-30-

Bu ayetlerde şu hakikatleri açıklarız ve aşağıdaki sorulara cevap veririz:

Bu ayet sünnetin vahiy olduğuna dair kesin bir delil midir? Allah’a itaat Rasule itaati gerektirir mi? Allah’ı sevmek Rasulü sevmeyi icap eder mi?  Münafıklar Rasule karşı nasıl davranıyordu? Sünneti inkâr edenler münafıklara ne kadar benzerler? Allah’a tevekkül farz mıdır ve ne kadar önemlidir, Nusreti de sağlar mı? Rasul nusret talep ederken nasıl bir tutum edindi? Kuran mucizesi nasıl tecelli eder ve Rasule tabi olmayı gerektirir mi?

مَنۡ يُّطِعِ الرَّسُوۡلَ فَقَدۡ اَطَاعَ اللّٰهَ ‌ۚ وَمَنۡ تَوَلّٰى فَمَاۤ اَرۡسَلۡنٰكَ عَلَيۡهِمۡ حَفِيۡظًا ؕ‏ وَيَقُوۡلُوۡنَ طَاعَةٌ فَاِذَا بَرَزُوۡا مِنۡ عِنۡدِكَ بَيَّتَ طَآٮِٕفَةٌ مِّنۡهُمۡ غَيۡرَ الَّذِىۡ تَقُوۡلُ‌ ؕ وَاللّٰهُ يَكۡتُبُ مَا يُبَيِّتُوۡنَ‌ ۚ فَاَعۡرِضۡ عَنۡهُمۡ وَتَوَكَّلۡ عَلَى اللّٰهِ‌ ؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكِيۡلًا‏

“Kim Rasul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse onların işlerini kontrol etmek üzere seni göndermedik. İtaat ettik diyorlar fakat yanından ayrılınca onlardan bir grup, içlerinde senin dediğinin tersini gizleyip kuruyorlar. Allah onların içlerinde gizleyip kurduklarını kaydediyor. Onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Güvenilecek vekil olarak Allah yeter.” (Nisa 80 – 81 )

Bu ayetin nüzul sebebi şöyle rivayet edildi:

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem:

[من أطاعني فقد أطاع الله ومن أحبني فقد أحب الله]

“Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur, kim beni severse Allah’ı sevmiş olur.” deyince münafıkların bir kısmı şöyle dediler:

“Bu adamın dediklerini duyuyor musunuz? Bizi şirkten nehyederken kendisi şirk koştu. Allah’tan başkasına kulluk etmekten bizi nehyederken kendisine kulluk etmemizi istiyor. Bu adam Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı Rab edindikleri gibi kendisini Rab edinmemizden başka bir şey istemez.”(Keşşaf, Beğevi, Razi, Selebi, Elusi, Mukatıl, İbni’l Cevzi, Ebu Suud)

Bunun üzerine Allah Subhânehû bu ayeti indirdi.

“Rasul’ün dediğini onaylayarak ve pekiştirerek O’na itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse onların yaptıklarını izlemek ve kontrol etmek üzere seni göndermedik. Bu işi üstlenen Allah’tır. Allah onları ortaya çıkaracak ve ifşa edecektir.”

Asrımızda da bu tip münafıklar çok vardır. Rasul’e gösterilen itaat ve sevgiyi “Rasul’ü ilahlaştırmak” olarak sayıp, insanları Rasul’e isyan etmeye çağırıyorlar, O’nun sünnetini ve hadislerini reddediyorlar.

Bunlar Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Dönemindeki münafıklardan İslâm’a karşı çok daha cüretkârdır.

Çünkü asrımızda İslâm düşmanı olan laik demokratik rejim onlara serbestlik vermekte ve korumaktadır.

İslâm Devleti olsaydı da yine görünüşte/yalandan “Rasul’e, sünnete tabiyiz, uyduk!” diyeceklerdi ve gizlice Rasul ile ve sünnetle savaşacaklardı.  

