– 39 –

Seferde namazı kısaltmak,

Azimet ve ruhsatı tercih etme meselesi,

Kâfirlerin fitnesi ve müminlere düşman olmaları,

Müslümanlığın üstünlüğü:

Seferde namazı kısaltmak vacip mi yoksa mubah mıdır? Ne zaman azimet ruhsata tercih edilir ve ne zaman eşit olur? Kâfirlerin fitnesinden korku kalktığında namaz kısaltılır mı? Kâfirler niye müminleri dinlerinden döndürmeye çalışırlar? Din mi daha önemli yoksa can ve mal mı? Kur’an’da rekâtların sayısı belirlenmediği hâlde niçin kısaltmadan söz edildi?

[وَاِذَا ضَرَبۡتُمۡ فِى الۡاَرۡضِ فَلَيۡسَ عَلَيۡكُمۡ جُنَاحٌ اَنۡ تَقۡصُرُوۡا مِنَ الصَّلٰوةِ ‌ۖ اِنۡ خِفۡتُمۡ اَنۡ يَّفۡتِنَكُمُ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا‌ ؕ اِنَّ الۡـكٰفِرِيۡنَ كَانُوۡا لَـكُمۡ عَدُوًّا مُّبِيۡنًا‏]

“Yeryüzünde sefere çıktığınızda, kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden korkarsanız, namazları kısaltmanızda size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler size apaçık düşmandırlar.” [Nisa Suresi 101]

Müslüman sefere çıktığında kâfirlerin fitnesinden korkarsa namazı kısaltırsa günahı yoktur. Allah bu ayette namazı kısaltma hususunda Müslümanlara bir ruhsat vermiş oldu. Oysa Kur’an’da namaz rekâtlarının sayısı hiç gösterilmedi. Kur’an’da geçmediği hâlde Allah nasıl namaz kısaltma emri veriyor?! Namaz rekâtlarının sayısı Sünnet’te geçmiştir! Bunun manası Sünnet kesinkes Allah’tandır. Nitekim rekâtların sayısı sahih hadislerde geçmiştir, mütevatir derecesine ulaşmışsa da Sünnet’ten bir parçadır. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem namaz rekâtlarını açıklarken ve kılarken kafasına veya heva ve hevesine göre yapmadı. Allah’ın vahyiyle göstermiş olmalıdır. Bu olmasaydı Allah namaz kısaltmasından söz etmezdi, kısaltmada günah bulunmadığını söylemezdi.

Ruhsat kâfirlerin fitnesine bağlıdır; Müslümanlar sefere çıktıklarında emniyetleri yoktu, kâfirler İslâm Devleti’ni her taraftan kuşatmıştı. Müslümanları yakaladıkları zaman namaz kılmalarını engelliyorlardı, dinlerinden döndürmeye de çalışıyorlardı. Müslüman namazı kısaltıp çabuk kılsın diye ruhsat verildi ki kâfirlerin fitnesine uğramasın. Zira kâfirler müminlerin düşmanıdır. Kendileri İslâm’ı kabul etmediklerinden dolayı Müslümanlara kin beslerler, onlarla savaşırlar, değişik üsluplarla onları dinlerinden döndürmeye çalışırlar. Allahu Teâlâ bundan sakındırarak şöyle buyurdu:

[وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنْ الْقَتْلِ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنْ اسْتَطَاعُوا وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ]

“Fitne (dinden döndürmek) öldürme işinden daha büyük bir şeydir. Nitekim güçleri yetse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Oysa kim sizden dininden dönerse ve böylece kâfir olarak yaşayıp ölürse onun ameli hem dünyada hem de ahirette boşa çıkacaktır. Böyle kimseler cehennem halkıdırlar ve orada ebediyen kalacaklar.” [Bakara Suresi 217]

İşte, Müslümanı dininden döndürmek öldürmekten daha büyük bir cinayettir. Zira en önemli husus insanın Müslüman olması ve Müslümanlığını yaşamasıdır. Burada Müslümanlığın ve dinin değeri vurgulanmaktadır. İnsan, dini korumak için canını verir, malını verir. Mekke’den hicret eden sahabeler dinlerini korumak, Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanında İslâm hâkimiyetini sağlamak için, cihat etmek, hicret edebilmek için mallarından feragat edip fakirliği tercih ettiler. Allahu Teâlâ onları birçok ayette övdü. Bir ayette onları överek şöyle buyurdu:

