– 43 –

  • Nebi’nin masum olması
  • Allah’ın indirdiği hikmet
  • Fısıldama ve gizli konuşmak
  • Kabul edilen sadaka, maruf ve ıslah
  • İcma-ul ulama veya icma-ul ümme
  • İcma-us Sahabe

Resulün masum olması nasıl ispatlanır? Allah’ın Kitapla indirdiği Hikmet nedir? Fısıldama ve gizli konuşmak yasak mıdır? Ümmetin icma-ı kabul edilir mi? Sahabelerin icmâ-ı delil olarak kullanılır mı?

وَلَوۡلَا فَضۡلُ اللّٰهِ عَلَيۡكَ وَرَحۡمَتُهٗ لَهَمَّتۡ طَّآٮِٕفَةٌ مِّنۡهُمۡ اَنۡ يُّضِلُّوۡكَ ؕ وَمَا يُضِلُّوۡنَ اِلَّاۤ اَنۡفُسَهُمۡ‌ وَمَا يَضُرُّوۡنَكَ مِنۡ شَىۡءٍ ‌ؕ وَاَنۡزَلَ اللّٰهُ عَلَيۡكَ الۡكِتٰبَ وَالۡحِكۡمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمۡ تَكُنۡ تَعۡلَمُ‌ؕ وَكَانَ فَضۡلُ اللّٰهِ عَلَيۡكَ عَظِيۡمًا‏ ﴿۱۱۳﴾  لَا خَيۡرَ فِىۡ كَثِيۡرٍ مِّنۡ نَّجۡوٰٮهُمۡ اِلَّا مَنۡ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوۡ مَعۡرُوۡفٍ اَوۡ اِصۡلَاحٍۢ بَيۡنَ النَّاسِ‌ ؕ وَمَن يَّفۡعَلۡ ذٰ لِكَ ابۡتِغَآءَ مَرۡضَاتِ اللّٰهِ فَسَوۡفَ نُـؤۡتِيۡهِ اَجۡرًا عَظِيۡمًا‏ ﴿۱۱۴﴾  وَمَنۡ يُّشَاقِقِ الرَّسُوۡلَ مِنۡۢ بَعۡدِ مَا تَبَيَّنَ لَـهُ الۡهُدٰى وَ يَـتَّبِعۡ غَيۡرَ سَبِيۡلِ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ نُوَلِّهٖ مَا تَوَلّٰى وَنُصۡلِهٖ جَهَـنَّمَ‌ ؕ وَسَآءَتۡ مَصِيۡرًا﴿۱۱۵﴾ 

“ Eğer Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı onlardan bir grup seni doğru yoldan saptırmak için çalışacaktı. Hâlbuki onlar ancak kendi kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitabı ve hikmeti indirdi, sana bilmediğini de öğretti. Allah’ın sana olan lütfu pek büyüktür. Onların fısıldamalarının ve gizlice konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı veyahut ta insanların arasını düzeltmeyi emredenler müstesnadır. Kim bunları Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa ona pek büyük ecir vereceğiz. Her kim kendisine hidayet apaçık belli olduktan sonra Resul’e muhalefet ederse müminlerin izledikleri yol dışında kim bir yol edinirse takip ettiği yolda bırakırız ve cehennemde onu yakarız. Varılacak ne kötü bir yerdir orası! (113-115)   

Hırsızlık yapıp suçunu diğer kişinin sırtına atan kimseyi Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in yanında savunmaya gelen kişiler bu kişinin suçlu olmadığını ikna etmeye çalışırken onu şaşırtmaya çalıştılar. Fakat Allah kendi Resulünü korudu. İşte Allah’ın kendi Resulü üzerinde lütuf ve rahmeti, risaleti tebliğ ederken sapmaması ve şaşkınlığa uğramamasıdır. İnsanların onu aldatma ve şaşırtma çalışmalarından korudu.   

Bu ayet, Resulün masum olduğunu pekiştirir. Resul şaşmaz, sapmaz, kimse onu şaşırtamaz ve saptıramaz. 