Oysa bu ayet sünnetin Allah’tan geldiğini kesin bir ifadeyle gösteriyor. Rasul’ün hadisleri, O’nun kavli, susması ve ameli vahiydir. Nitekim Allah-u Teâlâ bunu başka ayette şöyle pekiştirmektedir:

[قُلۡ اِنۡ كُنۡتُمۡ تُحِبُّوۡنَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُوۡنِىۡ يُحۡبِبۡكُمُ اللّٰهُ وَيَغۡفِرۡ لَـكُمۡ ذُنُوۡبَكُمۡؕ‌ وَاللّٰهُ غَفُوۡرٌ رَّحِيۡمٌ‏ قُلۡ اَطِيۡعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُوۡلَ‌ فَاِنۡ تَوَلَّوۡا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الۡكٰفِرِيۡنَ‏]

“Deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan ve merhamet edendir. Deki: Allah’a ve Rasul’e itaat edin! Eğer bundan yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran Suresi 31- 32)

Bu ayet bize sünnetin de bir vahiy olduğunu kesin olarak gösteriyor. Şayet Rasul’e tabi olunursa bu, “Allah’ı sevmenin” kesin alametidir ve Allah’ın sevgisi kazanılır.

Şöyle de buyurdu:

 [قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنْ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ]

“De ki: Eğer babalarınız, oğul­larınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hı­sım akrabanız, kazandığınız mal­lar, kesata uğramasından korktu­ğunuz ticaret, hoşlandığınız mes­kenler size Allah’tan, Rasulü’nden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevgili ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”(Tevbe Suresi 24)

Rasul’e itaat etmek ve O’nu sevmek imandandır, bu asla bir “şirk” değildir. Rasul de sırf bir beşerdir, ancak kendisine vahyedilir. Kendisine vahyedildiği için O’na itaat etmek ve O’nu sevmek gerekir.

Eğer insan onu sevmezse O’na itaat de etmez. Ancak bu sevgi de elbette ki sınırlıdır, Allah’a gösterilen sevgiden daha aşağıdır, asla ona kulluk etmeye ve ona tapmaya ulaşmaz.

Nitekim Allah-u Teâlâ yukarıdaki ayette insanın baba, anne, çocukları, akrabaları, eşi, malları ve mekânları sevmesini asla yasaklamadı. Bilakis bunları Allah’tan, Rasulü’nden ve O’nun uğrunda cihat etmek ve mücadele vermekten daha sevgili hâle getirmeyi yasakladı.

Allah’tan sonra Rasul’e sevgi gelir. Çünkü Allah’ın risaletini bizlere tebliğ eden, açıklayan ve uygulayan O’dur. Tebliğ ettiği şeyler, bunların açıklaması ve uygulaması Allah’tandır.

Bu nedenle O’nu sevmek gerekir ki ona itaat de edilsin. Yoksa Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem de bir beşerdir. Allah Celle Celâlehû Rasulü’nün insanlara şunu bildirmesini isteyerek şöyle buyurdu: 

[قُلۡ اِنَّمَاۤ اَنَا بَشَرٌ مِّثۡلُكُمۡ يُوۡحٰٓى اِلَىَّ اَنَّمَاۤ اِلٰهُكُمۡ اِلٰـهٌ وَّاحِدٌ‌ۚ فَمَنۡ كَانَ يَرۡجُوۡالِقَآءَ رَبِّهٖ فَلۡيَـعۡمَلۡ عَمَلًا صَالِحًـا وَّلَايُشۡرِكۡ بِعِبَادَةِ رَبِّهٖۤ اَحَدًا‏]

(Ey Muhammed) deki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana şöyle vahyedilir: İlahınız ancak tektir, kim Rabbiyle karşılaşmayı umuyorsa seviyorsa hep Salih amel yapsın, Rabbine kulluk ederken Ona hiç şirk koşmasın.”(Kehf Suresi 110)

Kişi, hem “Allah’ın emri” olduğu için hem de “sırf Allah için” bu ameli yapacaktır.

