هُمۡ بِمُعۡجِزِيۡنَ‏

“İşledikleri kötülükler kendilerine ceza olarak döndü. Bunlardan zalim olanlar yaptıkları kötülüklerin cezasını çekecekler. Onlar Allah’ı aciz bırakacak değiller.” (Zümer 51)

Allah-u Teâlâ birçok ayette başa gelen musibetlerin kâfirler ve münafıklar için birer azap olduğunu, ahirette daha ağır bir azap da göreceklerini bildirmektedir.

Bu nedenle dünyada her kötülüğün cezası hemen verilmiyor, ahirete erteleniyor. Zira Allah (cc) insanları kıyamet gününe kadar yaşatacaktır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَوۡ يُـؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوۡا مَا تَرَكَ عَلٰى ظَهۡرِهَا مِنۡ دَآبَّةٍ وَّلٰـكِنۡ  يُّؤَخِّرُهُمۡ اِلٰٓى اَجَلٍ مُّسَمًّىۚ فَاِذَا جَآءَ اَجَلُهُمۡ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِعِبَادِهٖ بَصِيۡرًا‏

“Şayet Allah, insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı yer yüzünde tek bir yürüyen (canlı) bırakmazdı. Fakat onları belirli bir ecele (ecelleri gelinceye) kadar erteletiyor (yaşatıyor). Ecelleri gelince Allah’ın kullarını hep görüp bildiğini anlayacaklar.” (Fatır 45)

Bu ayetler her kim bir kötülük işlerse başına mutlaka bir musibet geleceğini bildiriyor, Bu husus Müslümanları da kapsıyor. Eğer kötülük işlerlerse ceza olarak başlarına bir musibet gelir. 

Resulün ermine karşı gelirlerse, onun yolu üzerinde gitmezler ise de yine başlarına musibet geleceği hususunda şöyle uyardı:

لَا تَجۡعَلُوۡا دُعَآءَ الرَّسُوۡلِ بَيۡنَكُمۡ كَدُعَآءِ بَعۡضِكُمۡ بَعۡضًا‌ ؕ قَدۡ يَعۡلَمُ اللّٰهُ الَّذِيۡنَ يَتَسَلَّلُوۡنَ مِنۡكُمۡ لِوَاذًا‌ ۚ فَلۡيَحۡذَرِ الَّذِيۡنَ يُخَالِفُوۡنَ عَنۡ اَمۡرِهٖۤ اَنۡ تُصِيۡبَهُمۡ فِتۡنَةٌ اَوۡ يُصِيۡبَهُمۡ عَذَابٌ اَلِيۡمٌ‏

“Rasulün çağrısını aranızdan birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızda gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbet bilir. O’nun (Rasulün) ermine muhalefet edenler, aykırı hareket edenler, başlarına ya bir belanın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan sakınsınlar.” (Nur 63)

Allah-u Teâlâ Kitabı’nda, eski kavimeler Peygamber ve Rasulleri yalanladıkları zaman onlara azap olarak değişik çok değişik musibetler indirdiğini birçok ayette göstererek bizi uyarmış ve bunları bildirmiştir.

Fakat müminlere, Allah’a imanlarından dolayı kendileri için bir bağışlama ve bir kefaret olduğunu göstermiştir.

Allah-u Teâlâ Al-i İmran Suresi 152. ayette beladan sonra müminleri bağışladığını göstermiştir.

وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِه۪ۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَۜ مِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ

Allah size olan zafer vaadini yerine getirdi. Şöyle ki: O’nun izniyle onlara dokunarak onları öldürüyordunuz ama Allah size sevdiğinizi (zaferi) gösterdikten sonra ne zaman siz isyan edip aranızda çekişmeye başladınız ve savaştan kaçtınız işte o zaman size hezimet geldi. Sizden dünyayı isteyen de ahireti de isteyen vardır. Ondan sonra sizi imtihan etmek için ellerinizi onların üzerinden kaldırdı. Yine de Allah sizi affetmiştir. Allah müminlere karşı çok lütufkârdır.” (Al-i İmran Suresi 152)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur:

مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ وَلاَ وَصَبٍ وَلاَ هَمٍّ وَلاَ حُزْنٍ وَلاَ أَذًى وَلاَ غَمٍّ حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا، إِلاَّ كَفَّرَ اللَّهُ بِهَا مِنْ خَطَايَاهُ

“Müminin başına ne musibet gelirse yorgunluk, acı, dert, hüzün, eziyet, keder hatta bir diken bile kendisine batsa buna mukabil Allah onun günahlarını siler.” (Buhari)

Yine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

عَجَباً لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذَلِكَ لأِحَدٍ إِلاَّ للْمُؤْمِن إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ  وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خيْراً لَهُ