[لِلۡفُقَرَآءِالۡمُهٰجِرِيۡنَ الَّذِيۡنَ اُخۡرِجُوۡا مِنۡ دِيَارِهِمۡ وَاَمۡوَالِهِمۡ يَبۡتَغُوۡنَ فَضۡلًا مِّنَ اللّٰهِ وَرِضۡوَانًا وَّيَنۡصُرُوۡنَ اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ‌ؕ اُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الصّٰدِقُوۡنَ‌]

(Savaşta alınan ganimetlerden bir kısmı) muhacir olan fakirlere ait olsun. Onlar ki Allah’tan bir fadl ve bir rıza istediklerinden, Allah ve Resulüne yardım ettiklerinden dolayı diyarlarından çıkarılmış, mallarından mahrum kalmışlardır. İşte bunlar sadık olanların ta kendileridir.”  [Haşr Suresi 8]

Oysa bu muhacirler, Mekke’deyken zengin idiler, malları ve evleri vardı ama Allah’a ve Resulü’ne yardım etmek için hicret etmek isteyince Kureyş onların hicretlerini engelledi. Mallarından ve evlerinden Kureyş lehine feragat edince kâfirlerin liderleri onların hicret etmelerine müsaade ettiler. Böylece Medine’ye fakir olarak geldiler, fakat hiç üzgün değillerdi. Ama Allah onları unutmadı, çünkü O’nu unutmadılar. Allah da onları bu hâl üzerinde bırakmadı, onlara yardım etti. Ganimetlerin bir kısmının onlara tahsis edilmesini farz kıldı. Ayrıca Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Ensar’la kardeş yaptı, Ensar’a onlarla mallarını paylaşılmasını emretmiştir. Ensar da seve seve bunu yaptı. Bu hükmün Allah’tan olduğunu gösteren şu ayet nazil oldu:

[وَالَّذِيۡنَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالۡاِيۡمَانَ مِنۡ قَبۡلِهِمۡ يُحِبُّوۡنَ مَنۡ هَاجَرَ اِلَيۡهِمۡ وَلَا يَجِدُوۡنَ فِىۡ صُدُوۡرِهِمۡ حَاجَةً مِّمَّاۤ اُوۡتُوۡا وَيُـؤۡثِرُوۡنَ عَلٰٓى اَنۡفُسِهِمۡ وَلَوۡ كَانَ بِهِمۡ خَصَاصَةٌ ؕوَمَنۡ يُّوۡقَ شُحَّ نَـفۡسِهٖ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡمُفۡلِحُوۡنَ‌ۚ‏]

“Daha önce Dar’ı yurt edinen (Medine’yi Dar-ul İslâm’a çeviren) ve kalplerinde imanı yerleştiren (Ensar) kendi yanlarına hicret edenleri severler, Allah’tan kendilerine verilen mallara ihtiyaçları var olmasına rağmen (Muhacir kardeşlerine) verdiklerinde göğüslerinde bir sıkıntı hissetmezler, daha doğrusu (Muhacir kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa felaha kavuşanların ta kendileridir.” [Haşr Suresi 9]

Bu ayet Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Ensar’a emrinin Allah’tan olduğunu gösterir, Sünnet’in Allah’ın vahyi olduğunu pekiştirir.

İşte sadık ve samimi Müslümanlar bu sahabeler gibi olurlar. Onlarda ırkçılık ve bencillik yoktur. Bu muhacirler yurdumuza gelip mallarımızı aldılar, buradan defolsunlar, demediler. Tersine onları kendilerine tercih ettiler. İslâm ve imanın azameti bir kere daha tecelli etti. Bu asırda kapitalist demokratlar, ırkçılar, milliyetçiler, Kemalistler ise bencildir, başkalarını sevmezler, Müslümanları sevmezler. Batı dünyasındaki kâfirlere benzerler, kendi yanlarına gelen Türklere ve diğer Müslümanlara saldırıp onları kovmaya çalışırlar.

Namazı kısaltmakla ilgili ayet illetlidir.

“Yeryüzünde sefere çıktığınızda, kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden korkarsanız, namazları kısaltmanızda size bir günah yoktur.”

Bu, fitne olduğu zaman namaz kısaltılır, fitne olmayınca kısaltılmaz demektir.

Fakat fitne dışında emniyet hâlinde kısaltma olabileceğine dair Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti ile tahsis geldi. Bu da Allah’tan bir vahiydir, yoksa Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kafasına göre asla iş yapmaz.

