– 57 –

Bu ayetlerde şu hakikatleri açıklarız ve sorulara cevap veririz:

  • Nebilere vahiy meselesi
  • Nebi ve Rasul arasındaki fark
  • Akait, şeriat ve metotları
  • Nebi ve Rasullerin görevi
  • Allah’ın ve meleklerin şahitliği

Nebilere nasıl ve ne vahyedildi? Nebi ile Rasul arasında fark var mıdır ve birbirinden üstün olabilir mi? Nebilerin akait, şeriatları ve metotları bir midir? İsmi zikredilmeyen nebilere iman edilmeli midir? Nebi gönderilmeyince insanlar mükellef olur mu ve hesaba çekilirler mi? Niçin nebiler gönderildi? Nasıl Allah ve melekler şahitlik eder ve niçin?

اِنَّاۤ اَوۡحَيۡنَاۤ اِلَيۡكَ كَمَاۤ اَوۡحَيۡنَاۤ اِلٰى نُوۡحٍ وَّالنَّبِيّٖنَ مِنۡۢ بَعۡدِهٖ‌ ۚ وَاَوۡحَيۡنَاۤ اِلٰٓى اِبۡرٰهِيۡمَ وَاِسۡمٰعِيۡلَ وَاِسۡحٰقَ وَيَعۡقُوۡبَ وَالۡاَسۡبَاطِ وَعِيۡسٰى وَاَيُّوۡبَ وَيُوۡنُسَ وَهٰرُوۡنَ وَسُلَيۡمٰنَ‌ۚ وَاٰتَيۡنَا دَاوٗدَ زَبُوۡرًا‌ۚ‏ ﴿۱۶۳﴾  وَرُسُلًا قَدۡ قَصَصۡنٰهُمۡ عَلَيۡكَ مِنۡ قَبۡلُ وَرُسُلًا لَّمۡ نَقۡصُصۡهُمۡ عَلَيۡكَ‌ ؕ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوۡسٰى تَكۡلِيۡمًا ‌ۚ‏ ﴿۱۶۴﴾  رُسُلًا مُّبَشِّرِيۡنَ وَمُنۡذِرِيۡنَ لِئَلَّا يَكُوۡنَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ ۢ بَعۡدَ الرُّسُلِ‌ ؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَزِيۡزًا حَكِيۡمًا‏ ﴿۱۶۵﴾  لٰـكِنِ اللّٰهُ يَشۡهَدُ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اِلَيۡكَ‌ اَنۡزَلَهٗ بِعِلۡمِهٖ‌ ۚ وَالۡمَلٰٓٮِٕكَةُ يَشۡهَدُوۡنَ‌ ؕ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَهِيۡدًا ؕ‏ ﴿۱۶۶﴾ 

“Rasulüm! Biz, Nuh’a ve ondan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi sanada vahyettik. Nitekim, biz İbrahim’e, İsmail’e, Yakup’a, torunlardan nebiler, İsa’ya, Eyüb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik, Davud’a Zabur’u verdik (163) Daha önce sana anlattığımız bir kısım Rasuller vardır, anlatmadığımız bir kısım Rasuller de vardır. Allah gerçekten Musa ile direk konuştu (164) İşte bunlar müjdeleyici ve uyarıcı birer Rasullerdir. Taki Rasullerin gönderilişinden sonra Allah’a karşı insanların hüccetleri olmasın. Allah mutlaka izzet ve hikmet sahibidir (165) Lakin Allah bilhassa sana indirdiğiyle şahitlik eder. Bunu (Kuran’ı) kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahitlik eder. Oysa Allah’ın şahit olması kafidir (166)

Daha önceki ayetlerde İsrailoğullarının kafirliklerini ve yaptıkları kötülükleri teşhir edip zemmettikten sonra onlardan iman edip derin ve aydın düşünen âlimleri övdü. Oysa insan derin ve aydın düşündükçe gerçek imana varıp sadık mümin olur.