“Müminin işi şaşırtıcı bir şeydir.. Onun işinin hepsi hayırlıdır. Mümin dışında böyle bir kimse yoktur. Eğer (mümine) bir iyilik dokunursa Allah’a çok şükreder, teşekkür eder, bu kendisi için bir hayırdır. Eğer bir zarar dokunursa sabreder. Bu da kendisi için bir hayırdır.”(Müslim)

Yine Allah-u Teâlâ müminleri denemek üzere musibet ve bela indirir.Sabırlı olanları ödüllendirecektir. Şöyle buyurmuştur:

وَلَـنَبۡلُوَنَّكُمۡ بِشَىۡءٍ مِّنَ الۡخَـوۡفِ وَالۡجُـوۡعِ وَنَقۡصٍ مِّنَ الۡاَمۡوَالِ وَالۡاَنۡفُسِ وَالثَّمَرٰتِؕ وَبَشِّرِ الصّٰبِرِيۡنَۙ‏ الَّذِيۡنَ اِذَآ اَصَابَتۡهُمۡ مُّصِيۡبَةٌۙ قَالُوۡٓا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّـآ اِلَيۡهِ رٰجِعُوۡنَؕ‏ اُولٰٓٮِٕكَ عَلَيۡهِمۡ صَلَوٰتٌ مِّنۡ رَّبِّهِمۡ وَرَحۡمَةٌ‌ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡمُهۡتَدُوۡنَ البلاء البقرة

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber) Sabredenleri müjdele.. O sabredenler, kendilerine bir musibet veya bir bela geldiği zaman: Biz Allah’ın kulla­rıyız ve biz O’na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Doğru yolu bulanlar da onlardır.”(Bakara Suresi 155-157)

Nebiler günahsız, masumdurlar.

Bütün günahları silindiği hâlde başlarına çok musibetler gelmiştir. Kâfirler onlara eziyet çektirmiştir. Dava uğrunda çok sıkıntı çekmiş, bazıları da öldürülmüştür.

Onların asla “günah işlediklerinden dolayı” başlarına bu musibet ve eziyetler gelmemiştir. Diğer insanlara sabır hususunda örnek olsunlar diye Allah Celle Celâlehû Rasulü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitap ederek şöyle demiştir:

فَاصۡبِرۡ كَمَا صَبَرَ اُولُوا الۡعَزۡمِ مِنَ الرُّسُلِ

“Azimkârlık sahibi olan Rasullerin sabrettikleri gibi sabret.” (Ahkaf 35)

Şöyle de buyurmuştur:

أمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمْ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ

“Yoksa sizden önce gelip geçmiş olanların (müminlerin) başlarına gelenlerin (musibetlerin) misali sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara türlü türlü şiddet, zarar ve musibetler dokundu ve şiddetlice sarsıldılar. Hatta Rasul ve O’nunla beraber bulunan müminler bile ‘Allah’ın yardımı ve zaferi ne zaman gelecektir?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa düştüler ve sarsıldılar. Evet, Şüphesiz ki Allah’ın zaferi yakındadır.” (Bakara 214)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Ashabı bir günah işlemedikleri hâlde, sırf Allah’a ve dinin hâkimiyetine çağırdıkları için çok eziyet gördüler.

Bu ise, onların sabırlarını denemek ve her eziyete karşı sabır hususunda gelecek müminler için örnek olsunlar diyedir.

Asrımızda İslâm davetini taşıyanlar ve dinini hâkim kılmak için mücadele edenlerin günahları az olsa bile başlarına çok büyük musibetler gelmektedir.

Bu musibetler onlar için hem kefarettir, günahları silinir, hem mükâfattır, sevapları artar. Bu sebeple asla üzülmesinler, sevinsinler, Allah’ın izniyle yakında zafer göreceklerdir.

Şu var ki; insanın iradesi dışında kendisine dokunan her iyilik veya başına gelen tüm musibetlerin Allah’tan olduğuna inanmak gerekir.

Kaza ve Kaderin hayrı (iyiliği) ve şerrinin (kötülüğü, musibetinin) Allah’tan olduğuna inanmak, imandandır.

Mümin buna inanınca rahat olur.

Kendisine bir hayır dokunursa Allah’a teşekkür ederek karşılık olarak iyilik yapmaya çalışır. Hiç şimarıklık ve kibirlilik göstermez.

İster günah işlediğinden dolayı isterse imtihan olarak başına bir musibet gelirse bunun bir kefaret olduğuna inanarak Allah’a hamd eder, pişmanlık duyup tövbe etmeye çalışır.

Asla Allah’a isyan etmez, kendi kendini parçalamaz, canına kıymaz, aşırı şekilde üzülmez ve dertli olmaz, sabırlı ve dayanıklı olur, hatasını telafi etmeye çalışır.

Bu şekilde müminin içi huzurlu ve rahat olur, böylece dünyada mutluluğa erer. Ahirette de mutluluğa kavuşacaktır.