– 44 –

Bu ayetlerde şu hakikatleri açıklarız:

  • Akidenin delili ve şirk meselesi
  • Kâfirlerin müslümanlardan korkmalarının sebepleri
  • Ruhani, manevi ve maddi güçler
  • Kâfirlerin cezası korku içerisinde yaşamak
  • Müminlerin ödülü ise emniyettir
  • Hezimetin sebepleri
  • İmtihan etmenin lüzumu
  • İnsanın içindeki olanlar
  • Şeytanın rolü
  • Halim olmak

Akidenin delili kesin olmalı mıdır? Allahın dini dışında yasa çıkarmak şirk midir? İnsanı harekete geçiren güçler nedir? Müslümanlar hangi güçle savaşırsa kazanır? Ne zaman savaşı kaybederler? Musibetlerin faydası var mıdır?

سَنُلۡقِىۡ فِىۡ قُلُوۡبِ الَّذِيۡنَ كَفَرُوا الرُّعۡبَ بِمَاۤ اَشۡرَكُوۡا بِاللّٰهِ مَا لَمۡ يُنَزِّلۡ بِهٖ سُلۡطٰنًا‌‌ۚ وَمَاۡوٰٮهُمُ النَّارُ‌ؕ وَبِئۡسَ مَثۡوَى الظّٰلِمِيۡنَ‏ ﴿۱۵۱﴾  وَلَقَدۡ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعۡدَهٗۤ اِذۡ تَحُسُّوۡنَهُمۡ بِاِذۡنِهٖ‌ۚ حَتّٰۤی اِذَا فَشِلۡتُمۡ وَتَـنَازَعۡتُمۡ فِى الۡاَمۡرِ وَعَصَيۡتُمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ مَاۤ اَرٰٮكُمۡ مَّا تُحِبُّوۡنَ‌ؕ مِنۡكُمۡ مَّنۡ يُّرِيۡدُ الدُّنۡيَا وَمِنۡكُمۡ مَّنۡ يُّرِيۡدُ الۡاٰخِرَةَ ‌‌‌ۚ ثُمَّ صَرَفَكُمۡ عَنۡهُمۡ لِيَبۡتَلِيَكُمۡ‌ۚ وَلَقَدۡ عَفَا عَنۡكُمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ ذُوۡ فَضۡلٍ عَلَى الۡمُؤۡمِنِيۡنَ‏ ﴿۱۵۲﴾  اِذۡ تُصۡعِدُوۡنَ وَلَا تَلۡوٗنَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَّالرَّسُوۡلُ يَدۡعُوۡكُمۡ فِىۡۤ اُخۡرٰٮكُمۡ فَاَثَابَكُمۡ غَمًّا ۢ بِغَمٍّ لِّـكَيۡلَا تَحۡزَنُوۡا عَلٰى مَا فَاتَكُمۡ وَلَا مَاۤ اَصَابَكُمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ خَبِيۡرٌۢ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ‏ ﴿۱۵۳﴾  ثُمَّ اَنۡزَلَ عَلَيۡكُمۡ مِّنۡۢ بَعۡدِ الۡغَمِّ اَمَنَةً نُّعَاسًا يَّغۡشٰى طَآٮِٕفَةً مِّنۡكُمۡ‌ۙ وَطَآٮِٕفَةٌ قَدۡ اَهَمَّتۡهُمۡ اَنۡفُسُهُمۡ يَظُنُّوۡنَ بِاللّٰهِ غَيۡرَ الۡحَـقِّ ظَنَّ الۡجَـاهِلِيَّةِ‌ؕ يَقُوۡلُوۡنَ هَلۡ لَّنَا مِنَ الۡاَمۡرِ مِنۡ شَىۡءٍ‌ؕ قُلۡ اِنَّ الۡاَمۡرَ كُلَّهٗ لِلّٰهِ‌ؕ يُخۡفُوۡنَ فِىۡۤ اَنۡفُسِهِمۡ مَّا لَا يُبۡدُوۡنَ لَكَ‌ؕ يَقُوۡلُوۡنَ لَوۡ كَانَ لَنَا مِنَ الۡاَمۡرِ شَىۡءٌ مَّا قُتِلۡنَا هٰهُنَا ‌ؕ قُلۡ لَّوۡ كُنۡتُمۡ فِىۡ بُيُوۡتِكُمۡ لَبَرَزَ الَّذِيۡنَ كُتِبَ عَلَيۡهِمُ الۡقَتۡلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمۡ‌ۚ وَلِيَبۡتَلِىَ اللّٰهُ مَا فِىۡ صُدُوۡرِكُمۡ وَلِيُمَحِّصَ مَا فِىۡ قُلُوۡبِكُمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ عَلِيۡمٌۢ بِذَاتِ الصُّدُوۡرِ‏ ﴿۱۵۴﴾  اِنَّ الَّذِيۡنَ تَوَلَّوۡا مِنۡكُمۡ يَوۡمَ الۡتَقَى الۡجَمۡعٰنِۙ اِنَّمَا اسۡتَزَلَّهُمُ الشَّيۡطٰنُ بِبَعۡضِ مَا كَسَبُوۡا‌ۚ وَلَقَدۡ عَفَا اللّٰهُ عَنۡهُمۡ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ غَفُوۡرٌ حَلِيۡمٌ‏ ﴿۱۵۵﴾ 