Yala bin Umeyye II. Râşid Halife Ömer’e “Yeryüzünde sefere çıktığınızda, kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden korkarsanız, namazları kısaltmanızda size bir günah yoktur.” ayetini sordu. İnsanlar emniyetli oldu (niçin kısaltıyorlar)? Ömer ona “Şaşırdığın şeyden ben de şaşırdım, Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bunu sordum? Bana şöyle cevap verdi:

[صدقة تصدق الله بها عليكم فاقبلوا صدقته]

“Bu (emniyetli hâlde namaz kısaltılması) Allah’ın size tasadduk ettiği bir sadakadır, O’nun sadakasını kabul edin.” [Müslim, Tirmizi, İbni Hanbel]

Buradan anlaşılıyor ki, Müslümanların dinlerini yaşayabilmeleri ve uygulayabilmeleri için iki hususa ihtiyaç vardır: İslâm hâkimiyeti ve Müslümanların emniyetidir. Bu da Dar-ul İslâm’ın iki şartıdır.

Şu anda kâfirler Müslümanların namaz kılmalarına müsaade etse de diğer din ahkâmını uygulamalarına müsaade etmezler. Namazdan zarar veya tehlike görmediklerinden, “Din, yalnız inanç, ibadet ve ahlaktan ibarettir.” dediklerinden dolayı müsaade edebilirler. Bu siyaseti “Müsaade edersek Müslümanları kandırıp sustururuz, bize başkaldırmazlar.” diye düşünerek de uygularlar.

Ama İslâm’ın yönetim, iktisat, eğitim, iç ve dış siyaset, ukubat ve hayatla, devletle ve siyasetle ilgili sair ahkâmı kendi fikirlerine ters geldiğinden ve kendi sistemlerini tehdit ettiğini gördüklerinden dolayı Müslümanların bunları uygulamasını engellemeye çalışırlar. İşte Müslümanları bu konularda fitneye düşürürler, bunları uygulamaya çağıranları hapse atarlar, görevlerinden, işlerinden, mallarından ederler hatta diyarlarından çıkarır, kovarlar, sürgün ederler, bazen de öldürürler. Bu nedenle kâfirlerin fitnesi hâlâ devam etmektedir. Bu fitneyi kaldırmak için İslâm Hilâfet Devleti’ni kurmak ve cihat emek farz kılınmıştır. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

[وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ لِلَّهِ فَإِنْ انتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ إِلَّا عَلَى الظَّالِمِينَ]

“Fitne kalmayıncaya ve yal­nız Allah’ın dini hâkim oluncaya kadar savaşın. Eğer onlar (küfür, şirk ve haksızca saldırılardan) vazgeçerlerse ancak zalimlere sal­dırı gerçekleşir.” [Bakara Suresi 193]

Kısaltma ise öğlen, ikindi ve yatsı gibi dört rekâtlı namaz iki rekât kılınarak yapılır. Fakat iki rekâtlı sabah namazı ve üç rekâtlı akşam namazı olduğu gibi kılınır, kısaltılmaz. İbni Ömer, Enes, İbni Mesut, İbni Ömer, İbni Abbas ve başka sahabeler yoluyla Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den bu hususta sahih rivayetler geçmiştir.

İbni Abbas “Biz emniyetli olduğumuz ve hiçbir kimseden korkumuz olmadığı hâlde Mekke ile Medine arasında bir yerde (Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’le birlikte) ikişer rekât kıldık.” [İbni Ebi Şeybe]

Başka rivayette İbni Abbas “Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile beraber Medine’den Mekke’ye çıktık, Medine’ye dönünceye kadar hep bize ikişer rekât kıldırdı.”  [Tirmizi ve Nesai]

Başka rivayette “Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem öğlen ve ikindiyi ikişer rekât kıldırdı.” [Buhari, İbni Hanbel, İbni Mace]

Enes bin Malik RadiyAllahuAnh şöyle rivayet etmiştir:

[صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الظُّهْرَ بِالْمَدِينَةِ أَرْبَعًا وَصَلَّى الْعَصْرَ بِذِي الْحُلَيْفَةِ رَكْعَتَيْنِ]

“Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Medine’deyken öğlen vakti 4 rekât kıldı. Zü’l huleyfe’ye (varınca) ikindi namazını (kısaltarak) 2 rekât kıldı.” [Buhari, Müslüm, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi]

Yine Enes bin Malik RadiyAllahu Anh şöyle rivayet etti:

[كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا خَرَجَ مَسِيرَةَ ثَلاَثَةِ أَمْيَالٍ أَوْ ثَلاَثَةِ فَرَاسِخَ صَلَّى رَكْعَتَيْنِ]

“Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem 3 mil veya üç fersah mesafe kadar çıkınca (namazı kısaltarak) iki rekât kılardı.” [Müslim, İbni Hanbel, Ebu Davud]

Bir fersah; 5,544 km.

