– 47 –

Bu ayetlerde şu hakikatleri açıklarız:

  • Göklerin ve yerin malikinin izni
  • Tavsiye etmek ve vaaz etmenin manası
  • Allah’tan korkmayanların akıbeti
  • Allah korkusu ve sevgisi
  • Kalbin katılaşması
  • Dünya ve ahireti istemek

“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır” ifadesi niçin Kuran’da defaatle tekrarlanır? Bu ifade iktisadi nizamda bir temel midir? Allah kendisinden korkmayan insanlara ne ceza verir? Ehl-i kitap ne hale geldiler ve müminler o hale düşebilirler mi? Müminler sadece ahireti mi isterler? Dünyadan paylarını nasıl elde ederler? Gerçek mümin kimdir? Allah korkusu ile sevgisi arasında fark var mıdır?

وَلِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوٰتِ وَمَا فِى الۡاَرۡضِ ‌ؕ وَلَـقَدۡ وَصَّيۡنَا الَّذِيۡنَ اُوۡتُوا الۡكِتٰبَ مِنۡ قَبۡلِكُمۡ وَاِيَّاكُمۡ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَ‌ ؕ وَاِنۡ تَكۡفُرُوۡا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوٰتِ وَمَا فِى الۡاَرۡضِ‌ؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِيًّا حَمِيۡدًا‏ ﴿۱۳۱﴾  وَلِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوٰتِ وَمَا فِى الۡاَرۡضِ ‌ؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَكِيۡلًا‏ ﴿۱۳۲﴾ اِنۡ يَّشَاۡ يُذۡهِبۡكُمۡ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَاۡتِ بِاٰخَرِيۡنَ‌ؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَدِيۡرًا‏ ﴿۱۳۳﴾  مَنۡ كَانَ يُرِيۡدُ ثَوَابَ الدُّنۡيَا فَعِنۡدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنۡيَا وَالۡاٰخِرَةِ‌ ؕ وَكَانَ اللّٰهُ سَمِيۡعًاۢ بَصِيۡرًا‏ ﴿۱۳۴﴾  

“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah’tan korkmanızı tavsiye ettik (emrettik). Eğer kâfir olursanız, bilin ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Şüphesiz ki Allah zengindir,  muhtaç değildir, her halde hamdedilen O’dur. (131)

Evet, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah kâfidir. (132) 

Ey insanlar! Allah isterse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah buna kadirdir. (133)

Kim dünya sevabını (nimeti ve mükâfatını) isterse, bilsin ki dünya ve ahiretin sevabı Allah’ın katındadır. Allah her şeyi işiten ve görendir. (134)

Daha önceki ayetlerde: Allah bir takım şer’i hükümler ve en sonunda kadınlar ve eşler arasındaki ilişkiyle ilgili hükümleri gösterdikten sonra, bu hükümlere bağlanmak için insanların kendisinden korkmaları ve azabından sakınmalarını emir verirken, onlara muhtaç olmadığını, göklerin ve yeryüzünün onun mülkü olduğunu bildirir. 

Allah, insanlara benim gücüm ve azabımdan korkarak indirdiğim hükümlere uymak istemezseniz, bakın! Gökler ve yeryüzü benimdir, size hiç muhtaç değilim diyerek duyurur. Eğer benden korkmayı reddederek kâfir olursanız ve size verdiğim nimetlere, hayırlı şer’i hükümlere nankörlük gösterirseniz,  gökler ve yeryüzü benimdir diyerek pekiştirir. Üçüncü defaya, gökler ve yeryüzü benimdir diye tekrarlar. Bu tekrar, dikkati çekmek ve tekit etmek içindir, aynı anda bir uyarıdır, bir tehdit içerir. Bunu bilmeyen ve aklını çalıştırmayan çalıştırsın ve Allah’ın emrine uysun, yoksa başına musibet gelir. Nitekim Kuran’da birçok defa tekrarlandı. 

Bunun manası da insanlar Allah’ın emri ve izni olmadan bir şey yapamazlar. Çünkü gökler ve yerin sahibi O’dur. İnsan ancak mülk sahibinden izin alarak bu mülkten bir şey elde edebilir, onun izni olmadan hiç bir tasarrufta bulunamaz. Öyleyse ey insanlar! Allah’tan korkun, emrine uyun, zira gökler ve yer O’nundur. Korkmayıp emrine muhalefet ederseniz, sizi yok eder veya ağır bir azaba uğratır. Nitekim sizin varlıklarınız O’na aittir, sizi yaratan O’dur ve her an sizi yok edebilir. Hâlâ  O’ndan korkmadınız mı?!   