Bu âlimler tahrif edilmeyen sahih Tevrat, İncil ve eski Kitaplara inandıkları gibi son indirilen Kitap olan Kuran’a inandılar. Allah’a şirksiz iman ettiler, gerçek manada ahirete inandılar. Böylece ahireti hedef edindiler. Ondan dolayı bilinçli olarak namaz kılarlar ve zekât verirler.

Namaz kılmak ve zekât vermek dinin birer örnek vecibeleridir, zira din yalnız bunlardan ibaret değildir, bunlar dinde en bariz şeylerdir. Orada oruç, hac, cihad, marufu emretmek, münkeri nehyetmek, İslam davetini taşımak, zalimlere karşı çıkmak, yöneticileri muhasebe etmek, Müslümanları birleştirmeye ve onların Hilafet devletini kurmaya çalışmak,  anne babaya ve akrabalara iyilik yapmak gibi bir çok farz vardır.

 Ayrıca iman; zina ve ona yaklaştıran her iş, faiz yemek ve yedirmek, içki içmek, satmak, üretmek, kumar oynamak ve oynatmak, iffetlilere iftira atmak ve insanların mallarını haksızca yemek gibi günahlardan sakınmayı gerektirir. Günah olan ne iş varsa hepsini bırakmaktır. Bunları serbest bırakan ve cezalandırmayan zalim yöneticilere karşı çıkmak ve İslam’ı uygulayan salih ve ihlaslı yöneticileri tayin etmeye çalışmak imanın gerektirdiği en önemli farzlardandır. Zira bunların sayesinda din uygulanır ve haram kaldırılır.

163. Ayet: “Rasulüm! Biz, Nuh’a ve ondan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi sanada vahyettik. Nitekim, biz İbrahim’e, İsmail’e, Yakup’a, torunlardan nebiler, İsa’ya, Eyüb’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik, Davud’a Zabur’u verdik”.

 Allah Kitaplara inanmayı pekiştirmek ve güvendirmek üzere bu ayeti indirdi. Daha önceki rasul ve nebilere nasıl vahyettiyse Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e vahyettiğini bildirmektedir. Hepsine Kitap indirmedi, fakat hepsine vahyetmiştir. Vahiy kapsamlı bir ifadedir. Kitap ise hastır: Muhammed’e Kuran, Musa’ya Tevrat, İsa’ya İncil, Davut’a Zebur ve İbrahim’e sayfalar inidrmiştir. Kuran’da bunlar açıklanmıştır. Ama diğerlerine kitap indirilmedi, fakat vahyedildi. Bunun manası Kitap dışında Allah’ın bir vahyi vardır. Allah bu nebilere bu kitaplar dışında vahyetmiştir. Kuran’da geçtiği gibi bu vahiy; ya direk melekler ya da ilham veyahut ta rüya yoluyla oluyordu.

 Nuh’un hiç kitabı yoktu, fakat Allah ona vahyetti, haramı ve helali gösterdi, Allah’ın ona son vahyi gemi yapıp bütün müminleri buna bindirmekti. Onun oğlunun salih olmadığını bildirerek helak olanlardan olacağına dair vahyetti. Oysa Nuh’un kitabı yoktu, Allah onunla direk konuşmadı, öyleyse ona Vahiy bu yolarlarla olmuş olmalıdır.

İbrahim’e sayfalar verildiği gibi rüya gördü ve ona ilham edildi, bazen melekler yanına geldi. Diğer nebilere bu yollarla vahyediliyordu, kendilerine direk kitap verilmedi.

Yakup’un kendisine kitap verilmedi, dedesi olan İbrahim’in dinini tebliğ ederken kendisine vahyedildi. Yusuf suresi 86. Ayette geçtiği gibi çocuklarına bilmediklerini Allah tarafından bildirdiğini bildirdi.  Yusuf’a karşı gizlice yaptıkları hilelerini ve tekrar ona kavuşacağına dair bilgiyi Allahtan edindiğini onlara söyledi. Bu ise, Kitap dışında kendisine bir vahiydir.

