– 34 –

Şefaatte bulunmak ve Selam vermek

Müslüman hangi işlerde şefaatçi olur? Şefaatçi olmamak için yemin etmek doğru mudur? Yemin ederse bozup kefaretini vermesi daha efdal midir?

Selam vermek ve almak farz mıdır? Kâfirlere selam verilir mi? Onların selamları alınır mı ve onlara ne cevap verilir? İnsanların şeri hükme uymasını sağlayan husus nedir? Bu ayetler İslam toplumunu oluşturmaya çağırıyor mu?

[مَنۡ يَّشۡفَعۡ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَّكُنۡ لَّهٗ نَصِيۡبٌ مِّنۡهَا‌ ۚ وَمَنۡ يَّشۡفَعۡ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَّكُنۡ لَّهٗ كِفۡلٌ مِّنۡهَا‌ ؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ مُّقِيۡتًا وَاِذَا حُيِّيۡتُمۡ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوۡا بِاَحۡسَنَ مِنۡهَاۤ اَوۡ رُدُّوۡهَا‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ حَسِيۡبًا‏ اللّٰهُ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ‌ؕ لَيَجۡمَعَنَّكُمۡ اِلٰى يَوۡمِ الۡقِيٰمَةِ لَا رَيۡبَ فِيۡهِ‌ؕ وَمَنۡ اَصۡدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَدِيۡثًا]

“Kim güzel bir şefaatte bulunursa ondan kendisi için bir nasip olur. Kim kötü bir şefaatte bulunursa onun bir payı olur. Allah her şeyi koruyup hakkını vermektedir. Size bir tahiyye (selam) verildiğinde, siz de o selama daha güzeliyle veya onun dengiyle cevap verin. Allah her şeyin hesabını eksiksiz verir. Allah, odur ki, kendisinden başka ilah yoktur. Elbette kıyamet günü hepinizi huzuruna toplayacaktır. Bu hususta hiçbir şüphe ve şek yoktur. Allah’tan daha doğru söyleyen kim vardır!” [Nisa Suresi 85-87]

Şefaat, aracı olmaktır. Kim hayırlı bir iş için aracı olursa sevabı vardır. Kim kötü bir iş için aracı olursa onun günahı vardır. Bu şekilde Allah herkesin yaptığına göre hesap yapar.

İnsan zerre kadar da olsa bir hayır veya bir şer yaparsa mutlaka onun karşılığını alır.

Allah bu ayette her Müslüman’ın hayırlı işlerin aracısı olmasını teşvik ediyor, Müslüman hiçbir hayırlı işten geri kalmasın. Onun çok büyük sevabı vardır, bu şekilde diğer Müslümanlara yardım etmiş olur.

Ama kötü işlerde hiçbir kimsenin aracısı olmayacak ve hiç yardım etmeyecektir, yoksa günahkâr olur, o şerrin, kötü işin günahından bir pay alır.

Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

[وَتَعَاوَنُوۡا عَلَى الۡبِرِّ وَالتَّقۡوٰى‌ وَلَا تَعَاوَنُوۡا عَلَى الۡاِثۡمِ وَالۡعُدۡوَانِ‌ وَاتَّقُوا اللّٰهَ ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ شَدِيۡدُ الۡعِقَابِ‏]

“İyilik ve takva işleri yapmak üzere birbirinize yardım edin. Günah işlemek, haksızlık yapmak ve Allah’ın sınırlarını geçmek üzere hiç birbirinize yardım etmeyin. Allah’tan korkun. Bilin ki Allah’ın azabı pek şiddetlidir.” [Maide Suresi 2]

 İyilik ve kötülük lafızları bir takım şer’î manalar taşır. İyilik Allah’ın emirleridir, kötülük ise O’nun nehiyleridir.

İşte bir insan, hevasına göre “bu iyiliktir” veya “bu kötüdür” diyemez.

Takva ise Allah’tan korkmaktır, O’nun azabından sakınmaktır. Bu şekilde Allah’tan korkarak hareket edilecektir. Allah’ın emrine veya nehyine muhalefet etmekten sakınmak gerekir.

İyilik ve takvanın tersi ise, günah işlemek, haksızlık yapmak ve Allah’ın sınırlarını aşmaktır.