İslam Anayasasında, iktisat nizamı bölümünde bu ayetin mefhumu bir madde olarak kaydedildi. İktisat nizamı ona dayanır, mal ve mülk te tasarruf ancak Allah’ın izniyle olur. Mal nasıl elde edilir ve nasıl harcanır O’nun emirlerine göre olur, mülk edinme hürriyeti reddedilir, İslam’da böyle bir düiünce mevcut değildir.

Zira insanlar Allah’tan korkmasalar veya takvalı olmasalar şer’i hükümlere bağlanıp uymazlar. Bu nedenle her hangi bir mesele hakkında şer’i hüküm beyan edilirken, imana ve Allah’ın korkusuna dayandırmak gerekir. İnsan Allah’ın emrine muhalefet ederse; O’ndan ceza göreceğini hatırlamalı veya kendisine hatırlatılmalı, Allah’tan korkutulmalı ve O’nun ağır azabından sakındırılmalıdır. 

Bazı insanlar daha üstün derecede olup, Allah’tan korktuklarından daha ziyade O’nu çok sevdikleri ve onun rızasını kazanmak istedikleri için şer’i hükümlere bağlanırlar. Allah’ın emrine seve seve uyarlar ve diğerlerini de uymaları için davet ederler. Şöyle buyurdu:

وَمِنْ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَندَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوا إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا وَأَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ

İnsanlardan bazıları Allah’tan başkasını Allah’a denk tanrılar edinir de onları Allah’ı sevildiği kadar severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlaya­cakları gibi) bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi. (Bakara 165)

Ama kâfirler Allah dışında ilah olarak edindikleri insanları ve eşyaları, Allah’ın sevildiği kadar severler. Komünistler Marks ve Lenin, Kapitalist, demokrat ve laikler kendilerinden ortaya çıkan birçok düşünür, filozof, lider, oyuncu ve sanatçı kimseleri ilah edinirler veya ilah gibi sayarlar, onları çok sever ve yüceltirler. Kemalistler Mustafa Kemal’i, Allah’ın sevildiği kadar severler. Yine de çok insan liderlerini o kadar severler ki Allah şöyle dedi, Resulü böyle dedi diye onlara denildiği zaman dinlemezlikten gelerek; filan liderimiz hikmet sahibidir, bir bildiği vardır derler, körü körüne yaptığı ve söylediği şeyi savunurlar. Onlara göre, Şeri hüküm ölçü değil, onun lideri ölçüdür! Bütün bu tür insanlar zalimdir, azabı hak ederler! Azabı görünce Allah’ın ne kadar güçlü olduğunu bilecekler, onun dışında edindikleri ilahlar ve yücelttikleri kimselerin ne kadar zayıf olduklarını ve kendilerinden beri olacaklarını görecekler. Kendilerini kurtaramayacaktır, hepsi cehennemde azaba ortaktırlar. Bakara 166 ve 167. Ayeti okusunlar.  

Tevbe suresinde 24. Ayette Allah mümin olduğunu iddia edenlere şöyle hitap etti: Deki, eğer babalar, evlatlar, kardeşler, eşler, aşiret, kazandıklarınız mal, kesadını korktuklarınız ticaret ve hoşlarınıza giden meskenleri kendileriniz için Allahtan, Rasulünden ve O’nun uğrunda cihattan daha sevgili ise Allahın azabını bekleyin. Böyle insanlar fasıktır, Allah’ın buyruklarından çıkan kötü insanlardır.

Bakara suresi 207. Ayette gerçek müminlerin sırf Allah’ın rızasını kazanmak için kendi canlarını feda edeceklerini bildirmiştir.

Haşr suresi 8. Ayette Muhacirler ve onlar gibi sadık müminler diyarlarını ve mallarını Allah’ın rızasını gaye edinerek terk edip Allah’a ve Rasulüne yardım eder ve nusret verirler diye bildirmiştir.