Eyüp’e kitap verilmedi, hastayken karısı salih kadın olmasına rağmen bir hususta kendisini dinlemeyince şifaya kavuşunca onu vuracağına yemin etti. 100 değnek vuracağına dair rivayetler vardır. Karısı hatasını düzeltince ve kendisi şifaya kavuşunca yeminini yerine getirmek için Allah bir demet sap al da onunla vur dedi. Allah’ın bu vahyi bir kitapla gelmedi, zira Eyüp’ün kitabı yoktu.

Yunus kavmi inanmayınca oradan kızarak ayrıldı. Balık onu yuttu, sonra Allah onu kurtardı ve tekrar kavmine dönmesini emretti, zira onlar azap geleceğini hissedince inandılar, Yunus’un dönüşünü beklediler. Bu emir kitapla gelmedi. Kitap dışında başka yolla vahyedildi.

Süleyman’a kitap verilmedi, Tevrat’la hükmederken bu Kitap dışında bir çok şey kendisine vahyedildi. İnsanlar arasında nasıl hüküm edeceğini Allah ona öğrettiği ve kavrattığını bildirdi. Bu şekilde kendisine vahyedildi. Hatta kuşların ve hayvanların konuştuklarını anlıyordu. Hüdhüd’la konuştu, karıncanın dediğini işitti, cinleri ve şeytanları çalıştırdı. Eceli gelince en son yaptığı şeyi tamamlamak için ölü iken değneğine dayanarak kaldı. Bunların hepsi birer mucizeler ve Kitap dışında Allah’ın ona birer vahyidir.

Tevrat dışında Allah direk Musa ile konuştu. Tevrat’ı getirdikten sonra bu kitap dışında Allahtan birçok emir geldi. Mısır kralı Firavun’a tebliğ etmesi, yılan mucizesi, elinin mucizesi, Kutsal toprağa halkını götürmek ve oradaki kâfir kavimle savaşmaya dair Allah’ın emri, ineği kesmekle ilgili Allah’ın emri gibidir. Hepsi Tevrat dışında birer vahiylerdir. Oysa Musa kavmine bir ineği kesin deyince bunu ciddiye almadılar, hatta bizimle dalgamı geçiyorsun ya Musa dediler, çünkü bu emir Tevrat’ta geçmiyor. Bunun Allah’ın emri olduğunu bildirince bir kaç şey istedikten sonra kestiler.

Al-i İmran suresi 39-40 Ayetlerde geçtiği gibi Zekeriya mihrapta namaz kılarken melekler onunla konuşup Yahya’nın doğuşunu müjdelediler. Allah’a hitap ederek ben çok yaşlandıktan sonra ve benim karım kısır olduğu halde nasıl bir çocuğa sahip olacağım diye sorunca Melekler Allah istediği şeyi yapabilir diye cevap verdiler. Bunun manası Allah’ın cevabının melekler yoluyla geldiğidir.

Kuran’da birçok ayette Lut as. kendi kavmi en çirkin fiil olan eşcinsellik yaptıklarından dolayı senelerce uyardı, Allah’tan onlara bir azabın geleceğini de uyardı, buna rağmen dinlemediler, bu pis işten vaz geçip hiç tövbe etmek istemediler, çirkin ve pis fiillerinde ısrarlı kalınca Allah onlara acılı azabın geleceğini haber vermek için onun yanına melekleri gönderdi. Ayrıca karısı dışında çocuklarıyla beraber oradan çıkmasını melekler yoluyla emretmiştir. Zira karısı eşcinselliği yapanları destekliyordu. Bu nedenle eşcinsellik yapanlarla beraber aynı cezaya uğradı. İşte münkeri işleyen veya destekleyenlerin kötü akıbeti birdir.

İşte Allah Lut’a kitap vermediği halde onun yanına meleklerin gelmesiyle vahyediliyordu.

İşte Allah Rasullere ve nebilere indirdiği Kitap dışında vahyediyordu, bize Kuran’da bunu gösterdi. Onlara nasıl vahyedildiyse son nebi ve rasul olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e de vahyetmiştir. Kuran’la beraber bunu açıklayan şeyler vahyetmiştir. Buna sünnet adı verildi. Eski nebilere ya melek ya da ilham veyahut ta rüyayla vahyedildiği gibi kendisine de vahyediliyordu.

