– 38 –

Hicretin manası, onunla ilgili şeri hükümler, hicret etmeyenlerin cezası:

Hicret nedir ve niçin edilir? Ne zaman farz veya sünnet veyahut mübah olur? Ne zaman haram veya mekruh olur?  Hicret edenlerin dünyada ve ahirette ödülü nedir? Melekler ruhu çekerken zalimlere nasıl azap verirler?

Allah şöyle buyurdu:

 اِنَّ الَّذِيۡنَ تَوَفّٰٮهُمُ الۡمَلٰٓٮِٕكَةُ ظَالِمِىۡۤ اَنۡفُسِهِمۡ قَالُوۡا فِيۡمَ كُنۡتُمۡ‌ؕ قَالُوۡا كُنَّا مُسۡتَضۡعَفِيۡنَ فِىۡ الۡاَرۡضِ‌ؕ قَالُوۡۤا اَلَمۡ تَكُنۡ اَرۡضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوۡا فِيۡهَا‌ؕ فَاُولٰٓٮِٕكَ مَاۡوٰٮهُمۡ جَهَـنَّمُ‌ؕ وَسَآءَتۡ مَصِيۡرًا ۙ‏ ﴿۹۷﴾  اِلَّا الۡمُسۡتَضۡعَفِيۡنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَآءِ وَالۡوِلۡدَانِ لَا يَسۡتَطِيۡعُوۡنَ حِيۡلَةً وَّلَا يَهۡتَدُوۡنَ سَبِيۡلًا ۙ‏ ﴿۹۸﴾  فَاُولٰٓٮِٕكَ عَسَى اللّٰهُ اَنۡ يَّعۡفُوَ عَنۡهُمۡ‌ؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُوًّا غَفُوۡرًا‏ ﴿۹۹﴾  وَمَنۡ يُّهَاجِرۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ يَجِدۡ فِى الۡاَرۡضِ مُرٰغَمًا كَثِيۡرًا وَّسَعَةً‌ؕ وَمَنۡ يَّخۡرُجۡ مِنۡۢ بَيۡتِهٖ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ ثُمَّ يُدۡرِكۡهُ الۡمَوۡتُ فَقَدۡ وَقَعَ اَجۡرُهٗ عَلَى اللّٰهِ‌ ؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوۡرًا رَّحِيۡمًا﴿۱۰۰﴾ 

“Kendilerine zulmetmekte, yazık etmekte iken vefat ettirdikleri kimselere melekler şöyle dediler (diyecekler): ne halde idiniz? Onlar “(bulunduğumuz) yerde zaafa uğratıldık, eziliyorduk” dediler. Melekler “Allahın arzı geniş değil mi idi; hicret etseydiniz ya! dediler. Bunların geleceği cehennemdir, orası ne kötü yerdir”. Ancak (hicrete muktedir olmayan) zayıf olan erkek, kadın ve çocuklar müstesnadır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Zira Allah çok afedicidir, günahları bağışlıyıcıdır. Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde birçok uygun yer ve imkân bulacaktır. Kim Allah ve Resulü için hicret etmek üzere evinden çıkıp yolda ölüm ona yetişirse onun sevabı, mükafa’tı Allah üzerinde bir haktır. Allah daima mağfiret ve rehmet sahibidir”.    (Nisa 97-100)

Bu ayetlere binaen, insan kendi dinini uygulamak için mücadele etmeyip dinini yaşamaktan engelleniyorsa hicret etmesi farz olur. Yoksa onun geleceği cehennemdir. Zira bu kişi dinini uygulamadığından dolayı kendi kendine zulmetmiş, yazık etmiş olur. Çünkü zalimler ona zulmedince onlara karşı susup mücadele etmedi. Mücadele ederse ve onları değiştiremezse veya dinini yaşamak üzere hakkını elde edemezse hicret etmelidir.  

Ancak hicrete muktedir olmayan zayıf kimseler istisna edildi. İnsanın elindeki nimetleri terk edip hicret edince öbür yerde fakirlikten ve sıkıntıdan korkmaması gerekir. Zira Allah ona çok uygun yer imkân hazırlardı, bu, Allah’ın sözüdür. Çünkü bu insan Allah ve Resulü için hicret ediyor, yani dar-ul İslam’a hicret ediyor, orada İslam hayatını yaşayacak ve İslam’ı hâkim kılmak için cihad edecektir. Hatta yolda vefat ederse Allah indinde onun büyük ödülü vardır; Allah’ın rızası ve cennettir. Çünkü niyeti Allah ve Resulü yolunda hicret etmektir.