İnsan gerçek manada iman etmemişse; Allah’tan korkmaz, azabına inanmaz veya onu hafife alır, onunla alay eder, bunun için Allah’ın uyarılarına hiç aldırış etmez. Bu nedenle Allah müminlere hatırlatır, kendisinden sakınmalarını tavsiye ederek talep eder. Müminlere sizden önce kendilerine kitap verilen kimselere de bu tavsiyede bulunduğunu haber verir. Zira kendilerine indirdiği kitaplarda, Tevrat’ta, İncil’de ve Zebur’da bunu yazdı. Ama onlar Allah’tan hiç korkmadılar, kitaplarını ve dinlerini değiştirdiler. Ey iman edenler! Sakının onlar gibi olmayın. Bunu birçok ayette hatırlattı. Şöyle buyurdu:

اَلَمۡ يَاۡنِ لِلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اَنۡ تَخۡشَعَ قُلُوۡبُهُمۡ لِذِكۡرِاللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الۡحَـقِّۙ وَلَا يَكُوۡنُوۡا كَالَّذِيۡنَ اُوۡتُوا الۡكِتٰبَ مِنۡ قَبۡلُ فَطَالَ عَلَيۡهِمُ الۡاَمَدُ فَقَسَتۡ قُلُوۡبُهُمۡ‌ؕ وَكَثِيۡرٌ مِّنۡهُمۡ فٰسِقُوۡنَ‏

“İman edenlerin, Allah’ın zikrine ve indirilen hakka kalplerinin huşu etme zamanı gelmedi mi? Aynı anda daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmamalarının zamanı gelmedi mi? Ehl-i Kitap zaman uzadıkça (zamanla) kalpleri katılaşır ve çoğu fasık oldu. (dinden çıktılar)  (Hadid 16)

İnsan iman atmosferinden uzaklaştıkça, şer’i hükümlerden koptukça ve küfür nizamı altında yaşayıp ona zamanla alışırsa; kalbi katılaşır, huşu etmez, titremez ve ürpermez, Allah’ın azabını pek düşünmez veya onu hafife alır, az imanı kaldıysa nasıl olsa Allah affedici, rahmetlidir, bizi bağışlar veya ateşte az yanarız sonra çıkarız der. Nitekim daha önce kendilerine kitap verilenler böyle dediler. Bu sözlerle ve benzer düşüncelerle kendi kendilerini aldatıp, her türlü haramı işler hale geldiler. Böylece Allah’ın korkusu onlarda kalmadı, Allah’ın dinine ve hükümlerine bile bile muhalefet etmeye başladılar. Allah Müslümanları bu duruma düşmekten  sakındırdı. Şöyle buyurdu:

 يٰۤـاَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعۡدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الۡحَيٰوةُ الدُّنۡيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمۡ بِاللّٰهِ الۡغَرُوۡرُ

“ Ey insanlar! Şüphesizi ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatıcılar Allah’ın affı ve bağışlaması ile sizi de aldatmasın” (Fatır 5)

Allah’ın vaadi; diriliş, hesap, sevap, ikab, cennet ve cehennemdir. Bunların tümü haktır; muhakkak insanlar dirilecek, hesaba çekilecek, iman edip iyilik yapanlara sevap ve cennet, kâfir, facir, fasık ve kötülük yapanlara şiddetli azap ve cehennem vardır. Allah rahimdir, gafurdur, ne yaparsanız bağışlar! Aldatıcılar sizi saptırıp, aldatıcı sözleriyle aldatmasınlar. Nitekim Yahudiler ve Hristiyanlar bu sözlerle aldandılar, imanlarını bozdular ve salih ameli terk ettiler. Allah’ın kitabını ezberlerler ama hiç uygulamazlar, marufu emretmezler ve münkeri nehyetmezler, herkes serbest dediler. Böylece kalpleri katılaştı, imanla hatırlatsan da aldırış etmezler, Allah’ın ayetleri onlara okunursa etkilenmezler.