Allah’ın hakkında hiç bir sultan (kesin delil) indirmediği şeyleri o’na ortak koşmalarından dolayı kâfirlerin kalplerine büyük korku salacağız. Onların geleceği de cehennemdir. İşte;  zalimlerin varacağı yer ne kadar kötüdür (151)  Allah size olan zaferle vaa’dini yerine getirdi. Şöyleki; onun izniyle onlara dokunarak onları öldürüyordunuz, ama Allah size sevdiğinizi (zaferi) gösterdikten sonra ne zaman siz isyan edip çekişmeye başladınız ve savaştan kaçtınız o zaman size hezimet geldi. Sizden dünyayı isteyen var, ahireti de isteyen vardır. Ondan sonra sizi imtihan etmek için ellerinizi onların üzerinden kaldırdı. Yine de Allah sizi affetmiştir. Allah müminlere karşı çok lütufkârdır (152) şöyleki; Resul arkanızdan çağırdığı halde siz savaş alanından uzaklaşıyorsunuz ve hiç biriniz dönüp bakmıyor. Bu nedenle Allah size keder üzerine keder verdiki gerek elinizden gidene gerekse başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır (153) Sonra o kederin arkasında Allah size emniyet indirdi ki; uykulama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canının kaygısına düşmüş bir grupda Allah’a haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar. Şöyle diyorlar: bu işten bize ne? Deki bu iş ve bütün işler Allah’ın elindedir. Onlar sana açıklamadıklaını içlerinde gizliyorlar ve şöyle diyorlar: Bu işten bize bir şey olsaydı burada öldürülmezdik. Onlara şöyle de: evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi taktir edilmiş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah içlerinizdekini yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için böyle yaptı. Allah içinizde ne varsa hepsini bilir (154) İki ordu karşılaştığı gün savaş meydanını bırakıp gidenleri sırf işledikleri bir kısım günahlar yüzünden şeytan yerlerinden kaydırdı. Yine de Allah onları affetti. Muhakkak Allah bağışlayıcı ve halimdir (155)

Bu ayetlerde Allah müminlere güç ve moral vererek kâfirlerin kalplerine korku salacağına söz veriyor. Bu şekilde müminler kâfirlerden korkmayacak, çünkü kâfirler kendilerinden korkmaktadır ve bu nedenle kendilerine karşı sebatlılık göstermeyeceklerdir. Müslümanlar bu hakikatı bilince cesaret göstererek kendileriyle savaşan kâfirlere korkusuzca saldıracaklar.

Nitekim savaşanlar maddi güçleri ne kadar fazla olursa olsun eğer ruhani güçleri yoksa, manaviyetleri düşükse, morallari bozuksa ve kalplerinde korku varsa savaşı terk edip kaçarlar. Bu sebeple Müslümanların her zaman sayıları ve silahları az olamasına rağmen kendilerinden sayı ve silah açısından kat kat büyük olan düşmanlarını yendiler.

Bu nedenle en kuvvetli güç ve faktör ruhani güçtür. Bu da Allah’a tam tevekkül etmek, onun ipine sarılmak, dinine bağlanmak, onun sözlerine inanmak, vaadine güvenmek, cennetine girmeyi ummak ve onun rızasını hedef edinmekle elde edilir.  Müslümanlar ruhani güç sahibi oldukları için hep güçlü ve cesur olur ve düşmanları üzerine korkusuzca ölümden korkmadan, daha doğrusu Allah uğrunda ölümü temenni ederek kendilerini atarlar.