 Allah şöyle buyurdu:

اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَ هَاجَرُوۡا وَجَاهَدُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ بِاَمۡوَالِهِمۡ وَاَنۡفُسِهِمۡۙ اَعۡظَمُ دَرَجَةً عِنۡدَ اللّٰهِ‌ؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡفَآٮِٕزُوۡنَ‏  يُبَشِّرُهُمۡ رَبُّهُمۡ بِرَحۡمَةٍ مِّنۡهُ وَرِضۡوَانٍ وَّجَنّٰتٍ لَّهُمۡ فِيۡهَا نَعِيۡمٌ مُّقِيۡمٌ ۙ‏ ﴿۲۱﴾  خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَاۤ اَبَدًا‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ عِنۡدَهٗۤ اَجۡرٌ عَظِيۡمٌ‏   

“İman edip hicret eden, Allah uğrunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler Allah indinde daha üstün dereceye sahip kimselerdir. Kazananlar onalardır. Rableri kendi tarafından bir rahmet, bir rıza ve daimi nimetlere sahip olan cennetlerle müjdeler. Orada ebediyen kalıcı olacaklar. Şüphesiz ki Allah katında büyük ecir, karşılık vardır”. (Tevbe 20-22)

Bir müslüman toplumu çoğu kâfir bir memlekette bulunup dinini kendi üzerine uyguluyabiliyorsa hicret etmesi farz değildir. Fakat İslam davetini yüklenmeye çalışmalıdır, böylece çalışmadan rahat yaşaması doğru değildir, çünkü Müslüman nerede bulunursa bulunsun İslam davetini taşımalıdır. Zira daveti yüklenmek her müslümana farzdır.  

İslam Hilafet devleti kurulursa ve ihtiyaca binaen çağırılırsa oraya hicret etmesi gerekir. Zira bu devleti korumak ve güçlendirmek büyük bir farzdır. Yukarıdaki ayet bunu açıkça beyan etmiştir. Şu ayet bunu pekiştirdi:

 فَاسۡتَجَابَ لَهُمۡ رَبُّهُمۡ اَنِّىۡ لَاۤ اُضِيۡعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنۡكُمۡ مِّنۡ ذَكَرٍ اَوۡ اُنۡثٰى‌‌ۚ بَعۡضُكُمۡ مِّنۡۢ بَعۡضٍ‌‌ۚ فَالَّذِيۡنَ هَاجَرُوۡا وَاُخۡرِجُوۡا مِنۡ دِيَارِهِمۡ وَاُوۡذُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِىۡ وَقٰتَلُوۡا وَقُتِلُوۡا لَاُكَفِّرَنَّ عَنۡهُمۡ سَيِّاٰتِهِمۡ وَلَاُدۡخِلَنَّهُمۡ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ‌ۚ ثَوَابًا مِّنۡ عِنۡدِ اللّٰهِ ‌ؕ وَاللّٰهُ عِنۡدَهٗ حُسۡنُ الثَّوَابِ‏

“Bunun üzerine onların Rabbi, dualarını kabul etti. Onlara dedi ki: şüphesiz ben erkek olsun kadın olsun hiç birinizin salih amelini boşa çıkarmam. Nitekim siz birbirilerinizdensiniz. (Allah için) kim hicret ederse ve diyarlarından çıkarılmışsa, benim uğrumda eziyet çekerse, savaşıp öldürülürse muhakkak; onların kötülüklerini örteceğim ve altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu ise; Allah’tan bir mükâfattır. Nitekim en güzel mükâfat Allah’ın katındadır. (Al-i İmran 195)

Bu devleti tesis etmek için İslam memleketlerine gidip ordada ikamet etme imkânı kimin varsa yapması daha üstündür, daha sevaplıdır.

Müslüman içinde bulunduğu memleketi değiştirme imakanı varsa oradan hicret etmesi caiz değildir, haramdır. Allah şöyle buyrudu:

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا قَاتِلُوا الَّذِيۡنَ يَلُوۡنَكُمۡ مِّنَ الۡكُفَّارِ

“ Ey İman edenler! Size en yakın kâfirlerle savaşın” (Tevbe 123)

Ancak ikamet ettiği Dar-ul küfür’de İslama ve davetine daha yararlı ise kalması daha efdaldir, daha fazla sevabı vardır, hicret etmesi mekruhtur.  Ayrıca İslam devleti onu çağırmazsa daveti yüklenip bulunduğu yeri Dar-ul İslama çevirmeye çalışması gerekir, hicret etmesi hiç doğru değildir.