Oysa gerçek müminler; Allah anılınca kalpleri ürperir ve ayetleri okundukça imanları artar, emrine uyarlar ve nehiylerinden vazgeçerler. Onların vasıflarını sıralayarak şöyle buyurdu:

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصۡلِحُوۡا ذَاتَ بَيۡنِكُمۡ ‌وَاَطِيۡعُوا اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗۤ اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ‏ ﴿۱﴾  اِنَّمَا الۡمُؤۡمِنُوۡنَ الَّذِيۡنَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتۡ قُلُوۡبُهُمۡ وَاِذَا تُلِيَتۡ عَلَيۡهِمۡ اٰيٰتُهٗ زَادَتۡهُمۡ اِيۡمَانًا وَّعَلٰى رَبِّهِمۡ يَتَوَكَّلُوۡنَ ‌‌ۖ ‌ۚ‏ ﴿۲﴾  الَّذِيۡنَ يُقِيۡمُوۡنَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقۡنٰهُمۡ يُنۡفِقُوۡنَؕ‏ ﴿۳﴾  اُولٰۤٮِٕكَ هُمُ الۡمُؤۡمِنُوۡنَ حَقًّا ‌ؕ لَهُمۡ دَرَجٰتٌ عِنۡدَ رَبِّهِمۡ وَمَغۡفِرَةٌ وَّرِزۡقٌ كَرِيۡمٌ‌ۚ‏

“ Allahtan sakının, aranızı düzeltin. Eğer mümin iseniz Allah’a ve Rasulüne itaat edin. Zira müminler Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun ayetleri okununca imanları artar ve Rablerine tevekkül ederler. Onlar namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah uğrunda) harcarlar. İşte gerçek müminler bunlardır. Rableri yanında üstün mertebeleri, mağfiret ve değerli rızık vardır” (Enfal 1-4)

Ayette geçen tavsiye etme veya vaaz etme ifadesinin manası; emretmektir. Sanki lütuf sahibi olan Allah, insanlara emir verirken yumuşak dil kullanır. Dinlemeseler hemen sert dil kullanıp, cehennemle ve şiddetli azabıyla korkutur. Birçok ayette vaaz ve tavsiye kelimesi emretmek manasında geçmektedir.

Misal olarak birkaç ayet gösterelim:

وَوَصَّى بِهَا إِبْرَاهِيمُ بَنِيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِيَّ إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى لَكُمُ الدِّينَ فَلاَ تَمُوتُنَّ إَلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ

“Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti (emretti), Yakup da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz (dedi).” (Bakara 132)

يُوۡصِيۡكُمُ اللّٰهُ فِىۡۤ اَوۡلَادِكُمۡ لِلذَّكَرِ مِثۡلُ حَظِّ الۡاُنۡثَيَيۡنِ‌ۚ

“Allah çocuklarınız hakkında şöyle tavsiye ediyor (emrediyor): bir erkek iki kızın payını alır..” (Nisa 11)

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاطِىۡ مُسۡتَقِيۡمًا فَاتَّبِعُوۡهُ‌ ۚ وَلَا تَتَّبِعُوۡا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمۡ عَنۡ سَبِيۡلِهٖ‌ ؕ ذٰلِكُمۡ وَصّٰٮكُمۡ بِهٖ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُوۡنَ

“ Şüphesiz ki, bu benim yolumdur, dosdoğru bir yoldur ki onu izleyin. Başka yolları izlemeyin yoksa Allah’ın yolundan sapıp bölünürsünüz. İşte Allah’ın size tavsiye ettiği (emrettiği) şey budur. Umulur ki takva sahibi olursunuz. (ondan korkup emrine uyarsınız) (Enam 153)

وَلاَ تَتَّخِذُوَاْ آيَاتِ اللّهِ هُزُوًا وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا أَنزَلَ عَلَيْكُمْ مِّنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُم بِهِ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

“Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size vaaz, öğüt vermek (emretmek) üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.” ( Bakara 231)

وَاَحَلَّ اللّٰهُ الۡبَيۡعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا‌ ؕ فَمَنۡ جَآءَهٗ مَوۡعِظَةٌ مِّنۡ رَّبِّهٖ فَانۡتَهٰى فَلَهٗ مَا سَلَفَؕ وَاَمۡرُهٗۤ اِلَى اللّٰهِ‌ؕ وَمَنۡ عَادَ فَاُولٰٓٮِٕكَ اَصۡحٰبُ النَّارِ‌ۚ هُمۡ فِيۡهَا خٰلِدُوۡنَ

“Oysa alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabbinden kendine bir vaaz, öğüt  (emir) gelir de ve o da faize son verirse, geçmişi kendisine ait olur ve işi Allaha havale edilir”.(Bakara 275)