Ayrıca aklen Resulün masum olması ispatlanır. Çünkü Allah’ın risaletini tebliğ ettiğine, doğru söylediğine, şaşmadığı ve sapmadığına, insanların onu şaşırtma ve aldatmaya çalışmalarının boş olduğuna  güvenmek gerekir. Rasulün vahyi tebliğ ederken hata edebileceği veya yalan söyleyebileceği veyahut insanların tesiri altında kalıp şaşırmalarının mümkün olabileceği düşünülürse, o zaman bu dine olan güven sarsılır, insanlar inanmazlar.

Bu nedenle aklen Rasul’ün masum olması gerekir. Ama sünneti inkâr edenlerin, bu inkârla Resule güvenleri sarsıldı ve bu şekilde sapıp dinden çıktılar. Oysa Allah dinine insanları güvendirmek ve korumak için Resulünü masum kıldı. Ve bu hakikati bir çok ayette pekiştirdi.

Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:

وَالنَّجۡمِ اِذَا هَوٰىۙ‏ مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمۡ وَمَا غَوٰى‌ۚ‏ وَمَا يَنۡطِقُ عَنِ الۡهَوٰىؕ‏ اِنۡ هُوَ اِلَّا وَحۡىٌ يُّوۡحٰىۙ‏ عَلَّمَهٗ شَدِيۡدُ الۡقُوٰىۙ‏ 

“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı, şaşmadı ve batıla inanmadı; O, heva ve hevesine, arzusuna göre konuşmaz. Ancak o bir vahiydir ve kendisine vahyedilir. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti.” [Necm Suresi 1-5]

Onu şaşırtmaya çalışanlar ancak kendi kendilerini şaşırtırlar. Kendi kendilerini kandırırlar, hainleri savunurken kendi kendilerini haktan saptırırlar fakat Resulü şaşırtamayacaklar, çünkü Allah ona hakikati vahyedip doğruyu gösterir, onların oyunlarını Resulüne keşfettirir. Bu nedenle bunlar Resule hiç bir zarar veremezler, ancak kendi kendilerine zarar getirirler. Çünkü Allah onların yalan iddialarını ortaya çıkarttı ve bu şekilde rezil oldular. 

Zaten Resulüne Kur’an’ı ve vahiy olan hikmeti indirdi. Kitap dışında indirilen hikmet sünnetten başka bir şey değildir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ya ayet ya da hadis söylüyordu. Heva ve hevesinden konuşmaz, bundan korunmuştur. Ayrıca uygulaması sünnete dâhildir, çünkü Kuran’ı uygulama metodunu Allah Resulüne vahyetmiştir. Yine de bir şeye karşı susarsa tasvip ettiği anlaşılır, Allah’ın vahyiyle bunun doğru olduğunu gösterir. Böylece hikmet veya sünnet aynı manada olup, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sözleri, amelleri ve bir şeye karşı susmasıdır. Bununla ilgili  pek çok muhkem ayet vardır.

Allah Subhanehû ve Teâlâ şöyle buyurdu:

قُلۡ اِنَّمَاۤ اَتَّبِعُ مَا يُوۡحٰٓى اِلَىَّ مِنۡ رَّبِّىۡ ‌ۚ 

“De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım.” (Araf 203)

Bunun manası Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kafasından bir şey uydurmuyor veya çıkartmıyor, sadece kendisine vahyolunandan konuşuyor.

Şöyle de buyurdu:

قُلۡ اَطِيۡعُوا اللّٰهَ وَاَطِيۡعُوا الرَّسُوۡلَ‌ۚ فَاِنۡ تَوَلَّوۡا فَاِنَّمَا عَلَيۡهِ مَا حُمِّلَ وَعَلَيۡكُمۡ مَّا حُمِّلۡتُمۡ‌ؕ وَاِنۡ تُطِيۡعُوۡهُ تَهۡتَدُوۡا‌ؕ وَمَا عَلَى الرَّسُوۡلِ اِلَّا الۡبَلٰغُ الۡمُبِيۡنُ‏

“De ki: Allah’a itaat edin; Resul’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Resul’ün sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz) dir. Eğer O’na (Resul’e) itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Resul’e düşen, sadece açık, seçik duyurmaktır.” [Nur Suresi 54]

Allah’a itaat Kuran’a uymaktır, Resule itaat ise Sünnete uymaktır. Resul’e itaat eden hidayeti bulur ve hidayetli olur yoksa dalalete düşer, sapık ve şaşkın olur.