Birlik ve beraberlik olmak sırf Allah’ın gösterdiği iyilik ve takva işlerinde olur. Bunun tersi olan yani bir günah işlemek ve haksızlık yapmak konusunda kesinlikle birlik ve beraberlik olamaz, bu büyük günahtır.

Bu hususta hiçbir Müslüman diğer Müslümanlarla bile bu işlerde ortak olamaz ve yardımlaşamaz, onların aracısı veya vesilesi de olamaz.

Yoksa günah işleyenlerin ortağı olmuş olur, işledikleri günahtan pay alır.

Ama Allah’ın gösterdiği iyilik ve takva işlerinde aracı olmaktan asla geri adım atmaz, hatta bir sıkıntı gördüğü için “Onu yapmayacağına dair yemin etmek” hiç doğru bir şey değildir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: 

[وَلَا تَجْعَلُوا اللَّهَ عُرْضَةً لِأَيْمَانِكُمْ أَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ]

“İyilik yapmamak, takvalı olmamak ve insanlar arasında sulh yapmamak için Allah’a ettiğiniz yemini bir sebep kılmayın. Nitekim Allah işiten ve bilendir.” [Bakara Suresi 224]

İnsan, iyilik, takva ve sulh işlerinden kaçmak için de Allah’a yemin eder. İzzet-i nefis, gurur veya aşırı kızgınlığından dolayı bu şekilde yemin edip bu tür hayır işleri yapmaktan geri kalır.

Şöyle ki; bir kişi başka bir kişiye kızıp, Allah’a yemin ederek “Artık seni hiç ziyaret etmeyeceğim!”

Veya daha önce yardım ettiği kişiye kızarak “Sana bir kuruş dahi vermeyeceğim, sana hiç yardım etmeyeceğim!”

Veyahut “Ölsen bile sana bakmayacağım!”, “Filan kişiler birbirlerini öldürseler bile hiç onların aralarını bulmayacağım!”, “Filan kişi yüzünden dolayı filan caminin kapısına girmeyeceğim!” gibi buna benzer sözler sarf eder…

İşte, insanlar birbirlerine kızarak yardım etmekten bu şekilde geri adım atarlar.

İslâm ise böyle şeylerden insanları nehyetmiştir. Allah-u Teâlâ özellikle bu ayette çok açık ve net şekilde nehyetmiştir.

İyilik yapmamak, takvalı olmamak veya insanlar arasını bulmamak gibi sözlerin yeminler için bir sebep olmamasını buyurdu. Hatta yemin ederse bozup kefaretini vermesi daha eftaldir.

Resullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

[إني والله لا أحلف على يمين فأره خيرا منها إلا كفرت عن يميني وأتيت الذي هو خير]

“Allah’a yemin ederim ki; Allah’ın izniyle şunu yaparım diye bir şey için yemin edersem, ondan sonra başka bir şeyi bundan daha hayırlı görürsem, bu hayırlı işi yaparım ve daha önce ettiğim yemini bozarak onun kefaretini veririm.”[Buhari ve Müslim]

[من حلف على يمين فرأى غيرها خيرا منها فليكفر عن يمينه وليأت الذي هو خير]

“Bir şey için biriniz yemin ederse, ondan sonra daha hayırlı şey görürse bunu yapsın ve birinci (kararından) vazgeçip yeminin kefaretini versin.”[Buhari ve Müslim]

Bunlar, hayırlı işlerde, Müslümanların “birbirlerine yardım etme değerinin” ne kadar yüksek olduğunu göstermektedir.

Tüm hayırlı işler ise Allah’ın Farz, Mendup veyahut Mubah kıldığı dairede olur. Bir Müslüman kardeşine işte bu işlerde yardımcı olur veya aracı olur.

Fakat kötü işlerde asla birbirlerine yardım etmezler, aracı da olamazlar, tersine öyle işleri yapmak isteyenleri vazgeçirmeye çalışmalıdırlar, yoksa bu günahta onların ortağı olurlar.