اِنَّ اللّٰهَ يَاۡمُرُكُمۡ اَنۡ تُؤَدُّوا الۡاَمٰنٰتِ اِلٰٓى اَهۡلِهَا ۙ وَاِذَا حَكَمۡتُمۡ بَيۡنَ النَّاسِ اَنۡ تَحۡكُمُوۡا بِالۡعَدۡلِ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمۡ بِهٖ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَمِيۡعًۢا بَصِيۡرًا‏ ﴿۵۸﴾  

 “ Şüphesiz ki Allah size, emanetleri sahiplerine eda etmenizi emrediyor. İnsanlar arasında hükmederseniz adaletle hükmetmenizi de emrediyor. İşte Allah’ın size tavsiyesi (emri) ne kadar güzeldir. Muhakkak ki Allah işiten ve görendir.” (Nisa 58) 

وَلَوۡ اَنَّا كَتَبۡنَا عَلَيۡهِمۡ اَنِ اقۡتُلُوۡۤا اَنۡفُسَكُمۡ اَوِ اخۡرُجُوۡا مِنۡ دِيَارِكُمۡ مَّا فَعَلُوۡهُ اِلَّا قَلِيۡلٌ مِّنۡهُمۡ‌ ؕ وَلَوۡ اَنَّهُمۡ فَعَلُوۡا مَا يُوۡعَظُوۡنَ بِهٖ لَـكَانَ خَيۡرًا لَّهُمۡ وَاَشَدَّ تَثۡبِيۡتًا ۙ‏ وَّاِذًا لَّاٰتَيۡنٰهُمۡ مِّنۡ لَّدُنَّاۤ اَجۡرًا عَظِيۡمًا ۙ‏ وَّلَهَدَيۡنٰهُمۡ صِرَاطًا مُّسۡتَقِيۡمًا

“ Eğer gerçekten biz onlara canlarınızı (kendinizi) öldürün veya yurtlarınızdan çıkın diye emir vererek yazsaydık (farz kılsaydık) onlardan az bir grup hariç kimse bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen vaazı (emri) yerine getirselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu ve sebatlık açısından daha sağlam olurdu. O zaman bizim tarafımızdan onlara büyük mükâfat verirdik ve onları dosdoğru yola iletirdik”. (Nisa 66-68)

اِنَّ اللّٰهَ يَاۡمُرُ بِالۡعَدۡلِ وَالۡاِحۡسَانِ وَاِيۡتَآىِٕ ذِى الۡقُرۡبٰى وَيَنۡهٰى عَنِ الۡفَحۡشَآءِ وَالۡمُنۡكَرِ وَالۡبَغۡىِ‌ۚ يَعِظُكُمۡ لَعَلَّكُمۡ تَذَكَّرُوۡنَ‏ ﴿۹۰﴾ 

“ Şüphesiz ki Allah adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara yardım etmeyi emreder. Fuhuş, hayâsızlık, münker ve azgınlığı nehyeder. Böylece Allah size vaaz eder (emir ve nehiy eder). Umulur ki düşünüp anlarsınız. (buna uyarsınız)(Nahl 90)

Allah, müminler diğer insanlardan korkmayıp, sadece kendisinden korkar ve azabından sakınırlarsa onların vekili ve kefili olur. Şer’i hükümlere bağlandıkları zaman, işlerinde onları muvaffak kılar ve onlara yardım eder. Zira gökler ve yeryüzü onundur. Öyleyse O’na tevekkül edip, onun emrine uysun ve nehyinden vazgeçsinler.  

 Allah bütün insanları tehdit ederek “istese sizi yok eder ve başkalarını getirir”. Zira  “Allah buna kadirdir”. Diye buyurdu.

Burada sadece müminlere veya Ehl-i kitaba değil, bütün insanlara bir tehdittir. Zira onları yoktan var eden O’dur, istese onları yok eder, başka insanları getirir, her şeye kadirdir. 