Kâfirler ise ya manevi güçle ya da maddi güçle savaşırlar. Manevi güç ırkla ve kavimle övünerek milliyetçilik, memleketlerini severek vatancılık, kendi cesaretleriyle övünerek kişisellik gibi şeylerde tezahür edilir. Halkını, ırkını, kabilesini ve aşiretini sevdiğini, diğerlerine tercih eder veya üstün göstererek onları savunmaya ve onların uğrunda ölmeye hazır olur, böylece kendisinin mutlu olduğunu zanneder. Çöl olsa bile daima yaşadığı memleket olan vatanı sever, her toprağa tercih eder onu savunmaya çalışır. Her şey vatan için ve önce vatan gibi boş sözler sarfederek kendini tatmin etmeye çalışır. Kişisel cesaretini ve üstünlünü göstererekte savaşır. Buna manevi güç denilir.

Maddi güç ise sadece dünyevi bir arzu, mal, mülk ve para veya ganimet için savaşmaya hazır olmaya maddi güç denilir. Bu durumda insan zarar görecekse savaşı terk eder. Çünkü hesapları maddidir, kazancım yoksa ne için savaşayım der. O nedenle münafıklar eğer bir ganimet varsa savaşmaya gitmeye çalışırlar. Şiddetli savaş, zarar, uzak yer, sıcaklık ve kötü şartlar varsa bahane uydurup kaçmaya çalışırlardı. Tevbe suresinde 42-49. ayetlerde, Ahzab suresinde 12- 20. ve Fetih suresinde 15-16. ayetlerde onların bu durumları anlatıldı.

İşte en kuvvetli güç ruhanidir, bu da Müslümanlarda tecelli eder. Bu şekilde hep kâfirler Müslümanlardan korkarlar ve onların önünden her an kaçabilirler. Bu nedenle kâfirler Müslümanları siyasi olarak aldatmaya çalışırlar, onlara gelin görüşelim derler, yalan söylerler, yem vermeye çalışırlar, onları fikren ve siyaseten saptırmaya çalışırlar, başlarına ajanlarını getirmeye çalışırlar ve bu ajanlar vasıtasıyla onları yenmeye çalışırlar. Çok zaman Müslümanlar ve özellikle bu asırda bu nedenlerle yenilgiye uğrarlar. Zira onların Hilafet devleti ve halifesi yoktur, başlarına hep ajanlar geçti. Bu ajanlar kâfirleri dost edinenler veya şöhret, makam, mülk ve kendi çıkarlarını düşünen ve Allah’ın dini devletten ve siyasetten uzaklaştıran kimseler kâfir devletlerin yardımıyla ve Müslümanların gafletiyle bu ajanlar yönetici oldular. Bunlar Müslümanları aldatma işinde ustadırlar.

Bu kâfirler Allah’ın hakkında hiç kesin bir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmalarından dolayı kalplerine korku saldı. Ayette sultan kelimesi geçti. Burada sultanın manası kesin delildir. Birçok ayette akideyle ilgili delilin kesin olmasını gerektirdi. Sultan, burhan ve ilim kesin delil manasında geçti. Akidede zanna tabi olmaktan nehyetti. Akide zanni delile kesinlikle alınmaz. Zira akide kesin delille kesin tasdiktir. Bu halde nasıl zanni olabilir? Zanni olunca olabilir olmayabilir! Değişik görüşelr ortaya çıkar. Bu nedenle Allah kâfirlere çatarken Allah’tan kesin bir delil gelmediği halde şirk koştular. Onun dışında ilah edindiler veya onunla beraber ilah kılmaktır. Allah’ın uluhiyet ve rububiyet sıfatlarına ortak kılarlarsa şirk koşmuş olurlar.

