– 35 –

Münafıklar hakkında ihtilaf

Ahitlilerle ilgili hükümler

Hilafetin dış siyaseti

Münafıklar hakkında Müslümanlar niye ihtilafa düşüp onlara karşı farklı tutum edindiler? Bu asırda laikliği ve demokrasiyi benimseyen, kâfirleri dost ve müttefik edinenler hakkında ihtilafa benzer mi? İslam Hilafet devleti dış devletlere karşı nasıl davranır? Diğer kavimleri kendi himayesi altına alır mı?

فَمَا لَـكُمۡ فِىۡ الۡمُنٰفِقِيۡنَ فِئَـتَيۡنِ وَاللّٰهُ اَرۡكَسَهُمۡ بِمَا كَسَبُوۡا‌ؕ اَ تُرِيۡدُوۡنَ اَنۡ تَهۡدُوۡا مَنۡ اَضَلَّ اللّٰهُ‌ ؕ وَمَنۡ يُّضۡلِلِ اللّٰهُ فَلَنۡ تَجِدَ لَهٗ سَبِيۡلًا‏ ﴿۸۸﴾  وَدُّوۡا لَوۡ تَكۡفُرُوۡنَ كَمَا كَفَرُوۡا فَتَكُوۡنُوۡنَ سَوَآءً‌ فَلَا تَتَّخِذُوۡا مِنۡهُمۡ اَوۡلِيَآءَ حَتّٰى يُهَاجِرُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ‌ ؕ فَاِنۡ تَوَلَّوۡا فَخُذُوۡهُمۡ وَاقۡتُلُوۡهُمۡ حَيۡثُ وَجَدتُّمُوۡهُمۡ‌ وَلَا تَتَّخِذُوۡا مِنۡهُمۡ وَلِيًّا وَّلَا نَصِيۡرًا ۙ‏ ﴿۸۹﴾  اِلَّا الَّذِيۡنَ يَصِلُوۡنَ اِلٰى قَوۡمٍۢ بَيۡنَكُمۡ وَبَيۡنَهُمۡ مِّيۡثَاقٌ اَوۡ جَآءُوۡكُمۡ حَصِرَتۡ صُدُوۡرُهُمۡ اَنۡ يُّقَاتِلُوۡكُمۡ اَوۡ يُقَاتِلُوۡا قَوۡمَهُمۡ‌ ؕ وَلَوۡ شَآءَ اللّٰهُ لَسَلَّطَهُمۡ عَلَيۡكُمۡ فَلَقٰتَلُوۡكُمۡ‌‌ ۚ فَاِنِ اعۡتَزَلُوۡكُمۡ فَلَمۡ يُقَاتِلُوۡكُمۡ وَاَلۡقَوۡا اِلَيۡكُمُ السَّلَمَ ۙ فَمَا جَعَلَ اللّٰهُ لَـكُمۡ عَلَيۡهِمۡ سَبِيۡلًا‏ ﴿۹۰﴾  سَتَجِدُوۡنَ اٰخَرِيۡنَ يُرِيۡدُوۡنَ اَنۡ يَّاۡمَنُوۡكُمۡ وَيَاۡمَنُوۡا قَوۡمَهُمۡ ؕ كُلَّمَا رُدُّوۡۤا اِلَى الۡفِتۡنَةِ اُرۡكِسُوۡا فِيۡهَا‌‌ ۚ فَاِنۡ لَّمۡ يَعۡتَزِلُوۡكُمۡ وَيُلۡقُوۡۤا اِلَيۡكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوۡۤا اَيۡدِيَهُمۡ فَخُذُوۡهُمۡ وَاقۡتُلُوۡهُمۡ حَيۡثُ ثَقِفۡتُمُوۡهُمۡ‌ ؕ وَاُولٰٓٮِٕكُمۡ جَعَلۡنَا لَـكُمۡ عَلَيۡهِمۡ سُلۡطٰنًا مُّبِيۡنًا﴿۹۱﴾ 