Nuaim Enham adlı müslüman hicret etmek isteyince onun kavmi Udey oğulları ona şöyle dediler: “senin dinin üzerinde kalarak bizde ikamet et, sana eziyet verecek kimselerden seni koruruz ve ihtiyacın neyse temin ederiz”. Zira bu müslüman Udey kavminin yetimlerine ve dul kadınlarına bakıyordu. Bir müddete kadar hicret etmedi, fakat ondan sonra hicret etti. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onu lavmederek şöyle dedi:

” قومك كانوا خيرا لك من قومي لي. قومي أخرجوني وأرادوا قتلي، وقومك حفظوك ومنعوك”

“ Senin kavmin sana, benim kavmimden bana daha hayırlıdır. Benim kavmim beni çıkartmak ve öldürmek istediler. Senin kavmin seni korudular ve sana sahip çıktılar” (İbni Hacr’e ait El isaba kitabı)

Eğer Hilafet devleti ona muhtaç değilse ve kaldığı memlekette dinini kendi üzerine ve ailesine uygulayabiliyorsa hicret etmesi mübahtır.

İnsan dünyevi bir şey kazanmak veya evlenmek için hicret ederse, sevabı yoktur,  hicret sevabı yoktur, şeri manada hicret etmiş sayılmaz.

 Zira dilde hicret insanın daimi ikamet yerini terk edip başka yere gidip daimi olarak yerleşmektir, göç etmektir.

Şeri manada ise Allah için başka yere göç etmektir. Gösterdiğimiz ayetler bu manayı açıkça belirlemiştir.

Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir kişi bir kadınla evlenmek için hicret edince bunu açıklayarak şöyle buyurdu:

” إنما الأعمال بالنيات، وإنما لكل إمرئ ما نوى، فمن كانت  هجرته إلى الله ورسوله فهجرته إلى الله ورسوله، ومن كانت هجرته لدنيا يصيبها أو امرأة ينكحها فهجرته إلى ما هاجر إليه”

“ Ameller niyete göre olur, her kimsenin niyeti neyse öyle karşılık bulur. Kimin hicreti Allah ve Resulü için olursa, onun hicreti Allah ve Resulü için sayılır (hicret sevabı alır). Kimin hicreti kazancağı dünya için ise veya evleneceği kadın için ise onun hicret bunun için olur (hicret sevabı almaz) ( Buhari ve Müslim)  

Burada şu da açıkça anlaşılır; yapılacak amelde iki şart vardır, birincisi: Amel Allah’ın ve Resulünün emrettiği ve istediği şekilde olması ve yapılmasıdır, ikincisi ise niyetin sırf Allah için olmasıdır. İslam’a aykırı bir amel yaparsa niyeti ne olursa olsun kabul edilmez. İslama uygun amel yaparsa ama niyeti Allah için değilse onun sevabı yoktur.  

İşte Müslüman’ın bu hayatta asıl görevi Allaha kulluk etmek ve razı etmektir. Bu nedenle küfrün hâkimiyetine razı olmaz, onu kaldırıp İslam hâkimiyetini tesis etmeye çalışır, yoksa hem dünyada hem ahirette rezil olur. Bulunduğu yeri değiştirmek üzere gayret sarf eder, değiştiremezse başka yeri arar, çünkü bütün arz Allah’ındır, onun üzerinde Allah’ın sözünü hâkim kılmak ve yükseltmek gayesiyle mücadele eder. Böylece farzı yerine getirmiş ve büyük sevap elde etmiş olur.

Vatancılık diye bir şey yoktur, ezildiği ve dinini yaşamadığı halde daimi ikamet ettiği yere, vatan denilen şeye yapışmaz. Nitekim her an ölebilir, kıyamet gününe kadar onun yeri toprak içinde, yer altında olur. Öyleyse Allah uğrunda ölmeye çalışmalıdır ki onun rızasını kazansın, ebediyen daimi ikamet yeri cennet te olsun.