Ayrıca Allah nasıl tek yaratıcı ise tek hüküm sahibidir. O’nun dini dışında yasa çıkarmak şirktir. Allah c.c şöyle buyurdu:

اِتَّخَذُوۡۤا اَحۡبَارَهُمۡ وَرُهۡبَانَهُمۡ اَرۡبَابًا مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ وَالۡمَسِيۡحَ ابۡنَ مَرۡيَمَ‌ ۚ وَمَاۤ اُمِرُوۡۤا اِلَّا لِيَـعۡبُدُوۡۤا اِلٰهًا وَّاحِدًا‌ ۚ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ‌ ؕ سُبۡحٰنَهٗ عَمَّا يُشۡرِكُوۡنَ‏ ﴿۳۱﴾ 

(Yahudiler ve Hıristiyanlar) Hahamları ve rahiplerini Allahtan başka rabler edindiler. Meryem oğlu Mesihi de. Oysa kendileri yalnız tek ilah olan Allah’a ibadet etmekle emredildiler. Ondan başka ilah yoktur. O onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir”. (Tevbe 31)

Udey bin Hatem adlı bir kişi Hıristiyan iken bu ayeti duyunca: ey Muhammed! Onlar hahamlarına ve rahiplerine ibadet etmediler! Deyince Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ona şöyle dedi: “onlara haramı helal ve helalı haram kılmadılar mı? evet deyince Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem işte onlara ibadet etmek budur. Dedi”. ( İbni Hanbel, Tirmizi ve İbni Cerir)

İşte, Yahudiler ve Hıristiyanlar hahamlarının kıldıkları helal ve harama uydukları için onları Allah’tan başka ilah edinmiş oldular ve onlara ibadet etmiş oldular.

Müşrik araplar da Allah’ın indirdiğine ve Resulüne tabi olun ve uyun denilince; hayır, ata ve babalarımıza tabi olacağız, yollarını izleyeceğiz ve dediklerine uyacağız dediler. (Bakara 170, Maide 104)

Buna göre kim bilinçli şekilde Allah’ın indirdiği dışında helal ve haramı, yani; Kur’an ve sünnet dışında serbestlik ve yasaklık gösterirse veya kanunları çıkartırsa kendini Allah dışında bir rab ve ilah tayin etmiş olur. Kim de bunlara inanarak uyarsa onları rab edinmiş ve onlara ibadet etmiş olur. Bunlar zalim olurlar. Allah’a haksızlık yaptılar, çünkü şirk koştular. Oysa en büyük zulüm şirktir. (Lokman 13)   

Bu tip insanların cezası hem dünyada hem ahirette pek ağırdır. Ahirette cezaları cehennemdir. Dünyada cezaları değişik şekillerde olur. Bunlardan biri korku içerisinde yaşamaktır ve özellikle Müslümanlardan korkmalarıdır. Müslümanlar güçsüz olsalar bile onlardan korkarlar. Müslümanların elleriyle de onları cezalandırır. Allah Tevbe suresinde 14. ayette şöyle buyurdu:

قَاتِلُوۡهُمۡ يُعَذِّبۡهُمُ اللّٰهُ بِاَيۡدِيۡكُمۡ وَيُخۡزِهِمۡ وَيَنۡصُرۡكُمۡ عَلَيۡهِمۡ وَيَشۡفِ صُدُوۡرَ قَوۡمٍ مُّؤۡمِنِيۡنَۙ‏

 “Onlarla (kâfirlerle) savaşınki Allah ellerinizle onlara azab versin, onları rezil etsin, sizi onlara üstün getirsin ve müminlerin göğüslerini ferahlandırsın”.

Nitekim en tehlikli ve kötü şey korku içerisinde yaşamak ve karşı taraftan korkmaktır. Müminler ise, hep emniyette ve korkusuzca yaşarlar. Savaşta bile korkmazlar ve emniyeti hisederler. Bu nedenle imanlarıyla beraber herhangi bir zulüm yani; şirki karıştırmayanlar onlar için emniyet ve huzur vardır. (Enam 82) savaşırken onların kalplerine emniyeti ve huzuru sokar. (Enfal 10-11, Tevbe 26, Fetih 4)

Yine Nur suresi 55. Ayette Allah; iman edip salih amel yapanlara şu sözü verdi: onlar yeryüzünde kendi dinini uygulayan halife ve hükümran olacaklar, kendileri için seçip razı olduğu dinlerini egemen kılacak ve korkuları kaldırıp emniyet içerisinde yaşayacaklar. Böylece Allah’a ortak koşmadan ibadet edecekler. Yalnız dinine tabi olurlar, onun emir ve nehylerini yerine getirirler. Ondan sonra bunu inkâr ederlerse onların kendileri fasıktır, doğru yoldan ayrılmış olanlardır.     