Allahu Teâlâ Sünnet’in Kur’an’ı açıklayan bir kaynak olduğunu ayet-i kerimede şöyle gösterdi:

وَاَنۡزَلۡنَاۤ اِلَيۡكَ الذِّكۡرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيۡهِمۡ وَلَعَلَّهُمۡ يَتَفَكَّرُوۡنَ‏ 

“Sana bu zikri indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın, umulur ki düşünürler.” [Nahl Suresi 44]

Allah Resulüne her konu hakkında hüküm ve bilgi vererek ona hiç bilmediği şeyi öğretmiş oldu. Münafıkların yalanlarını ve kâfirlerin hilelerini, Resul için  ortaya çıkarttı. Yine gaybla ve gelecekle ilgili de bilgi vermiştir. 

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِن رَّسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا

“Gaybı bilen O’dur. Gaybını hiç kimseye göstermez. Ancak razı olduğu Resul müstesna. Bu gaybı tebliğ etmek üzere onu korumak için onun önünden ve arkasından koruyucuları (melekleri) gönderir.” [Cin Suresi 26-27]

Nitekim gayble ilgili Resulün bildirdiği şeyler vakıada tecelli etmiştir. Kudüs, Şam, Mısır ve İstanbul’un fetihleri müjdelemişti, bunlar vefatından sonra gerçekleşmiştir. Kendisinden sonra sistemde ne değişiklik olacağını, Hilafet yerine cebriyeci olan zorbalık demokratik laik sistem olacağının haber ve bilgisini verdi. Ondan sonra bunun yerine hem de onun metodu üzerinde tekrar Raşidi Hilafetin kurulacağı müjdeledi. Bu da Allah’ın izniyle gerçekleşecektir. 

«ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ» أخرجه أحمد، والطيالسي والبزار.

“ Ondan sonra, Nübüvvet metodu üzerinde Hilafet olacaktır” (İbni Hanbel, Tayalisi, Bezzar)

İşte Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Resul olarak seçmesi, ona Kitabı ve sünneti vahiyle indirmesi ve hiç bilmediğini öğretmesi, dini kamil mükemmel kılması, en temiz toplumu kurması ve en hayırlı ümmeti tesis etmesi, otorite, imkan ve güç vermesi, 10 sene içerisinde Arap yarımadasına hâkim kılmasına, kurduğu İslam devletini büyük devlet yapması, dünyada en büyük devlet Rum devletiyle savaşmaya başlaması, onun yolunu takip edecek üstün Sahabe kitlesini kurması, bu şekilde Hilafeti onun metodu üzerinde bu kitlenin sürdürmesi, dünyayı fethetmeye başlaması, değişik ırk ve renkten insanları kazanıp İslam potasında eritmesi, bunların hepsi, Allah’ın kendi Rasulü üzerindeki çok büyük lütuf, rahmet ve  nimetleridir.

Bundan sonra kim Rasule muhalefet ederse cehennemi hak etmiş olur. Rasule tabi olmak imanın şartlarındandır. Kim Rasule muhalif olursa ve sünnetini reddederse kâfir olur. Zira Rasule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Çünkü Rasul ancak Allah’ın vahyiyle konuşur ve uygulama yapar. Allah’ın yasakladığı bir şeye karşı susmaz. 