“Size ne oluyor ki münafıklar konusunda Allah onları işledikleri kötülükleri yüzünden ters yüz etmişken iki grup oluyorsunuz? Allah’ın dalalette bıraktığını siz mi hidayete getirmek istiyorsunuz? Allah kimi dalalette bırakırsa artık sen onun için asla yol bulamazsın (doğru yola getiremesin)! (88) Onlar, kâfir oldukları gibi sizin de kâfir olmanızı ve böylece onlarla küfürde eşit olmanızı istiyorlar. Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini veli, dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan hiçbirini dost veya yardımcı edinmeyin! (89) Ancak sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme sığınırlarsa sizinle veya kavimleriyle savaşmak istemeyip içleri sıkılıp size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları size musallat kılıp sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak kalıp sizinle savaşmazlarsa ve sizinle barışmak isterlerse Allah onlar üzerine size bir yol bırakmadı! (90) Başkalarını da sizden ve kavimlerinden güvende olmayı arz eder gibi bir hâlde bulacaksınız. Fakat fitneye her çağırılışında hemen içine düşüp dalarlar. Eğer onlar sizden uzak durmaz, sizinle barışmak istemez ve (savaştan) ellerini çekmezlerse onları yakalayıp bulduğunuz yerde öldürün. Onlar üzerine size apaçık otorite kıldı. (91)

“Uhud savaşında Abdullah bin Ubey ordunun üçte birini, yaklaşık olarak 300 kişiyi savaştan çekti, Resulullah ile birlikte yaklaşık olarak 700 kişi kaldı.” [İbni İshak, İbni Hanbel] Müslümanlar bunlar hakkında ihtilafa düştüler, bir kısım Müslümanlar ‘Bunları öldürelim!’ derken, bir kısım Müslümanlar: ‘Hayır, öldürmeyelim, çünkü bunlar mümindir!’ dediler. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurdu:

[إنها طيبة (يعني المدينة)، وإنها تنفي الخبث كما تنفي النار خبث الفضة]

“Şüphesiz ki o (Medine) temizdir. Ateşin gümüşün pisliğini attığı gibi o (Medine) pisliği atar.” [Buhari ve Müslim]

İbni Abbas’tan şöyle rivayet edildi: “Mekke’de bir kavim (bir grup kimse) İslâm’dan söz ettiler (Müslüman olduklarını gösterdiler), aynı anda Kureyş ile beraber oluyorlardı. Mekke’den bir şey elde etmek üzere çıktıklarında şöyle dediler: Eğer Muhammed’in arkadaşlarıyla karşılaşsak artık onlarla bir sorunumuz yoktur. Mekke’den bunların çıkışını öğrenince bir kısım müminler ‘Bu korkaklara doğru gidelim onları öldürelim, çünkü bize karşı düşmanlarımızla iş birliği yapıyorlar.’ dediler. Müminlerden bir başka grup ise şöyle dediler: SubhanAllah! Sizin gibi konuşan (Müslüman olduklarını söyleyen) kimseleri mi öldürmek istiyorsunuz? Onlar diyarlarını terk etmeyip hicret etmediklerinden dolayı onların kanlarını ve mallarını helal kılıyorsunuz! Bu şekilde onlar hakkında müminler iki gruba bölündüler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.” [Ela’vi, İbni Ebi Hatem]

Allahu Teâlâ, savaştan çekilenleri ve hem kâfirlerle beraber olmak isterken hem de Müslümanlarla geçinmek isteyen kimselerin münafık olduklarını vasıflayıp onları savunan Müslümanları ayıpladı. Çünkü münafıklar hidayeti istemediklerinden dolayı dalalete düştüler. Bir kısım Müslümanlar bunları nasıl savunabilirler? Bu münafıkların Müslüman olduklarını iddia etmeleri onları kurtarmaz, amelleri pek önemlidir, amelleri ise İslâm’a terstir.