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:

وَنُصِرْتُ بِالرُّعْبِ بَيْنَ يَدَيْ مَسِيرَةِ شَهْرٍ

 “Bir ay kadar yürüyüş mesafesi uzaklığında düşmanın benden korkmasıyla zafer sahibi oldum”.(Buhari ve Müslim) bu da Resule has değildir, Müslümanlar Allah’ın dinine bağlı olarak bu din için mücadele ederlerse düşmanlarının kalplerine korku salar ve onların üstüne getirir. Böylece müminlere zafer verir. Bunun delili yukarıdaki ayettir, ifadesi bütün Müslümanları kapsar.

Ayrca Enfal suresinde 12.  Ve 13. Ayette Allah c.c şöyle buyurdu:

اِذۡ يُوۡحِىۡ رَبُّكَ اِلَى الۡمَلٰۤٮِٕكَةِ اَنِّىۡ مَعَكُمۡ فَثَبِّتُوا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا‌ ؕ سَاُلۡقِىۡ فِىۡ قُلُوۡبِ الَّذِيۡنَ كَفَرُوا الرُّعۡبَ فَاضۡرِبُوۡا فَوۡقَ الۡاَعۡنَاقِ وَاضۡرِبُوۡا مِنۡهُمۡ كُلَّ بَنَانٍؕ‏ ذٰ لِكَ بِاَنَّهُمۡ شَآ قُّوا اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ‌ ۚ وَمَنۡ يُّشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ فَاِنَّ اللّٰهَ شَدِيۡدُ الۡعِقَابِ‏

 “Rabbin Meleklere şöyle vahyetmektedir: Ben sizinle beraberim, müminlere sebatlılık verin. Kâfirlerin kalplerine panik, büyük korku salacağım. Onların boyunlarını vurun ve onların her parmağını da vurun. Zira onlar Allah ve Resulüne karşı geldiler. Kim Allaha ve Resulüne karşı gelirse bilsinki; kesin olarak Allahın azabı pek şiddetlidir”.

Allah c.c kâfirlerin kalplerine korku salacağım diye müminlere söz verdikten sonra bu sözü yerine getirdiğini gösterdi. Bu nedenle şöyle dedi: “Allah size olan zaferle va’dini yerine getirdi. Şöyleki; onun izniyle onlara dokunarak onları öldürüyordunuz, ama Allah size sevdiğinizi (zaferi) gösterdikten sonra ne zaman siz isyan edip çekişmeye başladınız ve kaçtınız o zaman size hazimet geldi. Sizden dünyayı isteyen var, ahireti de isteyen vardır. Ondan sonra sizi imtihan etmek için ellerinizi onların üzerinden kaldırdık. Allah sizi affetmiştir. Allah müminlere karşı çok lutüfkardır”. İşte Allah müminlere sözünü yerine getirdi. Fakat oradaki müminler Uhud dağından inerek Resulün emrine isyan edip çekişmeye başlayınca onlara hezimet geldi. Oysa kâfirlere dokunarak onları kolayca öldürüyorlardı.

Bunun manası müminlerin hezimete veya yenilgiye uğramalarının baş sebepleri; Allah’a ve Resulüne isyan etmek, dünyayı ahirete tercih etmek ve çekişmektir.  Bundan dolayı daha önce müminler kâfirlere dokunarak onları kolayca öldürdükten sonra Allah müminlerin ellerini kâfirlerin üzerinden kaldırdı. Artık onları kolayca öldüremiyorlar, zor duruma düşerek savunmaya geçtiler. Dünyayı ahirete tercih edenler savaş meydanını terk etti, Resulullahı yalnız bırakıp kaçtılar, ancak ahireti dünyaya tercih eden bir grup mümin müstesnadır. Bu şekilde Allah müminleri imtihan etti. Dünyayı ahirete tercih eden ile ahireti dünyaya tercih eden, sebatlılık gösteren ile göstermiyenler, Resule itaat eden ile isyan edenleri birbirinden ayırdı. Zaferle ve hezimetle denedi. Zafer olunca bazıları Resulün emrine muhalefet ederek ganimetlere göz diktiler. Bazıları da düşmanın saldırısını görünce kaçtılar. Bunlar böylece imtihan edildiler.