Bir kişi Allah’ın ermine muhalefet ederken bir yandan da “ben Allah için çalışıyorum..” derse ondan bu amel, hiçbir şekilde kabul edilmez. Niyet ve amel de düzgün olmalı, Allah’ın emrettiği şekilde yerine getirilmelidir.

Zira münafıklar görünüşte “Rasul’e itaat ettik” diyorlardı. Oysa içlerinden de “başka bir plan” kuruyorlardı.

Allah ise onların kurdukları bu planları ortaya çıkaracak, Rasulüne gösterecekti. Zira onlar münafıktırlar;

Rasul’e inanmıyorlar, ikiyüzlüler, içlerinde Rasul’e ve İslâm’a karşı başka başka şeyler gizliyorlardı.

Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem yanlarındayken onun yüzüne “itaat ettik” diyorlar, O oradan ayrılınca gizledikleri sinsi planları hemen uygulamaya çalışıyor, İslâm, Rasul ve İslâm Devleti’ne nasıl karşı çalışacaklarını planlıyorlardı.

Ancak Allah, onların içlerinde gizledikleri ve yaptıkları her şeyi biliyor.

Bunu bilen Allah Subhânehû, Rasulü’nün onlardan hemen yüz çevirmesini istedi, onların şerrinden korunmak üzere onlara hiçbir değer ve itibar vermemesini talep etti.

Onların planlarından asla korkmamasını, kendisine tam tevekkül etmesini, onu vekil edinmesini, kendisinin ona kâfi olacağını söyleyerek O’na bazı emirler verdi. Onların planlarını suya düşürüp onları ortaya çıkaracağını bildirdi.

Nitekim sonuç öylede oldu, Allah münafıkların planlarını ortaya çıkardı ve suya düşürdü, onları da rezil rüsva etti.

Özellikle Uhud Savaşı’nda, Benî Mustalık Savaşı’nda ve Tebük Savaşı’nda onları aleni bir şekilde teşhir etti ve tüm çirkin planlarını ortaya çıkardı.

Değişik Şer’î delillerden ortaya çıkarılan “Rasul’e hitap bize de hitaptır” Şer’î kaidesinden hareket ederek biz de aynı şekilde davranmalıyız.

İşte Allah’a tam tevekkül etmenin neticesi budur. Tevekkül ise, Allah’a tam güvenip dayanmak ve sadece O’nun emrine harfiyen uymaktır. Allah uğrunda ve O’nun emrine itaat etmede hiç kimsenin şerrinden korkmamaktır. Allah’ın, muhakkak yardım edeceğine inanmaktır.

“Allah bizi ve karşı tarafı görüyor, işitiyor, kontrol ediyor, her şeyi kuşatıyor ve biliyor, istediği zaman müdahale edip kâfir ve münafık güçlere bizi galip getirir.” şeklinde düşünerek “zihinde ve kalpte” bunu canlı tutmak gerekir.

Bu şekilde mümin güçlü, sabırlı ve sebatkâr olur.  Kur’an’da bununla ilgili birçok ayet vardır.

Mümin; arkasında sınırsız bir güç sahibinin, her şeyi yoktan yaratan ve yok edebilenin, diğerlerine güç veren ve ama onlardan bu gücü çekip alanın, onları yenilgiye, hezimete uğratabilenin, “O” olduğuna tam güvenecektir.

Bu hâlde mümin sadece ve sadece “Allah’ın ve Rasulü’nün dediklerini” yapar, diğerlerinin şerrinden ise asla korkmaz. Allah’ın onu, onlara karşı mutlaka galip getireceğine inanır.

İşte Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve O’nun Ashabı (arkadaşları) bu şekilde davet yüklendiler, kâfir ve münafıklardan ve güçlerinden de hiçbir şekilde korkmadılar, böylece de onlara karşı galip geldiler.