Bir kimse eski nebilere Kitap dışında vahyedildiğine inanıyorsa, ondan sonra Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Kuran dışında vahyedilmez derse ne kadar çelişki içerisinde olur?! Gerçek manada Kuran’ı incelemiş ve düşünmüş değildir. Hadis ilminden hiç haberi yoktur. Daha doğrusu İslam’a azgın düşman olan Yahudi Goldziher başta olmak üzere oryantalistlerin tuzağına düşen kimsedir! Ondan sonra âlim olarak kesilir! Oysa bu kindar kâfirlerin papağanı ve amigosundan başka birşey değildir.

 Ayrıca konuyla, sünnetle ilgili birçok kesin manayı taşıyan muhkem ayet geldi. Bunu inkâr eden kimsenin hiç Müslümanlıkla alakası kalmaz. Zira “ Sünnet Kuran gibi Şeri bir kaynaktır” kitabımızda bu konuyu detaylıca izah ettik.

Akide hususunda bütün nebiler ve rasuller ortaktır. Onlara akide hususunda ne vahyettiyse Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e de vahyetmiştir. Fakat şeriat ve metot hususunda fark vardır, Maide suresi 48. Ayette Allah bunu apaçık Rasulüne hitap ederek bildirmiştir:

لِكُلٍّ جَعَلۡنَا مِنۡكُمۡ شِرۡعَةً وَّمِنۡهَاجًا ‌ؕ

Her biriniz için bir şeriat ve metot kıldık” (Maide 48).

 Her Rasul ve nebi için ayrı şeriat ve bunu uygulama metodunu vahyetmiştir. Ayetin devamında “Allah isteseydi hepiniz aynı ümmet yapardı”. Bunun manası insanlar için tek şeriat ve tek metot verecekti, bu şekilde tek ümmet olurdu. Âdem’den Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e kadar tek şeriat ve metot olacaktı, böylece hepsi İslam ümmeti olacaktı.

Oysa akide hususunda hepsi tek ümmettir. Allah şöyle buyurdu:

  اِنَّ هٰذِهٖۤ اُمَّتُكُمۡ اُمَّةً وَّاحِدَةً ‌ۖوَّاَنَا رَبُّكُمۡ فَاعۡبُدُوۡنِ‏

“ Şüphesiz ki bu sizin ümmetiniz, tek bir ümmettir. Rabbiniz de benim. Öyleyse bana kulluk edin” (Enbiya 92)

Allah nebilerin kıssalarını anlattıktan sonra bu ayetle bize hitap etti. Eski nebiler ve siz, hepiniz tevhit akidesinde tek bir ümmetsiniz. Bu nedenle sadece bana kulluk etmeniz elzemdir.

İşte akide ve iman açısından bütün nebiler ve ümmetleri birdir. İslam akidesidir. Birçok ayette geçtiği gibi akide hususunda bütün nebiler Müslümandır. Ama şeriat ve bunun metodu konusunda farklıdır. Şeriat ise insanın ameliyle ilgili şeri hükümlerden ibarettir. İbadetler, ahlak, yiyecek, giyim, muamelat ve ukubattır. Muamelat ise yönetim ve ekonomi nizamı, aile, kadın-erkek ilişkisi ve bunlarla ilgili hususları kapsayan içtimai nizam, iç ve dış siyasetleri, harbi, eğitim ve talim siyasetleri ve ceza kanunlarını kapsar. Bütün bu amellerle ilgili şeri hükümler vardır. Bunlara şeriat denilir. Bunları uygulama keyfiyetine minhaç veya metod denilir. İşte Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şeriatı ve metodu diğer nebilerinkinden farklıdır. Bazı hükümlerde benzerlik varsa Allah onlara emrettiği gibi bize de emrettiği içindir. Tekrar bize hitap eder, buda size bir farz der. Rasulüne de bildirir. Ama derse bunu onlara farz kıldık derse, bu halde bize farz değildir. Genel ifade ise hepimiz muhatap oluruz. Bunlar Kuran ve Sünnette belirlenmiştir. Zira Maide suresi 48. Ayette geçtiği gibi İslam şeriatı diğer şeriatları neshetmiştir, eski hükümleri kaldırmıştır. Onların şeriatlarından alamayız, sadece bize Allah’ın ve Rasulünün hitabı gelirse alırız. Bunun manası bu bizim şeriatımızdandır, eski şeriattan değildir.

Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in davet metodu ve devleti kurma metodu diğer nebilerinkinden farklıdır. Bir hizip kurdu, yetiştirdi, zalimlere karşı siyasi ve fikri mücadele verdi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı, nusret ehlini kazanmaya gayret sarf etti. Nusreti elde edince Medine’de devleti kurdu. Medine’deki nusret ehlinden biat alarak devletin başkanı oldu. Devletin teşkilatı ve organlarını tesis etti. Devlet yoluyla İslam’ı uyguluyordu ve dünyaya İslam’ı taşıyordu. Ahzap suresi 21. Ayette geçtiği gibi sadece Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem bizim için örnek olur. Diğer nebiler ise Yusuf suresi 111. Ayette geçtiği gibi onların kıssalarından ibret alırız; bütün eziyetlere rağmen nasıl sabrettiler ve dayandılar, hiç yılmadılar ve taviz vermediler. Buna benzer hususlardan istifade ederiz, fakat onların metotlarını edinemeyiz, çelişki olur, çünkü Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in daveti yüklenme, yayma ve devleti kurma ahkâmını uygulama metodu diğer nebilerinkinden farklıdır.

Böylece şu şeri kaide çıkarılmıştır: “ Eski şeriatlar bizim için şeriat değildir”.

164. ayet: “Daha önce sana anlattığımız bir kısım Rasuller vardır, anlatmadığımız bir kısım Rasuller de vardır. Allah gerçekten Musa ile direk konuştu”.

Bu ayet ve başka ayetlerde geçtiği gibi Allah bir kısım nebilerin isimlerini bize aktardı, bir kısmını bize söylemedi. Al-i İmran suresi 84. Ayette geçtiği gibi hepsine inanırız, onlara iman hususunda hiç ayrım yapmayız, tevhid akidesi hususunda onlar ve biz ortağız, hepimiz Müslümanız.

Fakat Bakara suresi 253. Ayette geçtiği Rasullerin dereceleri vardır, birbirlerinden üstündür. Allah Musa ile direk konuştu, İsa’ya ölüleri ihya etme ve hastaları şifaya kavuşturma mucizeleri verdi. Ayrıca doğuşu ve dünyadan ayrılışı birer mucizelerdir. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bütün nebilerin ve rasullerin efendisi olması, onun risalesinin bütün insanlara bir risale olması, İsra ve Miraç mucizesi gibi hususlarda üstünlüğü vardır.

Ama nübuvvet ve peygamberlik hususunda Bakara suresi 285. Ayet ve Al-i İmran suresi 84. Ayette geçtiği gibi Nebiler ve Rasuller arasında hiç fark kılınmaz. Hepsinin peygamberliklerine eşit olarak inanmak imandandır, bunun aksi ise küfürdür.

İsmi zikredilmeyen nebilere inanırız, öyle nebilerin var oldukları imandandır. Fakat isimlerini bilmiyoruz. İsrailiyatta geçen isimlerin doğru olup olmadıklarını bilmiyoruz, bu isimlere inanmak doğru değildir. Bizden istenmedi, sadece Kuran’da ismi geçenlere inanmamız istenmiştir.

İman açısından Nebiler arasında fark kılmıyoruz. Çünkü her rasul de nebidir, ama her nebi Rasul değildir. Bu nedenle iman rasuller ve sair nebileri kapsar.  

Dil olarak bir iş için her gönderilen kimseye elçi veya rasul denilir. Bir risale, bir mesaj taşır. Nebi ise haber vericidir.