Buna rağmen Allah müminleri affetti. Çünkü Allah müminlere lütufkârdır. Allah pek merhametlidir, onlar suç işlese de onlara belli ceza vererek onların günahlarını siler, böylece onları affetmiş olur.  Fakat onları imtihan ettikten ve hezimetle cezalandırdıktan sonra affetti. Artık cezalarını aldılar. Onlara daha ağır ceza vermeden ve belli bir ceza ile yetinerek affetti. Bu da Allah’ın lütfudur. Nitekim Allah c.c Şura suresi 30. Ayette şöyle buyurdu:

 وَمَاۤ اَصَابَكُمۡ مِّنۡ مُّصِيۡبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتۡ اَيۡدِيۡكُمۡ وَيَعۡفُوۡاعَنۡ كَثِيۡرٍؕ‏

“Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle (suç) işlediklerinizdendir. Allah çok şeyden affeder”.  Her şeye ceza vermek isteseydi herkesi helak ettirdi. Nahl suresi 61. ve Fatır suresi 45. Ayetlerde bu hakikatı gösterdi.

Yine, müminler suç işlemeden başlarına musibetler gelirse onlar için imtihan olur ve buna karşı sevap kazanırlar ve günahları silinir.  İşte Uhud savaşında Resul ve onunla beraber sebatlılık gösteren müminlerin başlarına aynı musibet geldi.  Nitekim Allah c.c Bakara suresi 155. Ayette müminleri biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ürünlerden biraz azaltma ile deneyeceğini vurguladı. Ama müminler buna karşı sabredip Allah’ın mülkü olduklarını ve ona döneceklerini idrak edip söylerlerse Allah onları bağışlar ve rahmeti onların üzerine idirir.

O durumda müminlerin durumunu şöyle vasıflıyor: “şöyleki; Resul arkanızdan çağırdığı halde siz savaş alanından uzaklaşıyorsunuz ve hiç biriniz dönüp bakmıyor. Bu nedenle Allah size keder üzerine keder verdiki gerek elinizden gidene gerekse başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır”. Düşman birden dağ araksından arkalarından gelince şaşırıp kaçtılar. Resul arkalarından çağırıyor: Ey Allahın kulları benim yanıma gelin. Bu durumda müminlerin kederleri arttı. Musibetleri arttı, kazandıkları zaferi ellerinden kaçırdılar, hezimete uğradılar ve bunun arkasında gelen zararlardır. Hamza ve Musa’b bin Umeyr gibi bir takım sahebeler şehit oldular. Hatta bazıları Resulullah öldürüldü denilince çok üzüldü. Ganimetleri de kayıp ettiler. Allah c.c müminlere şöyle diyor: bu kederler ve musibetlere rağmen kaçırdığınız fırsatlar ve başlarınıza gelen musibetlerden dolayı üzülmeyin. Böyle birşey oldu, onlardan haberdarım, hepsini biliyorum. Artık geleceğe bakın, bundan ders alın ve aynı hataya düşmeyin. Resule isyan etmeyin. Yine Resul yerine geçen Allah’ın ve Resulün emrine ve nehyine uyan samimi lider veya komutan veya emir olursa ona itaat edin ve hiç isyan etmeyin. Savaştan ve mücadeleden hiç kaçmayın, samimi lideriniz etrafında sarılın, çekişmeyin, tek varlık olun, ahireti dünyaya tercih edin. Bu şekilde zafer size gelir ve onu elinizden kaçırmasınız. Hezimete uğramazsınız. Bu her asırda müslümanlara bir mesajdır. Bu bir hakikattır.

Ama Allah sonra o kederin arkasında müminlere emniyet indirdi,  uykulama hali bir kısmını kaplayıp rahatça uyudular. Bu Allah’ın onlara indirdiği emniyetin neticesidir. Hiç korkuları yoktur, olup bitenlere rağmen rahat ve sakin kaldılar. Hatta şehitliği temenni ediyorlardı. Bu büyük bir nimetidir. işte müminler böyle olmalıdır, başlarına ne kadar musibet gelse de emniyetli, sabırlı ve sakin olurlar,  onlarda şaşkınlık ve panik hali olmaz, kendilerini tutarlar, akıllıca davranırlar, musibetler olunca bunların Allahtan bir imtihan olduğunu idrak ederler.

Ama kendi canının kaygısına düşmüş bir grup da vardı; Allah’a haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar. Şöyle diyorlar: Bu işten bize ne? Deki bu iş ve bütün işler Allahın elindedir. Onlar sana açıklamadıklarını içlerinde gizliyorlar ve şöyle diyorlar: bu işten bize bir şey olsaydı burada öldürülmezdik. Onlara şöyle de: evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi taktir edilmiş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendilerinden çıkıp giderlerdi. Allah içlerinizdekini yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için böyle yaptı. Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.