Bu ayete göre vatancılık yoktur, daha doğrusu vatancılığı çürütmektedir, bütün dünya Allah’ın arzıdır, mülküdür, üzerine sadece onun dini hâkim olmalıdır. Zira mülk sahibinin kendi mülkü üzerine kendi sözü geçerli olur ve kendi kanunları uygulanır.  

Zira vatancılık İslami bir mefhum olmadığı gibi sömürgeci Batıdan gelen İslam’a zıt bir mefhumdur. Bunun manası, sınırları belirlenmiş bir toprakta yaşayan halk ve onu yöneten otoritedir. İşte Batıya göre vatan üç unsurdan oluşur: sınırlı toprak, belli bir halk ve onun otoritesidir.

İslam sınırları tanımaz, bütün arz Allah’ındır, onun üzerine Allah’ın sözü hâkim olmalıdır. Tarih boyunca yeni İslam devletinin yaptığı fetihlerle ve kendilerinden İslam’a giren insanların devlete topraklarını katmakla İslam devleti genişledi, hemen hemen üç kıtayı kapsadı. Zira İslam bütün insanlara gönderilmiş bir dindir, halklar arasında ayırımı kabul etmez, reddeder. Allah’ın Kitabı ve Resulünün sünnetini uygulamak üzere Ümmetin seçip biat ettiği Halife dünyadaki bütün Müslümanların Başkanı olur. Müslümanların iki Halifesi olamaz.  Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” إذا بويع لخليفتين فاقتلوا الآخر منهما”

“ İki halifeye biat edilirse ikincisini öldürün” (Müslim)

Bunun manası Müslümanların bir devletten fazla devletleri olamaz.

İslam’a göre dünyada iki yer var: Dar-ul İslam ve Dar-ul Küfür’dür. Bir yerde İslam uygulanıyorsa ve emniyet Müslümanların ellerinde ise Dar-ul İslam olur. Bu iki şarttan biri yoksa Dar-ul küfür olur.

Arapçada vatan hayvanların bağlandığı yerdir. Ondan sonra örfi manada insanın daimi ikamet ettiği yer olarak kullanıldı. İnsanın birden fazla daimi ikamet yeri varsa bir kaç vatanı olur. Birinde bulunursa namazı kısaltamaz.

Batı İslam devletini yıkmak ve müslümanları bölmek için vatan ve vatancılık mefhumunu yaymaya başladı. Ajanları vasıtasıyla şöyle bir uydurma hadisi yaymaya da çalıştı: “Vatanı sevgisi İmandandır”. Oysa bunun hiç aslı yoktur, ayetelere terstir, İslama aykırı gelen bir sözdür. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sözü değildir.

Osmanlı devletiyle savaşan Batı ve ajanları bunu yaymaya başladılar. Osmanlı devletine karşı siyasi ve fikri olarak çıkıp 1840’tan itibaren İnglizlerle beraber çalışmaya başlıyan Maruni hırisitiyan Butrus Bostani adlı kişi 1870’ten itibaren Lübnan’da  “Elcinan” (Cennetler) adlı dergi çıkarıp başına daimi slogan olarak

 ” حب الوطن من الإيمان” “Vatanı sevgisi İmandandır” diye yerleştirdi. Bazı kimseler düşünmeden ve araştırmadan buna aldanarak vatan uğrunda savaşmaya başlayıp Osmanlı devletine karşı çıktı. Zira sömürgeciler Osmanlı Devleti adı yerine Türkiye adını çıkarttılar, ajanları sırf bu ad için, vatancılık uğrunda mücadele etmeye başlayıp Hilafeti yıkmaya yönelik çalışma yürüttüler.

Allah kendi arzı üzerine insanı halife kılıp kendi dini ve kanunlarını uygulamak istedi. Müslüman bu görevi üstlendi, ancak bunun için mücadele eder. Allah bu görevi ve vacibi beyan ederek şöyle buyurdu

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَالَّذِينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَةَ اللَّهِ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

“Şüphesiz ki, iman edip hicret edenler ve Allah uğrunda cihad edenler Allah’ın rahmetini umarlar.  Hâlbuki Allah mağfiret ve rahmet sahibidir.” (Bakara 218)

Önceki ayette kâfirlerin baskısı, fitnesi ve tehdidi altında dininden dönenlerin hüsranda olduklarını beyan ettikten sonra bu ayette imanları üzerinde sebatlılık gösterip fitnelerden ve baskılardan kaçıp hicret edenler ve cihada katılanların Allah’ın rahmetine sığınmış oldukları gösterildi.  Allah bunları affeder ve rahmetine kavuşurlar. Allah onlara dünyada yardım eder ve zafer verir, ahirette onları cennete koyar.