Zira münkeri nehyetmek, günah işlemekten alıkoymak büyük farzdır. Marufu emretmek ve münkeri nehyetmekle ilgili ayetler muhkemdir. Burada söz konusu olan Allah’ın yasakladığı bütün haram işlerdir.

Bu nedenle küfrü uygulayan yöneticileri seçmek, onlar için aracı olup da propaganda ve reklam yapmak çok çok büyük haramdır.

Harama götürecek herhangi bir işe vesile olmak ta yine haramdır.  Zalime yardım etmek, onun aracı ve vesilesi olmak ta onun ortağı olmaktır.

Allah-u Teâlâ her şeyi kontrol edip, eksiksiz olarak herkesin yaptığının mutlaka karşılığını verecektir.

Bir Mümin buna inandığından dolayı Allah’tan korkup kötü işlerde bir kimseye aracı olamaz, sadece güzel işlerde aracı olur.

Bu iyiliklerden biri ise tahiyye yani selam vermektir. Bu nedenle bunun arkasında selam vermekle ilgili şu ayet geldi:

[وَاِذَا حُيِّيۡتُمۡ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوۡا بِاَحۡسَنَ مِنۡهَاۤ اَوۡ رُدُّوۡهَا‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ حَسِيۡبًا‏]

“Size bir tahiyye (yani selam) verildiğinde, siz de o selama daha güzeliyle veya onun dengiyle cevap verin. Allah her şeyin hesabını eksiksiz verir.” (Nisa suresi 86)

Burada herkesin “selamının alındığına/alınabileceğine” dair bir delalet vardır.

Kâfir de selam verirse onun selamına karşılık verilir. Fakat sadece “aleyküm selam” diyerek karşılık verilir. “Rahmetullahi ve berekatuhu” sözü asla onlara denmez.

Çünkü “rahmet” sadece müminlere verilir. Kâfirlere ise azap hazırlandı. “Berekat” sözü ile de sadece Müslümanlar için dua edilir, Müslümanın üzerine Allah’ın bereketinin gelmesi için Allah’a dua edersin.

“Selam” ise barış ve emniyettir.

İslâm Hilafet Devleti’nde yaşayan kâfirler zimmi olurlar, onlara emniyet ve barış sağlanır. Harbi olanlara ise asla selam verilmez.

Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem krallara bir mektup gönderince “Hidayete tabi olanlara selam olsun!” yazdırıyordu.

Harbi olmayan zimmiler veya ahitlilere ise sırf selam verilir ve alınır. Nitekim ahitli veya zimmi Yahudiler “selam” değil “sam” diyorlardı.

“Sam” kelimesinin manası ölümdür. Bunun üzerine Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

[إذا سلم عليكم اليهود فإنما يقول أحدهم: السام عليك، فقل وعليك]

“Yahudiler size selam verince sam derler. Biri size ‘samu aleyk’ (senin üzerine sam olsun) deyince, ona ‘aleyk’ (senin üzerine olsun) de.”[Buhari ve Müslim]

İşte kâfirler İslâm’ı reddettikleri ve Müslümanları hiç sevmediklerinden dolayı Müslümanların ölümünü temenni ederler.

Bu ayetten “selamı almanın” veya “cevap vermenin” farz olduğu anlaşılır. Fakat ilk selamı vermenin veya selamı başlatmanın farz olduğu gösterilmedi.

Nitekim Usul-ü fıkıhta gösterildiği gibi bir şeye emretmenin tersi onun gibi bir emir veya bir nehy değildir. Onunla ilgili bir delil geçmedikçe böyle söylenemez.

Bu nedenle asla “Selam almak farzdır, öyleyse selam vermek de farzdır.” denilemez.

Bu ayette, sadece “bize verilen bir selamı almak, ona cevap vermek” ile ilgili emir geldi, buradaki karine kesin olduğundan dolayı farz sayıldı.