Mekke’de daveti yüklenirken Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem müşriklere karşı hiçbir taviz vermedi, Sahabesiyle birlikte çok çok eziyetler görmelerine rağmen zalim hükümdar Kureyş’ten asla korkmadı, Kureyş’in yağlı aldatmalarına hiç mi hiç kanmadı.

Kureyş, Ona “kral” ve “aralarındaki en zengin kişi” yapmayı teklif etti. Benî Amir ve Kinde kabileleri, O’ndan sonraki dönemde kendilerinin “yönetimde söz sahibi” olması şartıyla O’na iman edip nusret vereceklerini bildirdiler.

Benî Şeyban gibi kabileler ise Pers devletiyle yaptıkları sözleşmeyi bozmayıp diğerleriyle savaşmaya hazır olduklarını ve nusret vereceklerine dair tekliflerde bulundular.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunların hepsini reddetti; “Ya Müslüman olup kayıtsız şartsız bana nusret verirsiniz ya da sizden hiçbir şey istemiyorum, ta ki Allah bana nusret vererek hayırlı insanları nasip edinceye kadar sabredeceğim..” dedi.

Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisi için asla bir şey istemiyor, saltanat, iktidar, mal, mülk, şöhret vs. aramıyordu.

Sırf “İslâm’ı hâkim kılmayı” arıyordu.

Ama Allah’a “gerçekte değil lafta” tevekkül edenler veya gayeleri “İslâm’ı hâkim kılmak” olmayanlar veyahut “sözde İslâmcı ama özde yani gerçekte Demokrat ve laik olanlar, her gün değişik değişik bahaneler uydururlar, Müslümanları kandırmaya çalışırlar ve taviz gösterirler.

Apaçık delilleri, muhkem ayetleri bir kenara bırakıp Yusuf Aleyhi’s Selam kısası gibi “Müteşabih ayetleri ve hadisleri” ortaya koyarlar.

Zira Al-i İmran Suresi 7. ayette geçtiği gibi kalplerinde sapıklık var olanlar muhkem ayetleri terk edip “Müteşabih ayetlere” başvururlar, fitneyi ve başka manaya tevil etmek üzere müteşabih ayetleri kurcalayıp Demokratik ve laik sapıklıklarına delil getirmeye çalışırlar.

Bunlar asla “İslâm’la müşerref olamazlar” ve İslâm da asla onlar vasıtasıyla “müşerref olmaz ve galip gelmez.”

Sırf “Allah’a gerçek manada tevekkül edenler” ve ayetleri ve hadisleri saptırmadan “Allah’ın dinine sımsıkı bağlanan kimselerin” O tertemiz elleriyle er ya da geç İslâm yükselir ve hâkim olur.

Hac Suresi 40. ayette “Allah kendisine (dinine) nusret edenlere nusret edecek ve yardım edecektir.”,

Nur Suresi 55. ayette: “İman edip salih amel yapanların yeryüzünde halife kılacağını vaat etti.”,

Muhammed Suresi 7. ayette “Allah kendisine (dinine) sahip çıkıp yardım edenlere yardım edecektir ve sebatlık verecektir.” vaatlerinde bulunarak kime nusret vereceğini ve yardım edeceğini bildirdi.

Amerika gibi kâfir güçlerden ve Kemalistler gibi münafık güçlerden korkanlar asla Allah’a tevekkül etmiş kimseler değillerdir.

Bunlar hep taviz göstererek zelil olarak yaşarlar. Onların yoluyla asla ve kat’a zafer gelmez bilakis hezimet gelir. Bilakis onlar, İslâm’a ve Müslümanlara bilmeden zarar getirirler ve küfrün yönetimini yaşatırlar.