 Gerçek müminler böyledir, kâfirlerin propagandasından etkilenmezler, onların baskı ve tehditlerinden korkmazlar ve onlara boyun eğmezler.  Tersine, bütün açıklıkla ve güçlülükle kâfirlerin fikirlerine saldırırlar.  Tıpkı Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve sahabelerinin yaptıkları gibi.

Bu ayette hicretle ilgili işaret delaleti vardır. Hicretin ne zaman farz olduğuna işaret eder. Müslümanlar dinlerinde fitneye maruz kalınca bulundukları yeri değiştiremezlerse hicret etmeleri farz olur. Fakat dinlerinden dönemezler, o yeri terk edip dinlerini yaşayacakları yere hicret ederler.

Önceki ayette kâfirlerin müslümanları dinlerinden döndürmeye çalışacakları, bütün güçelrini kullanacakları ve Allah’ın dininden dönenlerin cehennemlik olduklarını gösterdi. Ölüme kadar sebata çağırdığı gibi haram aylarında bile savaşı hak kıldı. Çünkü kâfirler Allahın yolundan insanları çeviriyorlar, iman etmelerini engelliyorlar, müminleri diyarlarından çıkarıyorlar veya çıkmaya zorluyorlar. Bu nedenle bunu fitne sayıp bu fitnenin Haram aylarında bir inasanı öldürmekten daha büyük olduğunu bildirdi. Ondan sonra, iman edip hicret edenler ve Allah uğrunda cihad edenleri övdü, onlar Allah’ın rahmetine nail oldular.

Bunun manası Müslüman bulunduğu memlekette dinini yaşayamazsa ve orayı değiştirmek için gücü yetmiyorsa hicret etmelidir. Zira önemli olan Allah’ın rızasını kazanmak, cennete girmek ve cehennem azabından uzak durmaktır. Bunun uğrunda yurdunu, malını ve meskenini feda eder. Aynen Mekkede’ki kâfirler tarafından fitneye maruz kalan müslümanlar gibidir. Resulullah onların Habeşistan’a hicret etmelerini talep etti. Orada kendileri için emniyet bulup rahatça dinlerini yaşayacaklar. Ama kendisi ve bir grup Sahabelerle beraber İslam devletini kurmak üzere Mekke etrafından nusreti talep etmeye başladı. Zira orada gerçek dar-ul hicre (hicret yeri) olacaktır. Nihayet Medine’de nusreti bulup orada İslam devletini kurabildi ve Müslümanların oraya hicret etmelerini talep etti.

Dar-ul hicre aynı anda dar-ul İslam olur; orada emniyet Müslümanların ve İslam hükümleri icra edilir. İşte dar-ul İslam’ın iki şartı bunlardır. Müslümanlar memleketlerinde bu iki şartı gerçekleştirmek için mücadele etmeliler. Çünkü İslam hayatını yaşamalılar, dünyaya İslam davetini yüklenmeleri gerekir. Bu nedenle iman edip hicret edenler cihad ettiklerini ayette zikretti. Burada hicretten maksadı gösteriyor, Allah’ın dinini yaşamaktan sonra cihad etmektir. Cihattan maksat İslam davetini yaymak, Allahın dinini hâkim kılmak ve yeryüzünden küfrü kaldırmaktır. Daha önce bu sure, Bakara suresinde cihadın maksadı gösterildi. 

 Allah şöyle buyurdu:

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلَّهِ فَإِنْ انتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ إِلَّا عَلَى الظَّالِمِينَ

“Bir fitne kalmayıncaya ve yal­nız Allah’ın dini hâkim oluncaya kadar savaşın.  Eğer onlar (küfür, şirk ve haksızca saldırılardan) vazgeçerlerse ancak zalimlere sal­dırı gerçekleşir” (Bakara 193)

Fitne ise müslümanları dinlerinden döndürmek, dinlerini yaşamaktan alıkoymak ve şeriat hâkimiyetinin gerçekleşmesini engellemektir.