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

مَنۡ يُّطِعِ الرَّسُوۡلَ فَقَدۡ اَطَاعَ اللّٰهَ ‌ۚ وَمَنۡ تَوَلّٰى فَمَاۤ اَرۡسَلۡنٰكَ عَلَيۡهِمۡ حَفِيۡظًا ؕ‏ 

“Kim Rasul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse biz seni onlara bekçi olarak göndermedik.” [Nisa Suresi 80]

Mümin olan ancak Rasule uyar, yoksa mümin sayılmaz. Bu şekilde müminlerin yolu  Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yolunu izlemek ve getirdiğine uymaktır. Yoksa müminlere vahyedilmez, onlar Rasule tabi olurlarsa ve onu örnek edinirlerse mümin olurlar. Zira Allah’ın rızasını ve ahireti kazanmayı isteyenler mümin olup Rasulü örnek edinirler ve onun yolunu izlerler. Bu şekilde müminlerin yolu Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yolu olmuştur.  

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا

“Andolsun ki, sizin için, Allah’ı (rızasını) ve ahireti isteyenler ve Allah’ı çokça anmaya çalışanlar için Allah’ın Rasulünde güzel bir örnek vardır.” [Ahzab Suresi 21]

Yine şöyle buyurdu: 

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.”

[Ahzab Suresi 36]

Bu ayette itaat edilecek olanın sadece Allah’ın emri değil, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in emrinin de olduğu belirtilmiştir. Ayetin devamında bunu pekiştirerek şöyle buyruldu:

وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا

“Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse apaçık sapıklığa düşmüş olur.” [Ahzab Suresi 36]

 Fakat münafıklar Allah’a ve Resulüne isyan edip, Allah’ın Kitabındaki hükmünü ve Resulünün sünnetteki hükmünü kabul etmezler. Tağut hükmüne ve  insan kılıfında olan şeytanın hükmüne başvururlar. Allah onları ifşa ederek şöyle buyurdu:

وَاِذَا قِيۡلَ لَهُمۡ تَعَالَوۡا اِلٰى مَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُوۡلِ رَاَيۡتَ الۡمُنٰفِقِيۡنَ يَصُدُّوۡنَ عَنۡكَ صُدُوۡدًا‌ 

(Muhakeme olunmak için) Onlara: Allah’ın indirdiğine (Kitab’a) ve Rasul’e gelin denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” [Nisa Suresi 61]

Müminler Kuran ve Sünnete tabi oldukça doğru yolda olurlar, bu yoldan ayrılırlarsa onlara şiddetli azap dokunur. Allah şöyle buyurdu:

وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

“Rasul size neyi getirdiyse alın ve neyi nehyettiyse onu terk edin. Allahtan korkun. Şüphesiz ki Allah şiddetli azap sahibidir” [Haşr Suresi 7]

İşte müminler kendileri bir şeri kaynak değiller ve olamazlar zira kendilerine vahyedilmez. Onlar ancak şeri kaynak olan Kuran ve sünnete uyarlar, tabi olurlar ve fikirlerini oradan alırlar. Onların müçtehitleri bu iki kaynaktan pratik meseleler için çözüm bulurlar. Müminlerin âlimleri bir içtihat üzerine birleşebilirler ama o kaynak değildir, bir içtihattır. Bu nedenle icma-ul ulama (âlimlerin icmâsı) veya icma-ul ümme (ümmetin icmâsı) şer’i delil veya kaynak değildir, bir içtihattır. Zira bazıları bu ayeti ümmetin icmâsı veya âlimlerin icmâsı için bir delil olarak gösterdiler. Oysa âlimler, teşri edici değildir, olamaz, kendilerine vahyedilmez. Çünkü teşri vahiydir, Allah’ın kendi Resulüne Kitap ve Sünnetle vahyettiği şeydir. 

Ümmetin icmâsı için şu hadis-i şerifi delil olarak gösterdiler:

” لا تجتمع أمتي على ضلالة”(ابن ماجه، الطبراني)

“ Benim ümmetim dalalet üzerinde birleşmez” (İbni Mace, Taberani)

Buna şöyle cevap verebiliriz.