Bu tip insanların imanı pek zayıftır. İman kalplerinde pek yerleşmedi, yakini imana sahip değiller, sallanıyorlar, her an kayabilirler. Allah onları düzeltmek ve tedavi etmek için düşündükleri ve söylediklerini ortaya çıkartıyor ve onlara cevap veriyor. Diyorlar: bu işten bize ne? Biz ne kazanırız, bizi ilgilendirmez, oraya niye gidip savaşıyoruz, bizim işimiz ne orada? Bizim elimizde olsaydı burada ölmezdik. Allah Resulüne onlara söylemek için şöyle dedi:   “Evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi takdir edilmiş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendilerinden çıkıp giderlerdi”. Öldürülecek kimseler evlerinde olsaydılar hangi yerde öldürülecektse ölümleriyle karşılaşarak o yere gideceklerdi. Uhudta öldürüleceklerinden dolayı oraya gittiler. Çünkü evlerinde öldürülmeyeceklerdi. Kim onları öldürecek o kişiler onlara gelecekler ve onları öldürecekler. Öldürülecek kimse öldürüleceği yere gidecek ve onu öldürecek kimse onu öldürecektir. Allah bu hakikatı insanlara öğretiyor. Bu da kaza ve kader konusuna dâhildir. İnsanın doğumu ve ölümü insanın elinde değildir, kendisine hâkim olan daire içerisindedir. Allahın elindedir. Bu nedenle Allah onlara bütün işler bana aittir diye cevap veriyor. Bu nedenle müminler emniyet içerisinde olurlar, kalplerine korku girmez, başlarına bir musibet gelecekse Allah onu takdir ettiği için gelecek derler. Allah bizim hakkımızda ne takdir etmişse o olacaktır derler. Nitekim Tevbe suresi 51. Ayette bunu Allah müminlere öğretiyor. Bu nedenle kendisine tevekkül etmelerini istedi, tam şekilde dayanmalı ve güvenmeliler.

İşte Allah bu musibetlerle kalplerde ne varsa onu ortaya çıkartır, bize hakikatı gösterir ve böylece yalnış düşüncelerini düzeltir. Onlara doğru düşünmeyi ve söylemeyi öğretmek ister. Bu nedenle şöyle dedi: “Allah içlerinizdekini yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için böyle yaptı. Allah içinizde ne varsa hepsini bilir”. İşte bu musibetler olmasaydı müslümanlar bu gerçeği bilmeyecekti. İnsan denenmedikçe içinde ne varsa pek bilinmez, böyle olaylar olmalıdırki her şey ortaya çıksın, sadık ve samimi olan ile olmayanlar ortaya çıksın ve birbirnden ayrı olsunlar. Nitekim Bakara suresi 214, Al-i İmran suresi 142 ve 179, Tevbe suresi 16, Enfal suresi 37, Muhammed suresi 31 ve benzeri ayetlerde müminleri denemek ve içlerindekini yoklamak ister. Oysa Allah her an ve kesin şekilde insanın içinde ne varsa onu bilir, fakat bildiğini ortaya çıkartmak isterki herkes belli olsun ve kalbi hasta olanlar tedavi edilsin.  

İnsanın içinde veya kalbinde olan husus ise düşündüğü şeydir. İnsanların düşünceleri düzeltilirse doğru şekilde düşünmeye ve davranmaya başlar. Ama bu düşünce veya fikir his edilen vakıa ile ilgili olur. Bu nedenle insana o vakıayı göstermek, hissettirmek veya tasvir etmek gerekir, onu idrak etsin, kavrasın ve ondan sonra onu tasdik etsin veya inansın. Böylece fikir mefhuma dönüşür. İnsan buna göre düşünmeye ve davranmaya ve meseleri ölçmeye başlar. Tam yerleşirse kanaat oluşur, bu durumda bu fikri ondan sökmek zor olur. İnsan buna kani olur ve teslim olur. Akaidi mesele olunca bundan sonra her hangi bir şüphe olmadan kesin şekilde inanacak ve teslim olacaktır. Bu nedenle Allah c.c Nisa suresi 65. Ayette İman etmek için şu şartları gösterdi: İnsan Allah’ın ve resulün hükmüne başvuracak, o hükmü kabul edecek, ona karşı herhangi bir sıkıntı duymayacak veya şüphe olmayacak ve ona uyup teslim olacaktır. Bu nedenle Nisa suresi de 61. Ayette Allahı’n ve Resulünün hükmünden yüz çevirenlerin münafık olduklarını gösterdi. Bundan önceki ayette bunların iman ettiklerini iddia ederler diye açıklıyor, çünkü tağut hükmüne yani; insanların veya şeytanın hükmüne başvuruyorlar, onunla muhakeme olunmak istiyorlar. Yine Nur suresinde 47, 48, 49, 50  ve 51. Ayetlerde bunu gösterdi. Allah’a ve ve Resulüne inandıkları ve itaat ettik demelerine rağmen Allah’ın ve Resulünün hükümlerine gelin denilince yüz çevirirler. Sanki onların kalplerinde hastalık var veya Allah’ın ve Resulünün hükümlerine karşı şüpheleri vardır. Ama müminler ise işittik ve itaat ettik derler. Onlar Allah’tan sakınıp korkarlar. Çünkü Allah’ın ve Resulünün hükmünün ne olduğunu kavradılar, bu hüküm mefhum oldu, ona göre meseleleri anlıyor, ölçüyor ve muhakeme olunmaya hazır oluyorlar, tam kanaat getirdiler ve kesin olarak inandılar.