Sahih bir hadis-i şerife göre ise “selam vermenin sünnet olduğu” anlaşılır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

[والذي نفسي بيده لا تدخلوا الجنة حتى تؤمنوا، ولا تؤمنوا حتى تحابوا، أفلا أدلكم على أمر إذا فعلتموه تحاببتم أفشوا السلام بينكم]

“Canımı elinde tutana (Allah’a) yemin ederim ki, iman edinceye kadar cennete giremezsiniz, birbirinizi sevinceye kadar iman etmiş olmasınız. Size bir şey gösteriyim mi? Onu yaparsanız birbirinizi severseniz: aranızda selamı yayın (birbirinize selam verin).”[Ebu Davud]

Allah bize, şefaatle yani hayırlı bir işle ilgili aracı olmak ve selamla ilgili hükümleri gösterdikten sonra kıyamet gününde insanlara “bir araya toplanacaklarını” da hatırlatıyor.

Bu bize, Allah’ın o gün herkesin yaptığının illa ki karşılığını vereceğine işaret ediyor.

Kendisinden başka daha doğru söz söyleyen birinin bulunmadığını vurguluyor. Başkaları da doğru söyleyebilir, fakat asla “Allah kadar” hiç kimse doğru söyleyemez ve onu daima söylemez.

Haşa, Allah yalan söylemez, diğerleri yani insanlar doğru söyleyebilir, yalan da söyleyebilirler. Zira Allah’tan başka ilah yoktur. Bunu başta hatırlatıyor:

[اللّٰهُ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ‌ؕ لَيَجۡمَعَنَّكُمۡ اِلٰى يَوۡمِ الۡقِيٰمَةِ لَا رَيۡبَ فِيۡهِ‌ؕ وَمَنۡ اَصۡدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَدِيۡثًا]

“Allah, odur ki, kendisinden başka ilah, yoktur. Elbette kıyamet günü hepinizi huzuruna toplayacaktır. Bu hususta hiçbir şüphe ve şek yoktur. Allah’tan daha doğru söyleyen kim vardır!”(Nisa suresi 87)

Kıyamet gününde Allah’ın, kendi huzuruna bütün insanları toplaması ile ilgili zerre kadar kuşku şüphe ve şek yoktur.

Öyleyse insanlar mutlaka Allah’ın her dediğine harfiyen uysunlar ve tüm nehyinden vazgeçsinler.

Allah daima imanı insanlara hatırlatıyor, eğer iman yoksa O insan Allah ve Rasulü’nün dediğine asla uymaz.

Keza, Ahiret, kıyamet günü, haşır ve neşir, hesap ve ikap (ceza), cennet ve cehennemi sürekli hatırlatıyor.

İman olmadıkça insan Şer’î hükme de asla uymaz, takva sahibi de olmaz, fakat imanı ne kadar güçlü olursa o kadar Şer’î hükme karşı titizlik gösterir bağlanır ve çok muttaki bir kul olur.

İman esastır, Şer’î hüküm ise ferîdir. Şer’î hüküm de imandan kaynaklanır. Şer’î hükmü mutlaka sıkı sıkıya imana bağlamak gerekir ki tüm insanlar Şer’î hükme titizlikle uysunlar. 

Bu ayetlerde şu işaret delaleti vardır:

Allah bizlerden, “kendisinden korkan, günah ve zulüm işlemekten uzak olan, hayırda birbirine yardım eden ve birbirini çok seven” bir toplumun oluşmasını istiyor.

Toplumu oluşturan insanlarla beraber fikirler, duygular ve nizamdır. Eğer insanlara hâkim olan İslami fikir, duygu ve nizam ise İslami toplum olur. Bu nedenle İslam fikir ve duyguları yaymak ve bunun devletini kurmaya çalışmak en büyük farzdır. Eğer İslam Hilafet devleti kurulmazsa toplum asla düzelmez, temiz olmaz, ıslah olmaz ve felaha kavuşmaz. Şu anda dünyadaki bütün dünya toplumları bozuldu. Çünkü bu toplumlara laik, demokratik ve hürriyetçi fikir, duygu ve sistem hâkim oldu. Bundan dolayı Türkiye başta olmak üzere bütün İslam memleketlerimdeki toplumlar bozuldu. İslam memleketleri ve bütün dünya halkları İslam nizamına pek çok muhtaçtır. Kurtuluşları ve saadetleri ancak İslam sistemi kendileri üzerine uyguladığı zaman gerçekleşir, işte o zaman insanlar arasında selam, emniyet, yardımlaşma ve sevgi yayılır.