Nitekim müminleri şöyle uyardı:

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا مَنۡ يَّرۡتَدَّ مِنۡكُمۡ عَنۡ دِيۡـنِهٖ فَسَوۡفَ يَاۡتِى اللّٰهُ بِقَوۡمٍ يُّحِبُّهُمۡ وَيُحِبُّوۡنَهٗۤ ۙ اَذِلَّةٍ عَلَى الۡمُؤۡمِنِيۡنَ اَعِزَّةٍ عَلَى الۡكٰفِرِيۡنَ يُجَاهِدُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُوۡنَ لَوۡمَةَ لَاۤٮِٕمٍ‌ ؕ ذٰ لِكَ فَضۡلُ اللّٰهِ يُؤۡتِيۡهِ مَنۡ يَّشَآءُ‌ ؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلِيۡمٌ‏

“ Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah öyle kimseleri getirir, yaratır ki onlar O’nu severler, Allah ta onları sever; Müminlere karşı rahmetli, kafirlere karşı izzetlidir; Allah uğrunda cihad ederler ve hiç bir kimsenin kınamasından çekinmezler. İşte bu Allah’ın lütfudur ki dilediğine verir. Allah ise geniştir, her şeyi bilir” (Maide 54) 

وَاِنۡ تَتَوَلَّوۡا يَسۡتَـبۡدِلۡ قَوۡمًاغَيۡرَكُمۡ ۙ ثُمَّ لَا يَكُوۡنُوۡۤا اَمۡثَالَـكُم﴿۳۸﴾ 

“ Eğer yüz çevirirseniz, sizi başka kavimle değiştirir, (başka insanları yaratır veya hidayete erdirir). Onlar sizin gibi olmazlar” (Muhammed 38) 

İnsanlar Allah’ın emrinden yüz çevirirlerse, dininden dönerlerse ancak kendilerine zarar verirler, Allah’a hiç zarar veremezler.

اِلَّا تَـنۡفِرُوۡا يُعَذِّبۡكُمۡ عَذَابًا اَلِيۡمًا وَّيَسۡتَبۡدِلۡ قَوۡمًا غَيۡرَكُمۡ وَلَا تَضُرُّوۡهُ شَيۡـًٔــا‌ ؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرٌ‏ ﴿۳۹﴾

“ Eğer cihada gitmeseniz, Allah size elim azap verir, sizi başka kavimle (mümin insanlarla) değiştirir, O’na hiç zarar veremesiniz. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir” (Tevbe 39)

Nitekim Allah insanlara hidayet ve dalalet kabiliyeti verdi, kendi istekleriyle mümin veya kâfir olurlar, onun emir ve nehiylerine uyar veya muhalefet ederler. Buna göre cenneti veya cehennemi hak ederler. Bir kısmı sadece dünyayı kazanmak isterler, O’nun uğrunda fedakârlık göstermeye hazır değiller, bir kısmı hem dünya hem ahireti kazanmak isterler, O’nun uğrunda her tür fedakârlığı gösterirler. Allah şöyle buyurdu:

 “Kim dünya sevabını (nimeti ve mükâfatını) isterse, bilsin ki dünya ve ahiretin sevabı Allah’ın katındadır. Allah her şeyi işiten ve görendir”. (134)

Allah sadece dünya sevabını değil, içerik olarak dünya ve ahiretin sevabını isteyin diyerek emir vermektedir. Zira bir kısım insanlar sadece dünyayı kazanmaya çalışırlar, ahireti hiç düşünmezler. Bunların ahiretten payları yoktur. Allah şöyle buyurdu: 

فَمِنْ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ أُوْلَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ

“İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver! derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur. Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru! derler. İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah’ın hesabı çok süratlidir.” (Bakara 200- 202)

وَمَنۡ يُّرِدۡ ثَوَابَ الدُّنۡيَا نُؤۡتِهٖ مِنۡهَا‌ۚ وَمَنۡ يُّرِدۡ ثَوَابَ الۡاٰخِرَةِ نُؤۡتِهٖ مِنۡهَا ‌ؕ وَسَنَجۡزِى الشّٰكِرِيۡنَ‏

“Kim dünya sevabını (nimetlerini) istiyorsa kendisine ondan (payını) veririz, kim ahiret sevabını (nimetlerini) istiyorsa kendisine ondan veririz. Şükredenleri mükâfatlandıracağız” ( Ali Imran 145)

Dünyayı isteyen sadece nasibini, payını alır. Bütün dünyayı kazanamaz ancak Allah’ın kendisine takdir ettiği payı alır. Ahirette nasibi ve  payı yoktur. 