Nisa Suresi 82:

[اَفَلَا يَتَدَبَّرُوۡنَ الۡقُرۡاٰنَ‌ؕ وَلَوۡ كَانَ مِنۡ عِنۡدِ غَيۡرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوۡا فِيۡهِ اخۡتِلَافًا كَثِيۡرًا‏]

“Kur’an’ı inceleyip hiç düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başka birinden gelseydi onda çok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.”(Nisa Suresi 82)

Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bir Rasul ve Nebi olduğuna dair delil, Kur’an’dır. Kur’an ise bir mucizedir.

Hiçbir Arap veya Arapça bilen kimse asla “Onun gibisini” getiremedi. Kur’an, onlara “meydan okuyarak” onun gibi “Bir kitap” getirmeleri istendi. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

[قُلْ لَّٮِٕنِ اجۡتَمَعَتِ الۡاِنۡسُ وَالۡجِنُّ عَلٰٓى اَنۡ يَّاۡتُوۡا بِمِثۡلِ هٰذَا الۡقُرۡاٰنِ لَا يَاۡتُوۡنَ بِمِثۡلِهٖ وَلَوۡ كَانَ بَعۡضُهُمۡ لِبَعۡضٍ ظَهِيۡرًا‏]

Deki, bu Kur’an gibi ‘bir kitap’ getirmek üzere insanlar ve cinler toplanıp birleşseler, sırt sırta verip destekleyerek birbirlerine yardım ederek çalışsalar da onun gibisini getiremezler.” (İsra Suresi 88)

Onlar “Kur’an gibi bir kitap” getiremeyince, Allah, onlara karşı “meydan okuma seviyesini” biraz aşağıya indirdi, onun gibi “On sure” getirmelerini istedi yani meydan okudu. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

[اَمۡ يَقُوۡلُوۡنَ افۡتَـرٰٮهُ‌ ؕ قُلۡ فَاۡتُوۡا بِعَشۡرِ سُوَرٍ مِّثۡلِهٖ مُفۡتَرَيٰتٍ وَّ ادۡعُوۡا مَنِ اسۡتَطَعۡتُمۡ مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ اِنۡ كُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ‏]

“Yoksa ‘Kur’an’ı kendisi (Muhammed) uydurdu’ mu diyorlar? Deki, eğer doğru söylüyorsanız Allah’tan başka çağırabildiğiniz herkesi yardıma çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş ‘On sure’ getirin!” (Hud Suresi 13)

Onlar bunu da yapamayınca, Allah bu sefer “meydan okumayı” en aşağı noktaya çekti, onlardan “Bir sure” getirmeleri şeklinde meydan okudu. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:   

[وَاِنۡ کُنۡتُمۡ فِىۡ رَيۡبٍ مِّمَّا نَزَّلۡنَا عَلٰى عَبۡدِنَا فَاۡتُوۡا بِسُوۡرَةٍ مِّنۡ مِّثۡلِهٖ وَادۡعُوۡا شُهَدَآءَكُمۡ مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ اِنۡ كُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ‏ فَاِنۡ لَّمۡ تَفۡعَلُوۡا وَلَنۡ تَفۡعَلُوۡا فَاتَّقُوۡا النَّارَ الَّتِىۡ وَقُوۡدُهَا النَّاسُ وَالۡحِجَارَةُۚ اُعِدَّتۡ لِلۡكٰفِرِيۡنَ‏]   

“Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin. Eğer doğru sözlü iseniz, Allah’tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın. Yapamadığınız (Kur’an gibi getiremediğiniz) ki yapamayacaksınız (onun gibi getiremeyeceğiniz) için, o zaman inkâr edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.”(Bakara Suresi 23-24)

Kur’an, dil açısından da bir mucizedir, hiç kimse onun gibi bir kitap getiremedi, öyleyse bu kitap şanı yüce Allah’tandır. Onu getiren ise muhakkak ki Rasul ve Nebi olur.

Bu Rasul, hiçbir zaman yalan söylemeyeceği gibi, Kur’an’a ters bir şey de söylemez. Yoksa insanlar onun Rasul olduğundan şüphelenilir. O bir Rasul olduğu için risaleti de o açıklar ve o uygular.