3 fersah ise 5,544×3 = 16,632 km dir.

Kısaltma mesafesiyle ilgili en güçlü hadisler bunlardır.

İşte Müslüman ikamet ettiği yerin sınırlarından ayrıldıktan yaklaşık 17 km mesafeye yolculuk ederse kısaltabilir.

Kısaltma mecburi değildir, bir ruhsattır. Böyle olunca kısaltılabilir kısaltılmayabilir. Burada fark yoktur, ruhsat ve azimet eşittir, aynı sevap alınır. Ayetten de bu husus anlaşılır; “kısaltmanızda size günah yoktur” deyince kısaltmak serbesttir, mubahtır, manasındadır.

Bazılar Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisinden dolayı “ruhsatları uygulamak vaciptir” derler:

[إن الله يحب أن تؤتى رخصه كما يحب أن تؤتى عزائمه]

“Muhakkak ki Allah azimetlerin yerine getirilmesini sever, verdiği ruhsatların yerine getirilmesini de sever.” [İbni Hibban, Beyhaki]

Bu hadisin manası, ruhsatlar azimetler gibi eda edilince aynı sevap vardır.

Fakat bazı hâllerde azimetlerin ruhsatlardan daha üstün olduğu gösterildi. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

[أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ وَأَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ]

“Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza etsin. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[Bakara Suresi 184]

Hastalık ve seferilikte tutmamak bir ruhsattır. Fakat bu hallerde tutmak ve azimeti uygulamak daha hayırlıdır, sevaplıdır.

Davayı yüklenirken ölüm tehdidinde ruhsatı terk edip azimeti uygulamak daha hayırlıdır.

Nitekim Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ölüm tehdidi olursa bile hakkı söylemek ve sebatlık göstermenin daha üstün olduğunu açıklamıştır. Bu meselede azimeti ruhsata tercih etmenin daha evla olduğunu beyan etmiştir. Zira bu tutumla İslâm’ın zaferi gerçekleşir. Özellikle liderler ve âlimler bu tutumu edinmelidir, diğerleri için örnek olurlar, diğerleri de onlara tebaadır. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

[سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَالَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ]

“Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdulmuttalib ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona marufu emredip münkeri nehyederek öldürülen kimsedir.” [Hakim Müstedrek hadis kitabında rivayet etti, senedi sahihtir.]

Nitekim Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

[كَونوا كأصْحَابِ عِيسَى بْنِ مَرْيَمَ ، نُشِرُوا بِالْمَنَاشِيرِ وَحُمِلُوا عَلَى الْخَشَبِ فَوَالذي نَفْسي بِيَدِهِ لَمَوْتةُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ خَيْرٌ مِنْ حَيَاةٍ فِي مَعْصِيَتِهِ]

“İsa’nın arkadaşları gibi olun. Zira onlar testerelerle ikiye bölündüler ve çarmıha gerildiler. Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Allah yolundaki ölüm, günah içindeki bir hayattan daha hayırlıdır.” [El-Mu’cemu’s Sağîr, 749; El-Mu’cemu’l Kebîr, 9/20; Müsned eş-Şamiyyîn, 658]

Zira Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle diyordu:

 [صَبْراً آلَ يَاسِرْ إن مَوْعِدَكُمُ الجَنَّة]

“Sabredin Yasir ailesi. Elbette size vadedilen şey cennettir.” [Müstedrak, 3/383; Metâlibu’l Âliye, 4034; Hilye, 1-140]

İşte, İslâm’ı yüceltmek, üstün ve hâkim kılmak için mücadele etmek, hakkı söylemek, marufu emretmek ve münkeri nehyetmek birer büyük ve önemli amellerdir. Bu nedenle dava adamına eziyet olursa azimeti tercih etmelidir.

Seferilikte ve hastalık olsa da ramazan orucunu tutmak daha eftaldir. Namazda kısaltmak ve kısaltmamak eşit sevaptır.

Azimeti ve ruhsatı tercih etmek şer’î hükümlere göre olmalıdır. Maslahat ve çıkar söz konusu olması tehlikelidir. Çıkar ve maslahata göre ruhsatları çıkarmak İslâm’a zıttır ve tehlike teşkil eder.