 Şeri manada ise kendisine kitap verilen nebilere Rasul denilir. Bu açıdan Tevrat kendisine verilen Musa ise Rasul ve nebidir, kardeşi Harun ise sırf nebidir, kendisine kitap verilmedi, Musa’nın risalesini tebliğ etmeye emredilmiştir.

Fakat dil manasında Firavun’a bir risaleti göndermeye veya taşımaya emredilince bu açıdan ikisi rasul veya elçi olarak gönderildi. Taha suresi 47. Ayette Allah Musa ve Harun’a hitap ederek “Firavun’a gidin ve şöyle deyin: biz sana gelen Allah’ın iki elçiyiz. Bizimle beraber İsrailoğullarını gönder ve onlara azap verme..”. oysa şeri manada sadece Musa Rasuldür ve Harun sırf nebidir. Dil manasında bir risalet, bir mesaj taşıdıkları için ikisi birer rasul, elçidir.

Yasin suresi 13-17 ayetlerinde bir şehre iki elçi gönderildi, yalanlanınca bir elçi olarak gönderildi. Dil manasında birer elçi gönderildi, yoksa aynı şehre şeri manada üç rasul gönderilmez; üç kitapla geleceklerdi! Bu ise şeriatça mümkün değildir. Oysa öyle değil, üçü aynı risaleti taşıyorlardı, hem de rivayetlere göre İsa a.s tarafından onun risaletini tebliğ etmek üzere gönderilen üç elçi idi.

Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendi risaletini tebliğ etmek üzere Rum ve Pers gibi en büyük devletlerin kralları başta olmak üzere 12 krala 12 rasul, elçi gönderdi. Allah’ın izniyle Hilafet devleti kurulunca büyük devletlerin başkanları başta olmak üzere bütün dünya başkanlarını İslam’a davet ederek onlara rasullar gönderecektir.

 165. ayet: “İşte bunlar müjdeleyici ve uyarıcı birer Rasullerdir. Taki Rasullerin gönderilişinden sonra Allah’a karşı insanların hüccetleri olmasın”.

 Bu Rasul ve nebilerin asıl işleri Allah’ın risaletini net ve apaçık şekilde tebliğ etmek, iman edenleri cennetle müjdelemek ve insanları Allah’ın azabından uyarmak ve sakındırmaktır. Böylece kıyamet günü Allah’a karşı insanların hücceti kalmaz. Bize uyarıcı bir Rasul gelmedi, öyleyse biz suçlu değiliz diye iddia etmesinler.

Buna göre fetret ehli, iki Rasul’ün gelişi arasında yaşayan insanlar, mükellef, sorumlu değiller, onlara azap verilmez.

 Bu asırda bir insanın İslam’dan, Rasulünden ve Kitabından hiç haberi yoksa Allah katında  sorumlu değildir.

İsra suresi 15. Ayette Allah  

 “وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِيۡنَ حَتّٰى نَبۡعَثَ رَسُوۡلًا”

“Biz, bir Rasul, peygamber göndermedikçe (kimseye)azap edecek değiliz”

Buyurduğu zaman bunların geleceği cennet demedi. Zira gaip olan hususlar nassa bağlıdır, bir nas varit olmadıkça bu konulara girişmek yanlış olur. Ayette sadece onlara azap vermeyiz demiştir. Akideden olduğundan dolayı mantık yürütmek hiç doğru değildir. Burada verilen mesaj; Allah hiç zalim olmaz, kimseye haksızlık yapmaz. Zira gaiple ilgili birçok mesele vardır, kesin delaletle delil geçmedikçe akide haline getiremeyiz. Zanni delil veya delalet ise akide olmaz. Böyle olursa akide haline getirmeden sadece tasdik ve tercih edilebilir görüş olur. Zira bu konuyla ilgili değişik haber ahad hadisler vardır. Buna göre şöyle veya böyle söyleyenler vardır. Bunlardan İbni Hanbel’in rivayet ettiği hadiste Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

” وأما الذي مات في الفترة فيقول: رب، ما أتاني لك رسول، فيأخذ مواثيقهم ليطعنه فيرسل إليهم أن ادخلوا النار، فوالذي نفس محمد بيده لو دخلوها لكانت عليهم بردا وسلاما”

“ Fetrette ölen kişiye şöyle der: Rabbim, bana bir Rasul gelmedi. Allah onların misaklarını alır, onları çürütür, onları ateşe atar. Muhammed’in canını elinde tutana yemin ederim ki, onlar oraya girince ateş onlar üzerinde soğuk ve barış olur (onları yakmaz)”.