  1. Bu hadis haber-i ahattir, zannidir. O usul ve asıl olan  temel kural için delil olarak gösterilemez. Zira usullerin delili kesin olmalıdır. Bunlar temel kaide ve kurallardır. Fıkıh bu usuller üzerine mebnidir ve bunlara binaen şeri hüküm çıkarılır.
  2. Nevevi gibi bazı hadis âlimleri bu hadisin zayıf olduğunu gördü. Bu şekilde bunun üzerinde bir ihtilaf vardır. Bu nedenle fıkıh usulü için asla delil olarak kullanılamaz ve gösterilemez. Ancak kesin mana sahibi olan ayet veya mütevatir hadis usul için delil gösterilir.
  3. Bazı âlimler bunun manasını ümmetin bir hata üzerinde birleşmeyeceğini anladığı gibi diğer âlimler bir küfür üzerinde birleşmeyeceğini anladı. Bunun delaleti zannidir, kesin değildir. Öyleyse Usul-ul fıkıhta bir asıl olarak kullanmak doğru değildir.
  4. Bu hadisi sahih olarak kabul edersek, bunun manası ümmet küfür üzerinde birleşmez. Zira dalaletin tersi küfürdür. Nitekim ümmet 14 asırdır dini terk etmek üzere birleşmedi hatta ümmetin halklarından ufak bir halk bile mürtet olmadı. Mürtet olanlar halklar arasında tek tüktür.  

Zira başka bir rivayetle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: 

” إن الله لا يجمع أمتي على ضلالة، ويد الله مع الجماعة، ومن شذ شذ في النار” (الترمذي)

“Allah asla ümmetimi dalalet üzerinde birleştirmez. Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim ayrılırsa cehenneme ayrılmış olur” (Tirmizi) 

Ümmet bir hata, kusur ve bir haram işlemek üzerinde birleşebilir ve birleşti. Misal olarak içtihadı durdurmak üzerinde birleştiler ve yüzlerce sene içtihat kapısı kapandı. Oysa içtihat farzı kifayedir. 

Başka bir misal, 1924’de kâfirler Hilafeti yıktıktan sonra onu tekrar kurmaya çalışmamada kusur göstererek hata ve günah işlediler. Ancak 1953’te Hizb-ut Tahrir gibi bir cemaat çıkıncaya kadar, Hilafete çağıran ve onu kurmaya çalışan ciddi bir Müslüman veya bir âlim veyahut bir grup çıkmadı. Bu Hizb ortaya çıktıktan sonra bile onun Hilafet çağrısını Müslümanların çoğu desteklemedi.  

Bu hadisten dalaletin küfür olduğu kesinlik kazanır. Zira insan hata ederse cehennemlik olmaz. Hata ederse affedilir. İçtihat yapıp hata ederse bir sevabı vardır. Çünkü çaba sarf ettiği için çabasına mukabil bir sevap alır ama isabet ederse iki sevap alır: Çabasına mukabil bir sevap, isabet ettiğine karşı başka bir sevaptır. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

 ” إذا حكم الحاكم فاجتهد ثم أصاب فله أجران، وإذا حكم فاجتهد ثم أخطأ فله أجر” (البخاري، الطبراني)

“ Eğer Hâkim isabetli bir şekilde içtihat edip hüküm verirse iki ecri vardır, eğer hata ederek içtihat edip hüküm verirse bir ecri vardır” (Buhari, Taberani) 

 Veya icma-ul ümmeti delil olarak kabul edenler bunu şöyle tarif ettiler: “Bir asırda bir içtihat üzerinde ümmet âlimlerinin ittifakıdır”. Bu şekilde ümmetin icmâsı bir içtihat olarak kalır, eğer kuvvetli delile ve derin kavrayışa binaen olursa kuvvetli ve sahih içtihat sayılır. Şeri hüküm olarak alınır ve uygulanır. Delili veya kavrayışı zayıf ise zayıf içtihat olur, alınmamalıdır.