Ahireti isteyenler hem dünyada hem de ahirette paylarını alırlar. İkisini de kazanırlar. Müminler ikisini kazanmaya çalışırlar. Allah’ın emirlerine uyarak dünyayı kazanmaya çalışırsa ahireti kazanır. Zira imtihan dünyadadır, imanla birlikte şer’i hükümlere uymakla gerçekleşir. Hedefi ahireti kazanmaktır. Allah şöyle buyurdu:

مَنۡ كَانَ يُرِيۡدُ حَرۡثَ الۡاٰخِرَةِ نَزِدۡ لَهٗ فِىۡ حَرۡثِهٖ‌ۚ وَمَنۡ كَانَ يُرِيۡدُ حَرۡثَ الدُّنۡيَا نُؤۡتِهٖ مِنۡهَا وَمَا لَهٗ فِى الۡاٰخِرَةِ مِنۡ نَّصِيۡبٍ‏

“ Kim ahiretin ekinini isterse, biz onun ekinini artırırız. Kim dünya ekinini isterse ondan (payını) veririz; fakat ahirette onun hiç payı yoktur” (Şura 20)

“onun ekinini arttırırız” manası; ahiretle beraber dünyadan payını ona veririz. Hem ahiret için ekti, ahirette mahsulü elde edecektir ve aynı anda dünyadan mahrum olmayacaktır. 

Nitekim Allah şöyle buyurdu: 

وَابۡتَغِ فِيۡمَاۤ اٰتٰٮكَ اللّٰهُ الدَّارَ الۡاٰخِرَةَ‌ وَلَا تَنۡسَ نَصِيۡبَكَ مِنَ الدُّنۡيَا‌ وَاَحۡسِنۡ كَمَاۤ اَحۡسَنَ اللّٰهُ اِلَيۡكَ‌ وَلَا تَبۡغِ الۡـفَسَادَ فِى الۡاَرۡضِ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الۡمُفۡسِدِيۡنَ‏ ﴿۷۷﴾ 

“ Allah’ın sana bütün verdiklerinden, senin gayen ahiret yurdu olsun. Dünyadan nasibini de unutma (payını al). Allah sana nasıl iyilik yapmışsa sen de ona iyilik yap. Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yapmaya hiç çalışma. Şüphesiz ki Allah fesat sahipleri ve bozguncuları hiç sevmez” (Kasas 77)

Müslümanın gayesi ahireti kazanmak olmalıdır. Allah uğrunda bol bol harcarken dünyadan nasibini alır. Şer’i hükümlere göre kazanır ve harcar, yer, içer ve giyinir, güzel şeyleri alır, güzel mesken edinir. Faiz, içki, kumar, esrar, kadın ticareti, sahte mal, kalpazanlık, borsa veya anonim şirketlerin hisse alım satımı gibi haram yollardan malı kazanmaya çalışmaz. Kazandığı malı haram yollarda harcamaz, kazandıklarıyla övünmez, gösteriş yapmaz ve kibirlenmez, malıyla Allah’ın diniyle ve O’na davet edenlerle savaşmaz, daha doğrusu İslam Hilafet devletini tesis etmekle Allah’ın dinini hâkim kılmaya çalışır, malını da harcar, bütün farzları eda etmeye gayret sarf eder. Bu şekilde Allah’a iyilik yapmış olur zira onun emrine uymuş ve nehyinden vazgeçmiş oldu. Fesat ve bozgunculuk yapmayı hiç düşünmez. 

 Allah yalnız dünya sevabını (nimeti ve mükâfatını) isteyenleri, işitir ve görür. Onlara karşı şahit olur. Bunların dünya ve ahiretin sevabını kazanmaya çalışmasını talep eder. Böyle çalışırlarsa ikisini de kazanırlar. Zira  ikisinin mükâfatı  O’nun katındadır. Sadece dünya sevabını (nimeti ve mükâfatını) isterlerse onlara ondan nasibini verir, fakat ahireti kaybederler ve cehennemlik olurlar.

İnsan hep, Allah beni görüyor ve işitiyor diye  düşünürse, her hareketinde O’nu aklında tutarsa, O’ndan korkup emrine uyar ve nehyinden vazgeçer. Bu şekilde onun rızasını kazanıp, hem dünyadan nasibini alır hem de cenneti kazanır.