Buna göre bu konuya girmek bir fayda getirmez. Önemli olan bu asırda İslam’ı duyan ve duymayan insanlara tebliğ etmekle uğraşmak gerekir. Dünyadaki bütün insanlara nasıl İslam’ı tebliğ edeceğimizi düşünmemiz gerekir. Bunun metodu İslam Hilafet devletini kurmaktır. Bu nedenle bu devleti kurmak için mücadele etmek en büyük farzdır. Nitekim Müslümanım diyen Müslümanları azaptan kurtarmamız gerekir, zira çoğu gaflet içerisindedir, kendilerine uygulanan laik demokratik küfür rejiminden çoğu haram işler! Bunları nasıl azaptan kurtaracağız?! Bunu düşünmemiz gerekir! Hilafet kurulmadıkça azap içinde kalacaklar! 

Eski kavimlere şeri manada bir kitapla gelen Rasul arkasından çok nebi geliyordu. Musa a.s’dan Tevrat’ı tebliğ etmek için İsrailoğullarına çok nebi geldi, bir kısmını öldürdüler, bir kısmını yalanladılar, bu nedenle Allah İsrailoğullarını cezalandırıp alçalttı, kendilerine diğer kavimleri musallat kıldı ve yeryüzünde dağıttırdı. Onlara yardımı kesti, sadece insanların onlara yardım etmelerine engel koymadı, onlara imana fırsat verdi, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem gelince onu nebi ve rasul olarak bildikleri halde kıskançlıktan dolayı çoğu iman etmeyi reddedip küfrü tercih ettiler. Niye İsrailoğullarından gönderilmedi Araplardan gönderildi diyerek kıskandılar. Bu nedenle imanı reddedip küfrü tercih ettiler. Allah onlara yardımı kesince diğer halklar onlara musallat oldu ve azap vermeye başladı. Ancak Endelüs’te ve Osmanlı devletinde Müslümanların hükmü altında emniyet ve rahatlık içinde yaşıyorlardı. O sıralarda Avrupa ve Rusya’da eziliyordu ve katlediliyordu. Ancak Britanya ve Amerika Müslüman memleketlerini sömürmeyi sürdürmek için Yahudileri Filistin’e getirip üstün kıldılar ve onlara devlet kurdurdular. Yahudileri sevdiklerinden dolayı değil onları Müslümanlara karşı kullanmak için getirdiler, onlara her imkân sağladılar, her tür yardım ve silahı verdiler, sürekli Müslümanlara saldırtıyorlar. Böylece Müslümanları Yahudilerle meşgul ettirip birleşmesini, kalkınmasını ve tekrar Hilafet devletinin kurulmasını engellemeye çalışırlar.  Ayrıca Batı dünyası Haçlı seferlerinde yenildiler ve Filistin’den kovuldular. Müslümanlardan intikam almış ve kurdukları Yahudi varlığı ile oraya dönüşlerini sağlamış oldular.

166. ayet: “Allah mutlaka izzet ve hikmet sahibidir. Lakin Allah bilhassa sana indirdiğiyle şahitlik eder. Bunu (Kuran’ı) kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahitlik eder. Oysa Allah’ın şahit olması kâfidir”.