Allah şöyle de buyurdu:

قَاتِلُوا الَّذِيۡنَ لَا يُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالۡيَوۡمِ الۡاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُوۡنَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُوۡلُهٗ وَلَا يَدِيۡنُوۡنَ دِيۡنَ الۡحَـقِّ مِنَ الَّذِيۡنَ اُوۡتُوا الۡـكِتٰبَ حَتّٰى يُعۡطُوا الۡجِزۡيَةَ عَنۡ يَّدٍ وَّهُمۡ صٰغِرُوۡنَ

“Allah’a ve ahirete inamıyan, Allah’ın ve Resulünün haram kıldıklarını haram kılmıyanlar ve hak dini (İslam’ı) din olarak edinmiyen Ehl-i kitapla (İslam devletine) boyun eğinceye ve güçlerine göre cizye verinceye kadar savaşın” (Tevbe 29)

Buna göre müslümanların dünyaya dayanıp kâfirlerin hükmüne alışıp bunu kaldırmaya çalışmamaları büyük günahtır. Zilleti kabul etmiş olurlar. Bunlar Allah’ın rahmetini ve mağfiretini kazanmazlar, Allah onları bağışlamaz. Görevli Memlekler onların canlarını çekerken onları sorgularlar ve azap verirler.

Hicrete gücü olmayan veya hicretten men edilen kimseler mustazaaf, zaafa uğratılan kimse olup günahtan ve azaptan istisna edilir. Zira Allah insanı gücü dâhilinde sorumlu tutar.

Bazı kimseler yurtlarını terk ederlerse fakir olacağından ve sıkıntı çekeceğinden korkuyor. Bu nedenle Allah bunları barındıracağına dair söz veriyor. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve muhacir sahabeler Medine’de daha güzel yer ve imkân buldular. Her asırda Allah için hicret edenler bu imkânı bulur ve daha uygun yere yerleşirler. Ayet umum lafzı taşır “Kim Allah yolunda hicret ederse yer yüzünde bir çok uygun yer ve imkân bulacaktır”.

Bu Allah’ın vaadidir, Müslüman korkmasın, daveti taşımak ve Hilafeti kurmak için bir yere giderse veya hicret ederse Allah ona yardım edecektir.  

 “Kim Allah ve Resulü için hicret etmek üzere evinden çıkıp yolda ölüm ona yetişirse onun sevabı, mükafa’tı Allah üzerinde bir haktır. Allah daima mağfiret ve rehmet sahibidir”.

 Hicret sevabını alır, azaptan kurtulur, böylece Allahın mağfireti ve rahmetine nail olur. Zira bir kimsenin eceli gelirse ölümden kurtulamaz, melekler ruhunu çekerken ya cennetle müjdeler ya da azapla tehdit eder. Hatta azap verir. Allah şöyle buyurdu:

اَفَلَا يَتَدَبَّرُوۡنَ الۡقُرۡاٰنَ اَمۡ عَلٰى قُلُوۡبٍ اَقۡفَالُهَا‏ اِنَّ الَّذِيۡنَ ارۡتَدُّوۡاعَلٰٓى اَدۡبَارِهِمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الۡهُدَى‌ۙ الشَّيۡطٰنُ سَوَّلَ لَهُمۡ وَاَمۡلٰى لَهُمۡ‏ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمۡ قَالُوۡا لِلَّذِيۡنَ كَرِهُوۡا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُطِيۡعُكُمۡ فِىۡ بَعۡضِ الۡاَمۡرِ وَاللّٰهُ يَعۡلَمُ اِسۡرَارَهُمۡ‏ فَكَيۡفَ اِذَا تَوَفَّتۡهُمُ الۡمَلٰٓٮِٕكَةُ يَضۡرِبُوۡنَ وُجُوۡهَهُمۡ وَاَدۡبَارَهُمۡ‏ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اتَّبَعُوۡا مَاۤ اَسۡخَطَ اللّٰهَ وَكَرِهُوۡا رِضۡوَانَهٗ فَاَحۡبَطَ اَعۡمَالَهُمۡ

“Kuran’ı iceleyip düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerine kilit mi vuruldu?! Şüphesiz ki hidayet yolu belli olduktan sonra geri dönenleri şeytan aldatıp süreklemiş ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür. Bunun sebebi Allah’ın indirdiklerinden nefret edenlere bazı işlerde size itaat edeceğiz demeleridir. Allah onların sakladıkları her türlü gizliliği iyice bilir. Ya melekler yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken onların hali nasıl olacakk?! Bunun sebebi, onların Allah’ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O’nu razı edecek şeyleri kerih görmeleridir. Böylece Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır”. (Muhammed 24-28)