Asrımızda, küfür olan demokrasi, laiklik ve Batı kanunlarını uygulayıp kâfirleri dost edinen, onlarla müttefik olan (iş birliği yapan) yöneticileri ve partileri savunan Müslümanlar vardır.

Bunlar hidayeti istemedikleri için Allah onları dalalette bıraktı, hidayeti isteselerdi Allah onları hidayete erdirecekti. Allah onları dalalete zorlamadı, hidayeti istemedikleri zaman Allah onları hidayete erdirmez. Hidayeti isteyeni hidayete erdirir, istemeyeni dalalette bırakır ve bu şekilde şeytan ona musallat olup her kötülük işlemek üzere vesvese verir. İşte onlar bu hâldeyken mümin ne kadar çalışsa ve onları savunsa da hidayete erdiremezler. Zira münafıklık kalplerinde yerleşti, yirmi sene onları savunsanız da hidayete gelmezler, hep sizi kandırmaya çalışırlar. Müminleri kendileri gibi münafık ve kâfir yapmaya çalışırlar. Müminleri laik ve demokrat yapmaya, Batı’ya ait genel hürriyetleri ve insan haklarını, Batı kanunları ve değerlerini müminlere kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu şekilde küfürde eşit olacaklar. İşte kâfirler ve dostları müminleri bu hâle getirmeye çalışıyorlar.

Mümin olduklarını iddia edenler Allah için daru’l küfürden daru’l İslâm’a hicret etmezlerse küfür sisteminde kalmayı tercih ederlerse onları dost edinmeyin. O zaman Mekke daru’l küfür idi, Kureyş küfür ahkâmıyla insanları yürütüyordu. Medine içinde İslâm Devleti kurulduktan sonra daru’l İslâm oldu, İslâm hayatını yaşamak ve cihad etmek için ona hicret etmek gerekirdi. Mümin olduklarını iddia eden o grup insanlar bunun için Medine’ye hicret etmezlerse harbi sayılırlar, iddiaları kendilerine fayda getirmez, muharip olan kâfir Kureyşliler gibi sayılıp onları öldürmek gerekirdi. Onları dost edinmek ve onlarla yardımlaşmak haramdır. Onlar güvenilir değil, onlarla yardımlaşırsanız sizi rezil ederler, düşmanlarınıza sizi teslim ederler. Asrımızdaki gibi münafık yönetici ve partiler müminleri, düşman olan Amerika, Avrupa ve Rusya’ya teslim ederler. Bunların hesabına çalışırlar. Türkiye’yi haçlı pakt olan NATO’ya dâhil ettiler ve onun üssü hâline getirdiler ve onun uğrunda Kore’de, Afganistan’da ve başka yerlerde savaştılar. Suriye’deki Müslümanları rezil edip Rusya ve gaddar ve zalim Beşşar Esad’ın rejimine teslim ettiler.

Eğer bir yönetici veya bir parti İslâm’ı sözde ve fiilde benimsemezse, uygulamazsa, kâfirlerin dostluğu ve müttefikliğini terk etmezse onlara güvenilemez, müminlerin onlara tabi olmaları ve kendilerini yönetmek üzere vekâlet vermek ve güvenmek mesabesinde oy vermeleri pek büyük günahtır. Bu şekilde müminler o münafıkları dost edinmiş olurlar, daha ziyade onları kendi yöneticileri hâline getirirler.

“Ancak sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme sığınırlarsa sizinle veya kavimleriyle savaşmak istemeyip içleri sıkılıp size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları size musallat kılıp sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak kalıp sizinle savaşmazlarsa ve sizinle barışmak isterlerse Allah onlar üzerine size bir yol bırakmadı.”