Zira o insanlara bir örnek olacaktır, hem de en güzel en mükemmel örnek odur. Rabbimiz Ahzab Suresi 21. ayette bunu kesin ifadeyle beyan etmiştir.

İnsanlar bir dini uygulamak, bir fikre uymak, bir metotta gitmek için “canlı ve başarılı” bir örnek görmek isterler. Bu, kendilerine “çok büyük bir moral ve ahenk” verir.

Kur’an’ı inceleyen bir kimse için, Kur’an’ın “ne dilinde ne üslubunda ne de içeriğinde” asla zerre kadarda olsa bir çelişki yoktur.

Dil açısından Arapçası, “en mükemmel Arapça” dır ve onda hiçbir hata bulunamaz.

İlk ayetten son ayete kadar “tüm üslubu” çok yüksek bir üsluptur. Bir insan, herhangi bir kitap yazsa, başlangıçta zayıf bir üslupla başlar ve zamanla üslubu yükselmeye başlar, bazen de düşer, sözlerinde ve fikirlerinde çelişkiler de bulunur.

Ancak Kur’an asla böyle değildir, “ilk ayetten son ayete kadar” hep yükseklerde kaldı ve Onda hiç bir tenakuz ve çelişki yoktur.

Hatta kâfirler Kur’an’a o kadar hayran oldular ki, Onu “sözlü sihir” olarak nitelemeye gittiler, hatta “kalpleri İslâm’ı kabul etmeye” meyletti. 

Arap dili ve edebiyatında en yüksek seviyede hatta zirvede olan, tüm şiir yarışmalarında “jürinin başında olup not veren”, bir şiirin Kâbe’ye asıp asılmayacağına karar veren Velid bin Muğire, Kur’an’ı dinleyince hayran kaldı ve şaşkınlığını gösterdi.

İbni Abbas bu olayı şöyle rivayet etti:

“Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, yanına Velid bin Muğire gelince ona Kur’an’ı okudu, sanki kalbi yumuşadı. Ebu Cehil bunu öğrenince onun (Velid’in) yanına geldi ve ona şöyle dedi:

Ey amca, Senin kavmin sana mal ve para toplayacaklar.. Dedi ki niçin? Ebu Cehil: Sana bunu vermek istiyorlar, zira sen Muhammed’in yanına gitmiştin, O’nun kabul ettiği şeye yöneliyorsun.

(Velid) dedi ki: Kureyş kendi aralarında en çok mal sahibi olduğumu biliyor. (Ebu Cehil) dedi ki: Onu inkâr ettiğine veya ondan nefret ettiğine dair bir söz söyle ki senin kavmin senin tutumunu bilsinler.

(Velid) dedi ki: Ne söyleyeyim? Allah’a yemin ederim ki sizin aranızda benden daha fazla şiirleri bilen yoktur, nasıl söylenir ve nasıl dizilir, benden daha fazla bilen yoktur, cinlerin söyledikleri şiirleri de benden daha fazla bilen yoktur.

Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in söylediği bunlara hiçbir şekilde benzemiyor. Allah’a yemin ederim ki O’nun sözü pek tatlıdır, pek ince ve fasihtir, pek güzeldir, onun üst kısmı semerelidir, pek olgundur, aşağısı da meyvelidir, dolgundur.

O (her şeyden) üstündür, hiçbir şey ondan daha üstün gelmez. Altındaki her şeyi parçalar.

Ebu Cehil dedi ki: Onun hakkında bir şey demez isen senin kavmin senden razı olmazlar.. Dedi ki: Beni bırak, ne diyeceğimi düşüneyim.