   Müslümanım diye iddia eden her hangi bir kişi hidayet yolundan sapıp Allah’ın indirdiklerinden nefret eden kâfirlere bir kısım husularda bile uyarsa Allah’ın gazaplandırdığı şeylerin ardınca gitmiş olurlar, kafirleri memnun ettirmeye çalışırken Allah’ı kızdırırlar, Allah’ın rızasını değil kafirlerin rızasını kazanmaya çalışırlar. Melekler onların canlarını çekerken onlara azap verirler. Kıyamet günü pek çetin azap görürler ve cehenneme atılırlar. Böylece samimi müslüman hangi makamda bulunursa bulunsun sadece ve sadece Allah’ın rızasını düşünür, kâfirlerden korkmaz, onlara uymaz, Allah’ın dinine uyar. Kâfirlere itaat eden ve küfür kanunlarını uygulayan yöneticilere tabi olmazlar, daha doğrusu bunları değiştirmek için ciddi mücadele verirler.

Muhakkak İslam diyarlarını Dar-ul İslam’a çevirmeye çalışmalılar. Çünkü diyarlarında çoğunluk teşkil ederler, güçleri vardır, ordular kendi çocuklarından müteşekkildir. Bir yere hicret edemezler. Mekkedeki gibi zayıf değiller, güçlüdürler. Fakat sorunları İslam’ı kavramamak ve küfür hükmüne tabi olmaya rıza göstermek veya karşı gelmemektir. Bu nedenle Müslüman bir yeri dar-ul İslam’a çevirmeye muktedir olup terk ederse günahkâr olur. Ama yerler arasında eşitlik varsa değiştirmek için gidip gelirse caizdir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke’yi değiştirmek için son çabasını sarf ettikten sonra değişmesine imkân görmeyince başka yerleri aramaya başladı.

Bir Müslüman bir yerde ezilip dinini yaşayamıyorsa emniyetli bir yere hicret etmelidir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Dar-ul İslam bulunmadan önce ezilen müslümanların Habeşistan’a hicret etmelerine izin verdi. Zira orada kendileri için emniyet bulacağını bilmiştir. Ezildiği halde ve dinini kendisi üzerine uygulayamadığı halde de hicret etmezse günahkâr olur. Bunun manası farzları yerine getirmiyor ve günah işlemeye zorlanıyor demektir.

Müslüman rızık kaynağı, arazisi, mülkü ve  evinden olacağından korkarak Allah uğrunda hicret etmekten geri kalmamalıdır. Zira Allah onun yerine başkasını veya daha güzelini vereceğine dair söz verdi. Hicret ederken eceli gelip ölürse ahirette büyük sevabı vardır. Şöyle buyurdu:

“Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde birçok uygun yer ve imkân bulacaktır. Kim Allah ve Resulü için hicret etmek üzere evinden çıkıp yolda ölüm ona yetişirse onun sevabı, mükafa’tı Allah üzerinde bir haktır. Allah daima mağfiret ve rahmet sahibidir”. 

İşte Allah için hicret eden müslüman her halukarda kârlıdır. Fussilet suresi 30-31. ayetlerinde geçtiği gibi dünyada ve ahirette melekler onların dostu ve yardımcısı olur. Ama önemli olan Allah’ın dinini yaşamak, yükseltmek, hâkim kılmak ve yaymaktır. Zira hicret bunun için olur. Hicret olmadan kendi memleketlerinde Hilafet devletini kuranlar ensar olurlar, onların ecri pek büyüktür. İslam devletini kurmak için Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e yardım eden ensarlar gibi olur. Bu şekilde Müslümanlar ya muhacir ya da ensar olurlar. Allah bu iki grubun gerçek mümin olduklarını beyan ederek şöyle buyurdu:

 وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَهَاجَرُوۡا وَجٰهَدُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ وَالَّذِيۡنَ اَاوَوْا وَّنَصَرُوۡۤا اُولٰۤٮِٕكَ هُمُ الۡمُؤۡمِنُوۡنَ حَقًّا‌ ؕ لَّهُمۡ مَّغۡفِرَةٌ وَّرِزۡقٌ كَرِيۡمٌ‏   

“ İman edip hicret eden ve Allah uğrunda cihad edenler ile (Resulullahı ve muhacirleri) barındıran ve onlara yardım eden (ensarlar) gerçek müminlerin ta kendileridir. Onlar için mağfiret ve değerli rızk vardır” (Enfal 74)