Kâfirler Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e senin rasul olduğuna dair kim şahitlik yapar deyince Allah bu ayeti indirip kendisinin şahit olduğunu ve onu kendi ilmiyle gönderdiğini bildirdi. Nitekim mutlak şekilde izzet ve hikmet sahibi ta kendisidir. Bu rasulü niçin Araplardan seçtiği ve bu Kuran’ı niçin Arapçayla indirdiğini, bu şeriatı ve metodu niçin seçtiğini, başkasını niye seçmediğini iyice bilir. Bu nedenle İsrailoğullarından gönderilmemesinin hikmeti vardır, öyleyse Yahudiler kıskanmasınlar. Şu var ki, Allah’a onlardan çok nebi seçti?! Yetmez mi?! Diğer halklar kıskanmadı! Ayrıca kendilerine gelen nebilerin çoğunu öldürdüler.

 İşte bu nebiye inanırlarsa kendileri için daha iyi ve hayırlı olur. Enbiya suresi 107. Ayette geçtiği gibi bu nebi, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bir kavme değil, İsarailoğulları dâhil olmak üzere bütün kavim ve insanlara bir rahmet olarak gönderildi. Onları küfür ve karanlıktan kurtarmak, cehenneme girmekten alıkoyup cennete girmelerini sağlamak için bir rahmettir.  

Melekler de şahitlik eder. Onlar insaflı ve güvenilir, hiç yalan söylemezler. İnsanlar buna inanırlar. Bu nedenle melekler de şahitlik eder dedi. Zaten Allah’ın şahitliği yeter. Çünkü haşa Allah yalan söylemez. Allah bunu Tevrat’ta ve İncil’de yazdı. Yahudiler ve Hristiyanlar bunu biliyorlar, fakat gizliyorlar. Bu nedenle Allah kendisinin bildiğini buyurdu, daha önce indirdiği kitaplarda bunu yazmıştır. Şöyle buyurdu:

اَلَّذِيۡنَ اٰتَيۡنٰهُمُ الۡكِتٰبَ يَعۡرِفُوۡنَهٗ كَمَا يَعۡرِفُوۡنَ اَبۡنَآءَهُمۡؕ وَاِنَّ فَرِيۡقًا مِّنۡهُمۡ لَيَكۡتُمُوۡنَ الۡحَـقَّ وَهُمۡ يَعۡلَمُوۡنَؔ‏

“Kendilerine kitap verilenler onu (Muhammed’i) çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir grup bile bile bu gerçeği (Muhammed’in rasul olduğunu) gizliyorlar” (Bakara 146)

Onlar bunu gizlerlerse Allah şahittir. Gizledikleri için hem dünyada hem de ahirette onları cezalandırıp alçaltacaktır. Onlara ağır azap verip ebediyen cehenneme atacaktır. Dünyada Müslümanlar karşısında yenilecekler ve İslam’a mahkûm olacaklar. Nitekim oldu. Müslümanlar dinlerini ihmal edip Hilafet devletlerini kaybedince kafirlere mağlup oldular. Tekrar bu devleti kurunca izzetli olacaklar ve kâfirleri kendilerine boyun eğdirecekler.

Ayrıca Muhammed’in rasullüğü ve nübuvveti aklen ispatlanır. Onun mucizesi Kuran’dır. Hiç bir insan bunun gibi bir sure söyleyemez, bir kitap yazamaz. Arapça bilenler, öz Araplar acze düştüler, bunun gibi bir sure dahi yazamadılar. Hala bu mucize vardır, değişmedi, insanlara ve cinlere meydan okumaktadır. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ‘in kendi sözleri vardır, hiç Kuran’a benzemez. Arapça olarak indirilen bu Kuran Araplardan veya Muhammed’den olmayınca Arapça bilmeyen başka insanlardan gelemez, ancak Allahtan gelir.

Bu şekilde insanın imanı, vakaya, gerçeğe mutabık akli bir delille sabit ve sağlam olur, hiç sarsılmaz. Zira İslam akidesi aklidir. Akılla ispatlanır, ayrıca fıtrata uygundur. Çünkü insanda dindarlık içgüdüsü vardır, illa bir şeye kulluk edecektir. Öyleyse yaratıcısı olana kulluk etmelidir, doğru kulluk ve ubudiyet yapmış olur. İman insanı huzurlu ve mutlu kılar.