Bu ayetler İslâm Devleti’nin varlığından söz eder, bu antlaşmaları ancak devlet yapar. Bu nedenle İslâm Devleti’nin kurulmasının gerekliliğine ve Müslümanların bu devleti kurmasına dair çalışma yapmalarına işaret eder. Zira usulü fıkıhta işaret delaletine itibar edilir. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Medine’de İslâm Devleti’ni kurduktan sonra Kureyş devletiyle altı sene savaştı. Ondan sonra Hudeybiye’de on seneye kadar ateşkes antlaşması yapınca onun ahdine, hükmü ve himayesi altına Huza’ kabilesi girerken Kureyş’in ahdine Beni Bekre kabilesi girdi. Bu şekilde Kureyş’e intibak eden muamele Beni Bekre’ye intibak eder. Bu kabile ile savaşılmaz, antlaşmayı bozarsa veya Kureyş bozarsa ikisine karşı savaş ilan edilir. Nitekim böyle oldu, Beni Bekre İslâm Devleti’nin himayesi altına giren Huza’ kabilesine saldırınca Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Kureyş’le antlaşmayı feshedip Mekke’yi fethetmek üzere bir ordu hazırladı ve bu şekilde fethetti.

Bir rivayete göre Suraka bin Malik kendi kavmi olan Beni Mudlec’le savaşmak üzere İslâm Devleti’nin Başkanı Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Halit Bin Velid’in komutasında bir ordu göndermesini duyunca bunu durdurmak için hemen Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanına gelip şöyle dedi: “Benim kavmime karşı bir ordu göndermek istediğinizi duydum, onlarla bir anlaşma yapmanızı istedim. Eğer senin kavmin (Kureyş) Müslüman olursa onlar Müslüman olurlar, eğer Müslüman olmazlarsa senin kavmin (Kureyş’in) kalpleri onlar için korkmaz (merhamet göstermez). Bunun üzerine Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Halit bin Velid’i bunu yapmak için gönderdi. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e (İslâm Devleti’ne) karşı hiçbir güçle yardımlaşma yapmamak üzere ve Kureyş İslâm’a girerse onlar da gireceklerine dair söz vererek Halit bin Velid onlarla (Mudlec kabilesiyle) anlaşma yaptı. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: Ancak sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavme sığınırlarsa sizinle veya kavimleriyle savaşmak istemeyip içleri sıkılıp size gelenlere dokunmayın!” [İbni Ebi Hatem]

İşte bunlar gibi eğer kâfir bir kavim Müslümanlarla savaşmaktan uzak kalıp ateşkes olan barış anlaşmasını kabul ederlerse onlardan kabul edilir, onlarla savaşmak caiz değildir. Allah isteseydi o kâfir kavimleri Müslümanlara musallat kılıp savaş açacaklardı. Fakat Allah bunu istemedi, bu hükmü indirdi. Onlarla Müslümanların anlaşmayı kabul etmelerini istedi. Bunlarla anlaşmayı kabul etmemelerini isteseydi o kâfir kavimler Müslümanlarla savaşacaklardı, Müslümanlara musallat olacaklardı. Bu şekilde Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in diğer kavim ve devletlerle siyasi davranışlarının vahye göre olduğu ve vahiy dışında hiç çıkmadığı ortaya çıkar. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sözü, fiili ve takriri olan Sünnet’in vahiy olduğu ispatlanır. 

İslâm Hilâfet Devleti bir kâfir devletle ateşkes antlaşması yaparsa karşı taraf bozmazsa bozmaz. Ancak karşı taraf veya onun himayesine giren kavim bozarsa İslâm Hilâfet Devleti bozar. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

[وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنۡ قَوۡمٍ خِيَانَةً فَانْۢبِذۡ اِلَيۡهِمۡ عَلٰى سَوَآءٍ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الۡخَآٮِٕنِيۡنَ]

(Antlaşma yaptığın) bir kavimden bir hainlikten korkarsan (bir şekilde bozacaklarını hissedersen) sen de antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Zira Allah asla hainleri sevmez.” [Enfal Suresi 58]

Buradaki hitap İslâm Devlet reisi olan Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hitaptır, bu da ondan sonra gelecek halifelere hitaptır. İkinci Râşidî Hilâfet Devleti kurulunca aynı şekilde davranacaktır.