Sonra iyice düşününce şöyle dedi: (Muhammed’in) Başka kimselerden aldığı ‘sözlü bir sihirbazlıktır’ bunun üzerine ayetler indi.”(Hakim ve Zehebi tahriç ettiler ve siyer kitapları)

Müddesir Suresi’nde onun hakkında şu ayetler nazil oldu:

[ذَرۡنِىۡ وَمَنۡ خَلَقۡتُ وَحِيۡدًا ۙ‏ وَّجَعَلۡتُ لَهٗ مَالًا مَّمۡدُوۡدًا ۙ‏ وَّبَنِيۡنَ شُهُوۡدًا ۙ‏ وَّمَهَّدتُّ لَهٗ تَمۡهِيۡدًا ۙ‏ ثُمَّ يَطۡمَعُ اَنۡ اَزِيۡدَۙ‏ كَلَّا ؕ اِنَّهٗ كَانَ لِاٰيٰتِنَاعَنِيۡدًا ؕ‏ سَاُرۡهِقُهٗ صَعُوۡدًا ؕ‏اِنَّهٗ فَكَّرَ وَقَدَّرَۙ‏ فَقُتِلَ كَيۡفَ قَدَّرَۙ‏ ثُمَّ قُتِلَ كَيۡفَ قَدَّرَۙ‏ ثُمَّ نَظَرَۙ‏ ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ‏ ثُمَّ اَدۡبَرَ وَاسۡتَكۡبَرَۙ‏ فَقَالَ اِنۡ هٰذَاۤ اِلَّا سِحۡرٌ يُّؤۡثَرُۙ‏ اِنۡ هٰذَاۤ اِلَّا قَوۡلُ الۡبَشَرِؕ‏]

“Yalnız (daha malı ve çocuğu olmaksızın) yarattığım o kişiyi (cezalandırmak üzere) bana bırak. Sonra ona çok mal ve gözü önünde duran çocuklar verdim. Önüne nimetlerimi serdikçe serdim. Ondan sonra daha fazla vermeme göz dikip tamahkârlık gösteriyor. Hayır! Zira o bizim ayetlerimize karşı inatla direniyor. Ben onu sarı bir yokuşa süreceğim. O düşündü taşındı, ölçtü biçti. Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti. Sonra kahrolası ne biçim ölçtü biçti. Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı ve suratını astı, en sonunda sırtını dönüp gitti, kibrine yenildi ve dedi ki: bu (Kur’an) ancak eskilerden nakledilmiş bir sihirdir. Bu (Kur’an) insan sözünden başka bir şey değildir.” (Müddesir Suresi 11- 25)

Kur’an’da geçen tüm fikirler ve hükümler arasında asla bir çelişki yoktur. Her hükmün belli bir münasebeti vardır veya belli bir mesele için verilmiştir.

Ancak “ilimde derinleşenler” bunları idrak ederler. Ama “basit ve yüzeysel düşünenler” Kur’an’ın “içeriğini ve gerçek manasını” idrak edemezler. Allah kâfir ve münafıkların Kur’an’ı düşünüp incelemediklerinden dolayı “onları yeriyor” ve onları “düşünmeye” çağırıyor.

Düşünseler ve “insaflı, hakkaniyetli” ve “hakkı arayan kimseler” olurlar ise muhakkak ki Kur’an’a inanacaklar. Fakat “düşünmek ve incelemekten” kaçıyorlar.

Velid bin Muğire, Kur’an’ı dinleyip düşününce “hakikati” idrak etti, fakat “insaflı ve hakkaniyetli” değildi, “kibrine” yenildi, kavmi arasındaki “şerefini itibarını korumak” istedi, “haksızca, inatla” karşıladı ve sırt çevirdi.

Ama Devs kabilesinin reisi Tufeyl ed-Devsi, kibirli Velid gibi Kureyş liderlerine hiç uymadı, Kur’an’ı dinleyince hemen Ona iman etti. Kabilesine dönüp İslam’ı tebliğ etti, hepsi de Müslüman oldu.

Ebu Hureyre’de bu şerefli kabileden biri idi. Hemen Rasulullah’a yetişmek üzere O da hicret etti. Yetim ve pek fakir birisi idi ama kendini İslâm’a adadı.