Uhudta iki ordu karşılaştığı gün savaş meydanını bırakıp gidenleri sırf işledikleri bir kısım günahlar yüzünden şeytan yerlerinden kaydırdı. Şeytan onlara vesvese verip fikirlerini etkileyip karıştırdı. Fikirleri sabit olan kimseler şeytan vesvesini hissedince Allah’a sığınıp bunu zihinlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Zira şeytan insana vesvese ile güç sağlamaya çalışır. Şeytan daima insanı kötülüğe ve Allah’a isyan etmeye çağırır. Hem de insana kötülüğü ve isyanı süsler. Allah Bakara suresi 168 ve 169. Ayetlerde bunu gösterirken birçok ayettede gösterdi ve şeytandan sakındırdı.

Zira şeytan insanın baş düşmanıdır; müminleri kaydırmaya çalışıp günah işlemeye sevk eder. Ama Nahl suresinde 99. ve 100. ayetlerde gösterildiği gibi Allah’a tevekkül eden müminlerin üzerlerinde şeytanın hiç gücü yoktur. Ancak şeytanı dost edinerek onun hükmü olan tağut hükmünü kabul edenler veya Allahın hükmüyle beraber karıştıranlar üzerlerine gücü vardır. Şeytan vesvesiyle Allahın hükmünden cayıp heva ve heves, nefsin arzuları, menfaatı ve canlarını Allah’a ve emrine tercih ederler. İşlediği günah, hata ve kusur için bahane uydurmaya başlar, kendi kendini yanlış fikirlerle kandırmaya başlar, icab ederse sahte fetvaları arayıp bunlara uyar. Bu nedenle savaştan kaçanlar bu işten bize ne? dediler. Menfaatımız yok, bu işle alakamız yoktur. Niye burada ölelim? Evlerimizde kalsaydık bizim başımıza böyle şey gelmezdi, kardeşlerimiz ölmezdi. Bunların hepsi şeytanın vesveseleridir. Allah onlara cevap verdi ve affetti ki bir daha aynı şeyi söylemesinler ve aynı hataya düşmesinler. Muhakkak Allah bağışlayıcı ve halimdir.

 Allah insanı defalarca affeder, ama insan günah işlemeye devam ederse ona ağır ceza verirki dinine dönsün ve tevbe etsin. Hiç tevbe etmek istemiyorsa ona cehennemi hazırladı, ahirette onu içine atar. Çünkü haketmiş oldu. Bu nedenle Allah kendi sıfatı olan halimden söz etti. Halim veya hilm sahibi olan kimse ağır başlı, hemen sinirlenmez, ileriye dönük düşünür, sabırlı, affedici, hemen cezalandırmaz, ta ki karşı taraf haddi aşıncaya kadar böyle devam eder. Ondan sonra karşı tarafa hilm hiç yaramazsa ağır ceza verir.

Bu nedenle Allaha ve Resulüne karşı gelenler, emirlerini yerine getirmeyenler ve nehiylerinden vazgeçmeyenler hemen başlarına bir musibet, bir azap gelmeyince kurtulduklarını zannetmesinler. İlerde başlarına bir musibet geleceği veya daha kötüsü ahirette daha ağır azap göreceklerini düşünsünler. Bu hususlarla iligili birçok ayet vardır.