“Başkalarını da sizden ve kavimlerinden güvende olmayı arz eder gibi bir hâlde bulacaksınız, fakat fitneye her çağırılışında hemen içine düşüp dalarlar. Eğer onlar sizden uzak durmaz, sizinle barışmak istemez ve (savaştan) ellerini çekmezlerse onları yakalayıp bulduğunuz yerde öldürün. Onlar üzerine size apaçık otorite kıldı.”

Bazı kavim ve devletler güçlü olanın yanında durmaya çalışırlar, dönektirler. Ayrıca İslâm Devleti’ne gelince Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e biz Müslümanız derler, Mekke’ye giderlerse Kureyş’e biz sizinle beraberiz derler, tam münafıktırlar. Bu şekilde fitneye düşerler. Eğer bu tip insanlar Müslümanlarla savaşmaktan uzak kalmazlarsa, tam teslimiyet göstermezlerse onları öldürmek hak olur, bunlar nerede bulunurlarsa öldürülür, çünkü fiilî savaşçıdırlar. Bu şekilde Allah onlar üzerine Müslümanları bir otorite kıldı.

İşte dünyada devletlerin tipleri böyledir, bazılar direk İslâm Devleti’yle anlaşma yapıp sözlerini tutarlar. Bazıları bu devletlerin antlaşmalarına girerler, onlar üzerine aynı hüküm uygulanır. Bazıları sözlerini tutmazlar, her an bozabilirler. Bazılar ise güçlü olanın yanında dururlar, her an dönebilirler, dönektirler, münafıktırlar, herkese onlardanmış gibi görünürler. Başka bir surede Allahu Teâlâ onları şu şekilde teşhir etti:

[وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُونَ]

(Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit ‘(Biz de) iman ettik!’ derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları, kâfir dostları ile baş başa kaldıklarında ise ‘Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz’ derler.” [Bakara Suresi 14]

Hudeybiye Anlaşması yapılmadan Kureyş’le olduğu gibi fiilî savaş varsa ona karşı savaş hâli ittihaz edilir, sürekli ona karşı teyakkuz hâlinde olunur, muharip düşman sayılır. Hudeybiye’de anlaşma yapıldığı gibi ateşkes anlaşması yapılırsa savaş durdurulur, anlaşma gereği yapılır. Huza’ kabilesi gibi İslâm Devleti’nin ahdine giren devletler de olur, İslâm Devleti onları korur. Beni Bekre kabilesi gibi karşı tarafın ahdine girerse aynı hüküm üzerine uygulanır. Eğer İslâm Devleti’ne tam teslim olursa ve savaştan vazgeçerse ondan kabul edilir, bunlarla İslâm Devleti değişik ticari, diplomatik ve kültürel anlaşmalar yapar. Eğer sözünü tutmayan devlet olup herkese onlardan gibi görünürse, hep güçlü olan yanında durursa bu devletlere güvenilmez ya teslim olurlar ya da onlarla savaşılır. Eğer Rum ve Pers devletleri gibi kendilerini büyük sayıp İslâm Devleti’ni yok etmeyi planlıyorlarsa veya İslâm topraklarına göz dikip üzerine egemenliklerini ve nüfuzlarını yerleştirmeye çalışırlarsa hükmen savaşçı olurlar, onlarla daimî diplomatik anlaşma yapılmaz, onlara karşı daima uyanık olunmalıdır, onlarla her an fiilî, sıcak savaş çıkabilir. İslâm dünyasındaki devletler yabancı ülkeler sayılmayıp onlar İslâm Devleti’yle birleştirilmeye çalışılır.  

İşte İslâm Hilâfet Devleti dış siyasette bu şekilde hareket eder. Zira şeriat dış siyasetle ilgili hükümleri kapsar, bu hükümler Allah’ın emir ve nehiyleri olarak uygulanır, O’nun rızası hedef edinir.