Bunlar Kur’an’ı düşünerek Müslüman oldular ve Müslümanlıklarını yaşadılar, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünnetinin de bir vahiy olduğunu ve Kur’an’ı açıkladığını hemen idrak ettiler.

Bu nedenledir ki hadis rivayetine çok ehemmiyet verdiler. Zira Kur’an bize, Rasul’e itaat etmeyi, Ona uymayı gerektirir, bizlere farz kılar.

Allah-u Teâlâ,Kur’an’ın başka yerlerinde de yine kâfirleri ve münafıkları tekrar “Kur’an’ı düşünmeye ve incelemeye” çağırıyor, bunu yapmadıklarından dolayı da onları yeriyor ve şöyle diyor:

[اَفَلَا يَتَدَبَّرُوۡنَ الۡقُرۡاٰنَ اَمۡ عَلٰى قُلُوۡبٍ اَقۡفَالُهَا‏]

“Kur’an’ı inceleyip düşünmezler mi? Yoksa kalplerine kilit mi vuruldu.” (Muhammed Suresi 24)

Eğer Allah-u Teâlâ, kâfirleri ve münafıkları “Kur’an’ı incelemeye ve düşünmeye” çağırıyorsa ve onların bunu yapmadıklarından dolayı onları zemmediyorsa peki,“hiç inceleyerek ve düşünerek Kur’an’ı okumayan” Müslümanlara ne denilecek?

Oysa onların bunu yapmaları daha evladır ve kendilerine farz kere farz kılınmıştır.

Fakat maalesef asrımızda Müslümanlar Kur’an’ı sadece “sevap almak” veya “güzel sesle okumak” veyahut “hafızlık yarışması yapmak” veyahut da “ölülere sevabı ulaştırmak üzere” okumaya başladılar.

Hâlbuki Kur’an sadece bunlar için değil, “onu yaşamak ve uygulamak için” okunur. Onun “Devleti kurmak için” okunur. Onunla “mücadele vermek için” okunur.

Zira Müslümanlarca ve İslâm Devleti’nde Kur’an ve Sünnet “Anayasanın” esas kaynaklarıdır.

Raşidi Hilâfet Devleti’nde uygulanacak yegâne anayasa budur.

Asla sömürgecilerden getirilen, ithal edilen Laik, Demokrasi, temel hürriyetler, Milliyetçilik ve Atatürk ilkelerine dayalı bir “küfür anayasası” değildir.

Bunlar taban tabana Kur’an’a zıttır, Sünnete zıttır, bu nedenle reddedilir. Kâfirler ve münafıklar “Kur’an’a dayalı bir anayasayı” sürekli reddettiler, “Biz kendi çıkarlarımıza göre bir anayasa ve kanun çıkarırız..” dediler.

Bu nedenle Kur’an’ı incelemeyi hiç mi hiç istemediler.

Bu asırdaki kâfirler ve münafıklar da yine aynıdır; Kur’an’ı hiç incelemiyorlar, “incelemek ve düşünmek” de istemiyorlar.

Keza Müslümanların da “onu düşünmelerini” asla istemiyorlar. Sırf “ölülere okumalarına, Ramazan’da bol bol sadece mukabele yapmalarına, Hafızlık ve güzel kıraat yarışması düzenlemelerine” müsaade ederler.

Bu şekilde Müslümanları sürekli aldatıp uyutmak istiyorlar. Zira “Laik ve Demokratik sistemler, Devletler” sadece bu kadarına müsaade ediyorlar.

Çünkü onlar için “asıl ve önemli olan şey” bu dini hayattan, devletten, siyasetten ve ekonomiden tamamen uzaklaştırmaktır.

Kur’an ve Sünnete göre “Devlet işlerinin yürütülmesine” şiddetle karşıdırlar. Asla Kur’an’ı düşünmek istemezler, onların kalplerine ve akıllarına kilit vuruludur.