Ancak İcma-us Sahabe bir delil sayılır. Çünkü bir içtihat üzerinde bir icmâ değildir. Bir hadisi rivayet etmeden, Sahabelerin Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den işittikleri veya gördükleri bir şeydir. Bir hadisi şerif olarak sayılır. Misal olarak 2. Raşidi halife Ömer (r.a.) bıçaklanınca altı aday göstererek yeni bir halife seçmeye üç gün mühlet verdi. Muhalif olanın kellesinin vurulmasını isteyerek bu işi infaz etmek üzere elli silahlı kişi tayin etmiştir. Baştan sonuna kadar hiç bir sahabe itiraz etmedi. Bunun manası; Ömer(r.a.)’ın söylediğinin hepsi Resulullahtan öğrendikleri bir şeydi. Ömer; Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demeden, böyle dedi.

Ama bir sahabe içtihat eder ve diğer sahabeler onun içtihadını kabul ederlerse buna icma- us sahabe denilmez. Missal olarak 2. Raşidi halife Ömer (r.a) Irak fethedilince topraklarını ganimet olarak dağıtmayıp, ahalisinin ellerinde bırakınca bazı sahabeler: “Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Hayber fethedilince toprağını Müslümanlara dağıttı” diyerek Halife Ömer(r.a)’e itiraz ettiler. Ömer(r.a) Haşr suresinde geçen 7-9. ayetlere dayanarak içtihat ettiğini söyleyince, dağıtmanın caiz olduğunu anlayarak onayladılar. Bu ise icma –us sahabe sayılmaz ve bir sahabenin içtihadı üzerinde bir ittifaktır. Bu şer’i delil ve kaynak değil, şer’i hüküm ve içtihat olur. Böylece bir toprak fethedilince, halife bunu Müslümanlara bir ganimet olarak dağıtmak ile dağıtmamak arasında muhayyer oldu. Çünkü Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in fethedilen toprağı dağıtmakla ilgili icraatı elzem değildir ve dağıtılmayabilir. 

İşte Resulün getirdiği Kuran ve Sünnet, müminlerin izledikleri yoldur. Bu yol dışına çıkıp başka bir yol izlerse cehennemliktir, onların son karargâhı ne kadar kötüdür. Laiklik ve demokrasi keza sosyalizm ve komünizm de müminlerin yolu değildir: Zira bunlar Kuran ve Sünnete zıttır. Müminler asla bu yolu izlemezler. Onlardan hiç biri cehenneme gitmeyi istemez, hep cenneti umar ve dua ederler. Ancak cahiller, dinlerini bilmeyenler, öğrenmeyenler ve saptırılanlar müstesnadır, çelişkiye düşerler. Hep cenneti isterler ama cennete götüren yolda yürümezler, ters istikamette giderler ve cehennem yolunu tutarlar. Kılavuz olan Kuran ve Sünnete uymadıkları  için sahte liderler, yöneticiler ve âlimler onları şaşırtır. Ayet-i kerimde geçtiği gibi Kıyamet gününde onlar şöyle diyecekler: 

 يَوۡمَ تُقَلَّبُ وُجُوۡهُهُمۡ فِى النَّارِ يَقُوۡلُوۡنَ يٰلَيۡتَـنَاۤ اَطَعۡنَا اللّٰهَ وَاَطَعۡنَا الرَّسُوۡلَا‏ وَقَالُوۡا رَبَّنَاۤ اِنَّاۤ اَطَعۡنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَآءَنَا فَاَضَلُّوۡنَا السَّبِيۡلَا‏ رَبَّنَاۤ اٰتِهِمۡ ضِعۡفَيۡنِ مِنَ الۡعَذَابِ وَالۡعَنۡهُمۡ لَعۡنًا كَبِيۡرًا‏

“O gün yüzleri ateşte çevrilirken şöyle söyleyecekler: Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Resule itaat etseydik. Şöyle de dediler (diyecekler): Ey Rabbimiz biz yöneticilerimize, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik (etmiştik), onlar bizim yolumuzu saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onlar üzerine büyük lanet indir” (Ahzab 66-68)